Arama

Zekeriya Erdim
Kasım 14, 2022
Devlet ve toplum hayatında kriz yönetimi

Hayatımız boyunca; evimiz "küçük devletimiz", ailemiz "küçük toplumumuz" olur. İç içe geçmiş iki sosyal yapı halinde; aile ve toplum, birbirini hem kurar hem de korur.

Millet, ümmet ve insanlık âlemi; "büyük aile" hükmündedir. En yakınımızdan en uzağımıza kadar; dünyanın her bir köşesinde olup biten her şey, hepimizi ilgilendirir.

İster küçük ölçekli, ister büyük ölçekli olsun; devletler ve toplumlar, zaman zaman "hayatlarını olumsuz yönde etkileyen, dengelerini ve düzenlerini bozan, var oluşlarını tehdit edip tehlikeye sokan" olaylarla ve durumlarla muhatap olurlar. Adına "kriz" dediğimiz bu süreçleri, yönetmek yahut hazmetmek zorunda kalırlar.

Her krizin kişisel, kurumsal, toplumsal zararları olur. İyi yönetebilenler kolay toparlanır, olabildiğince az zayiatla kurtulur.

Yangınlar, depremler, sel felaketleri, savaşlar, işgaller, iç çatışmalar, kitlesel göçler, salgın hastalıklar, kıtlıklar, kuraklıklar, darbeler, ihtilaller, muhtıralar, terör olayları, dini ihtilaflar, etnik ve ideolojik ayrışmalar, sosyal patlamalar, siyasi ve ekonomik bunalımlar birer krizdir. Her birisi ile mücadele etmek; bilgi, bilinç, birlik, bütünlük gerektirir.

Asırlar boyu, nice devletler ve toplumlar; "kriz yönetimi" süreçlerindeki başarıları sayesinde ayakta kaldılar, payidar oldular. Her dönemin aydınları, bilginleri; adına "siyasetnâme" yahut "kâbusnâme" denilen uyarıcı, yol gösterici metinler yazarak yönetici kadroların istifadesine sundular.

Beydeba'nın, Hint Hükümdarı Debşelim için yazdığı Kelile ve Dimne; Hz. Ali'nin, dönemin Mısır Valisine gönderdiği uzun mektup Nehcü'l-belâga; İbnü'l-Mukaffa'nın, Abbasi Halifesi Mansur için kaleme aldığı Risaletü's-siyâse; Seâlibî'nin, İkinci Me'mûn'a ithaf ettiği Âdâbü'l-mülk; Mâverdî'nin, sultanlara siyaset sanatını öğretmek için yazdığı el-Ahkâmü's-sultaniye; Yusuf Has Hâcib'in, Karahanlı Hükümdarı Tavgaç Uluğ Buğra Han'a sunduğu Kutadgu Bilig; Nizâmülmülk'ün, Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah için yazdığı Siyâsetnâme; Keykâvus bin İskender'in, oğlu Gilan Şah için kaleme aldığı Kâbusnâme; Gazzâli'nin, Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar'a veya Melik Sencer'e sunduğu tahmin edilen Nasihatü'l-mülük; Sa'di-i Şirâzî'nin, Sa'd bin Zengî'ye ithaf ettiği Bostan ve Gülistan; ya muhtemel krizleri önlemeye ya da yaşanan krizleri iyi yönetmeye katkıda bulunmak için kaleme alınmış eserlerdir. Kendi dönemlerinin şartları içinde; devlete ve topluma ışık tutmuş, yol göstermişlerdir.

Geçmiş zamanların yaşanmışlıkları, gelecek zamanların kılavuzu olmuştur. Her krizden sonra, hayat dengesi ve düzeni yeniden kurulmuştur.

Türk-İslam tarihi boyunca, nice sıkıntılı süreçler yaşadık. Mağduriyetlerimiz, mahrumiyetlerimiz oldu; düşünce ayağa kalkmayı, sarsılınca toparlanıp varlığımızı devam ettirmeyi başardık.

