Kâğıda dâir - 1
Daha evvelki yazılarımızda, kalem ve mürekkebden haylı genişçe bahsedildi. Mürekkebe batırdığımız kamış kaleme, artık, neş'esini, elemini her türlü sırrını dökeceği bir derd ortağı lâzım. İşte, şimdi de ondan söz edelim.
Şu kâğıd, nerelerde ve ne isimlerle karşımıza çıkmaz ki?… Doğarız, "Nüfus kâğıdı" verirler, kānûnî varlığımızı böylece isbat ederiz. Okuma imkânı, yazının kâğıd üstüne yazılması veya basılmasıyla hâsıl olur. (Yazı kâğıdı, gazete kâğıdı…) Çocukluğunuzda, rengârenk kâğıd fenerlerden elbette hoşlanmışsınızdır. Hele, "Kâğıd kebabı", "Kâğıd helvası" âfiyetle yenilmez mi? Ama, kahve köşelerinde "Kâğıd oyunları"yla ömür çürütenlere yazıklar olsun! Nihâyet, şu fânî ömür bittiği gün, bunu tesbit için bile "Ölüm kâğıdı"na ihtiyaç vardır.
Her ne kadar, şâir kâğıda:
İki yüzlü olma, ey sâhib-kerem!
İki yüzlüden ırağ olur kerem.
İki yüzlü oldu kâğıd lâcerem,
Kāre sürer yüzüne her dem kalem!
(Ey kerem sâhibi, iki yüzlü olma. Zîra kerem, iki yüzlülerden uzaklaşır. Şübhe yokdur ki, kâğıd iki yüzlü olduğu için, kalem dâima onun yüzünü karalar).
diye ta'n ediyorsa da, bir hayat boyunca, o, her fırsatda bize olan yakınlığını gösterir.
Kelime olarak dilimize, Farsça kâğızdan geçen kâğıd, halk arasında "kağat" şekline dönmüşdür. Benim gözümden mi kaçdı, yoksa Öztürkçecilerin mi, bilmem? Henüz kâğıdın uydurukçasını duymadım. Tahirü'l Mevlevî (1877-1949) merhumu, gelin de, hatırlatmayın:
Hıfz eyle İlâhî, dilimi Dil Kurumu'ndan,
Lağv olması, elbette hayırlı durumundan!
Arapça'daki kırtas bizde kâğıd mânâsına kullanılmıyorsa da, kâğıd malzemesi satan yerlere hâlâ "kırtasiye mağazası" denilir. Bu vesîle ile, şu Arabça darb-ı meseli de kaydedelim:
Küllü ilmin leyse fi'l-kırtâsi dâ'a / Küllü sirrin câveze'l-isneyni şâ'a
(Her ilim, kâğıdda olmadıkça yok olur. Her sır, iki dudaktan (yani ağızdan) çıkınca, yayılır).
Kâğıdın îmâli ve matbaacılıkda kullanılışı, mevzuumuz hâricinde kalıyor. Burada, okurlarımıza arz edilecek hususlar, kâğıdın yazı san'atında nasıl kullanılır hâle getirildiği ve nasıl kullanıldığıdır.
Her şeyden evvel şunun bilinmesinde fayda vardır: Eskiden kâğıdlar, bugün olduğu gibi, doğrudan doğruya yazı yazılabilecek şekilde îmalâthânelerinden çıkmazdı. Hâricden (Çin, Hindistan, Buhara, Avrupa…) olsun, yerli (Kâğıdhane, Yalova, Bursa, Beykoz…) olsun; gelen kâğıdlar, pürtüklü ve kalemin yürümesine müsâid olmayan bir hâldeydiler. Hattâ, mürekkebi bile yayarlardı. Kullanılabilmek için, terbiye edilmeleri şarttır. Umûmiyetle beyaz renkde olan bu ham kâğıdlar, önce arzu edilen renge boyanır, zira Düz beyaz kâğıddan devamlı okumak gözü yorar. Bu sebeble, yazma kitablar için ekseriya beyazın kırılmışı (krem rengi) tercih olunur.. Sonra kâğıd âharlenir (cilâlanır), nihayet âharin kâğıda tesbîti ve pürüzlerin giderilmesi için mührelenir, yani tazyikle âdeta ütülenip parlatılır. Bunlardan tafsîlâtıyla bahsetmeden önce, eskiden bizde, maddî imkânlara göre kullanılan kâğıd cinslerine bir göz atalım:
Hind Âbâdisi: En makbul kâğıdlardan olup, Hindistan'ın Devletâbâd şehrinde îmal edilirdi. Şarkdan gelen kâğıdlar içinde belki en çok kullanılanıdır.
Buhâra kâğıdı: Semerkand'da yapılan bu kâğıd nev'i üzerinde, iğne ile açılmış gibi delikler bulunur, bazılarında bu kusur yamanarak kapatılmışdır. Yapıştırıldığında fazla gevşeyip büyüdüğünden, levha yapılacak yazılarda az kullanılır. Âharli olanı tashîhe çok iyi gelir.
Alikurna kâğıdı: Bize Avrupa'dan gelen kâğıdlar, İtalya'nın Livorno limanından ihrâç edildiği için, oradan yollanan bütün kâğıdlara bu kelime Türkçeleştirilerek alikurna kâğıdı denilmiştir. Bunlar, ışığa tutulunca içinde görülen muhtelif su damgalarıyla (filigran) tanınırlar: Şapka, kartal, hilâl, makas, terazi, çiçek, koyun başı, öküz başı, çapa, balık, el, kalyon v.s… Büyük ve kalın olanlarına hünkârî veya sultânî alikurna denilir ki, bunlar filigransızdır, sadece aralıklı yol çizgileri görünür.
Hatâî kâğıdı: Üzerine rahat yazı yazılan bir kâğıd cinsi ise de, zamanla kırılacak kadar gevrekdir. Önceleri bu mahzûru anlaşılamadığı için, kullanıldığı nadide eserler sonradan parça parça kırılmış, bu yüzden terk edilmişdir.
Japon kâğıdı: Sâfi ipekden yapılan ve yırtılmak bilmeyen bu kâğıd, daha ziyade yırtılan kâğıdların tâmirinde kullanılır.
Kilisli Rif'at Bilge (1874-1953), XVII. asırda, İstanbul'a Şarkdan gelen kâğıd cinslerini, Nuruosmaniye K. 4949 numaralı Kâtib Çelebi'ye âid bir eserde gördüğünü kaydediyor (Gülzâr-ı Savab, s.83). Âdiden iyiye doğru sırayla, kâğıd cinsleri şunlardır: Haşebî (odun kâğıdı) * Dımışkî (Şam kâğıdı) * Semerkandî (Buhara kâğıdı) * Devletâbâdî (Hind âbâdisi) * Hatâî * Âdilşâhî * Harirî Semerkandî (İpek Buhara kâğıdı) * Nizamşahî * Kasım Begi * Harirî Hindî (Hind ipek kâğıdı) * Gûni-i Tebrîzî * Muhayyer. Biz, bu kâğıdların çoğunu -ismen biliyorsak da- tanıyamıyoruz.
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Prof. Uğur Derman
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.