Cumhuriyet tarihimiz, zincirleme sıkıntılarla geçti. Her krizden, bunalımdan sonra; bir diriliş ve direniş refleksi gelişti.

Bir yandan, devlet ile milletin arasını açan "değer çatışmaları" ile öte yandan "muhtıra, darbe, ihtilal, işgal girişimleri" ile vurulduk. Şüphesiz, ağır yaralar aldık; fakat sonunda, bütün tezgâhlardan ve tuzaklardan kurtulduk.

Atalarımız; "Su uyur, düşman uyumaz" demişler. Devleti ve milleti zaafa düşürme gayretlerinin, kıyamete kadar sürüp gideceğini söylemişler.

Son yıllarda, "büyük ve güçlü Türkiye" olma yolunda ciddi mesafeler kat etmiş ve "Türk-İslam dünyasının derlenip toparlanması" konusunda ümit verici bir safhaya gelmiş olmamıza rağmen; varlığımıza kasteden tehditler, tehlikeler bitmedi. Gayretler, fedakârlıklar; huzur ve güven iklimini kalıcı hale getirmeye yetmedi.

Daha fazla birlik, dirlik içinde olmaya; tarihi tecrübelerden ders alarak, her daim zinde ve uyanık kalmaya; küçük ve büyük ailemize yönelik saldırılara karşı, yekvücut vaziyet almaya ihtiyacımız var. Toplum zincirinin bütün halkaları; bu duruş ve direniş içinde yer almalılar.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de "emir, âlim, tâcir" denklemi kurulmalı. Siyaset ve bürokrasi liderleri halka öncü, sivil toplum önderleri rehber olmalı.

Kriz yönetiminin sayısız serencamından, iki örnek verelim. Hayat rehberimiz Kur'an-ı Kerim'in tebliğcisi ve temsilcisi olan Hz. Muhammed(sav) ile O'nun izinden gidenlerin, sorunların çözümü sırasında takındıkları temel tavrı görelim.

Bugün büyük ailemizin kıblesi ve kalbi olan Kâbe, İslamiyet'ten önce de "kutsal mekân" olma özelliği taşıyordu. Yıprandıkça tamir ediliyor, yıkıldıkça yeniden yapılıyordu.

Bir yeniden yapılma döneminde; Hacerü'l Esved'i yerine koyma konusunda, Kureyş kabileleri arasında ihtilaf çıktı. Bunu hangi kabilenin reisi yaparsa, o kabile diğerlerinden daha şerefli olacaktı.

Ellerini kılıçlarına atıp iç savaşı başlatmak üzereyken, bir çözüm yolu buldular. Bahçe kapısından içeri girecek ilk kişiyi hakem tayin etme konusunda mutabık oldular.

Beklenen kişi, "emin" sıfatı ile anılan Muhammed oldu. Cübbesini yere sererek taşı üzerine yuvarladı, kabile reislerinin birer ucundan tutarak birlikte taşımalarını sağladı, kendisi alıp yerine koydu, böylece büyük bir kriz son buldu.

Peygamber(sav) Efendimizin ölüm haberi; Medine devletinde ve toplumunda kriz sebebi olmuştu. Müslümanlar, derin üzüntü ve panik havası içine girmişler; Hz. Ömer(ra) kılıcını çekip, "Kim Muhammed öldü derse, kellesini uçururum" diye feveran edecek hale gelmişti.

Sükûneti sağlamak, Hz. Ebûbekir(ra)'e düştü. Hutbeye çıkıp, "Kim Muhammed'e tapıyor idiyse O öldü, kim Allah'a tapıyor idiyse O bâkidir, ölmez" dedi; zihinler duruldu, gönüller yatıştı.

Birinci örnekte, "orta noktayı bulmak"; ikinci örnekte, "kalıcı değerlere tutunmak" var. Devlet ile milleti, "ortak paydalar" etrafında buluşturanlar; fırtınalara yenik düşmez, sahil-i selamete çıkıp kurtulurlar.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN