Prof. Uğur Derman
27.01.2023
Prof. Uğur Derman
Hat San’atının Karacaahmed Kabristanı'ndaki Akisleri - 2
Tüm Yazıları

Hat San’atının Karacaahmed Kabristanı'ndaki Akisleri - 2

(Bu makālenin birinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)

Bugün Karacaahmed kabristanında en eski taş olarak Şeyh Hamdullah'ınki kabul ediliyor. Halbuki üstünde bulunan tarih eski olmakla beraber, taşın yazısı çok sonrasına âiddir. Yine Tuhfe-i Hattâtîn'e müracaat edersek (s.304, 414) şu malûmatla karşılaşırız:

"Şeyh Hamdullah kabir taşına isminin yazılmasını istememiş ve onun bu vasiyetine uyulmuş. Orası da "Şeyh Sofası" nâmıyla anılan bir mahal olmuş; Şeyh üslûbunu benimsemiş bulunan sonraki hattatlar da buraya defnedilmeyi istemişler. Şeyh Hamdullah'dan tahmînen birbuçuk asır sonra yaşayan ve Osmanlı Türk hat san'atına yeniden yön veren büyük isim Hâfız Osman (1642-1698), mesleğinde kendisine rehber edindiği bu müstesna şahsiyetin -duâya vesîle olsun diye- kabrinin bilinmesini istemiş ve onun ismini taşa yazmağa niyetlenmiş. Düşüncesini te'yîd için Aziz Mahmud Hüdayî'nin (1541-1628) dervişi Şaban Dede'den istihâreye yatmasını niyâz eylemiş (Bir mesele hakkında karar vermekde tereddüd hâsıl olursa, istihâreye niyet edilerek, buna mahsus namaz kılındıktan sonra uykuya yatılır; rüyada konuyla ilgili bir işaret zuhur ettiğinde ona göre hareket edilir. Geçmişteki dînî hayatımızda mühim yeri olan istihâre bugün pek az çevrelerce bilinip uygulanmaktadır); Dede'nin, rüyasında kabir taşının -kudret eliyle- koyu yeşil renkde yazılmış olduğunu görmesi karşısında bu teşebbüsünden vazgeçmiş. Ancak kendisiyle aynı yıllarda yaşayan Şahin Ağa isimli bir başka hattat (ö. 1701), yapılan îkazları dinlemeyip şeâmete uğramış, şimdilerde de mevcûd olan kitâbeyi yazdıktan bir hafta sonra ansızın vefat etmişdir. Hâsılı, bugün en eski taş olarak bilinen Şeyh Hamdullah'ın kitâbesi, 1701 yılına âiddir."

Hat san'atını öğrenmek isteyenlerle, Şeyh Hamdullah gibi bu sâhanın mûteber bir isminin kabri arasında kurulan şu Osmanlı geleneği de Tuhfe-i Hattâtîn'de bakın nasıl anlatılıyor (s.187):

"Hüsn-i hatta tâlib olan kimse, okuduğu Fâtiha'nın sevâbını Şeyh Hamdullah'ın rûhuna yolladıkdan ve onun meşklerinden elinde bulunan nümûneleri mütâlaa etdikten sonra yazı çalışmağa başlarsa, bunun feyzini, bereketini kısa zamanda görür. Yine bu maksadla, ağzı yeni açılmış birer sülüs ve nesih kalemi kâğıda sarılıp Şeyh Hamdullah'ın kabrinde toprağın iki parmak derinine salât ü selâm ve ihtiramla gömülse, bir cum'a gecesinden îtibâren bir hafta geçince, yine gömüldüğü vakitde çıkarıp da, her yazı meşkınin ilk satırlarını bu iki kalemle, sonrasını da başka kalemle sürdürürse, Şeyh Hamdullah'ın mânevî yardımları o hat talebesine erişir".

Tarihimizdeki kabir taşları iki cihetden incelenmeğe değer:

  1. Âid olduğu kimsenin şahsiyeti
  2. Kabir kitâbesinin değerli bir hattat eliyle yazılmış bulunması ve sâir tezyînî unsurları.

İlk maddeye bakılırsa, Karacaahmed Kabristanı'nın XV. yüzyıldan bu yana ne mertebede ehemmiyet taşıdığını belirtmeğe lüzum bile yoktur. İkinci maddeye göre kitâbeleri hüsn-i hat cihetinden değerlendirmezden önce, uzakdan okunabilecek kadar geniş ağızlı kalemle yazılan ve celî vasfıyla, ince olanlardan ayırd edilen celî sülüs ve celî ta'lîk hat nevilerinin ancak XIX. yüzyıl başından îtibâren tekâmülün zirvesine vardığını hatırlamalıyız.

Bu tekâmül, celî sülüsde Mustafa Râkım (1758-1826), celî ta'lîkde Yesârî Es'ad (ö.1798) efendilerle başlar. Onlardan sonra yetişen hat üstâdları, hep bu tarzı yürütmüş ve geliştirmişlerdir. Bu sebeble, aralarında mezar kitâbelerinin de bulunduğu en güzel celî hat örnekleri XIX. asırdan îtibâren görülür.

Her mezar kitâbesinin hüsn-i hat ile yazılmasına gayret gösterilmiş değildir. Hattâ, en mâruf kimselerin kabir kitâbelerinin alelâde yazıldığına tesadüf edilir. Buna mukābil, tarîhî şahsiyeti olmayan nicelerinin de, âdeta bir hat şâheseri sayılacak mezar kitâbelerine sâhib bulunduğunu görüyoruz. Belki, yazıyı yazan hat üstâdı ile kabirdeki merhûm veya akrabası arasındaki yakınlık, böyle bir san'at eserinin vücud bulmasına sebeb teşkil etmekdedir. Meselâ, celî yazının alemdârı sayılan Mustafa Râkım, Yazıcı Münif Efendi ve Reisü'l-küttâb Reşid Efendi'nin himâyelerini gördüğü için, onların kabir kitâbelerini bilhassa yazmış olsa gerekdir.

Kabir kitâbeleri, hattat tarafından celî sülüs veya celî ta'lîk yazı nevileriyle önce kâğıda yazılır. Sonra ucu iğneli âletle harflerin kıyılarında delikler açılıp kalıb denilen bu kâğıdın üzerinde kömür tozu çıkını dolaştırıldığında yazı iz hâlinde taşa geçer ve ince kalemle çizilerek tesbit edilir. Bundan sonrası taş kalemkârının işidir. Sabırla çalışıp, çelik kalemle -harflerin dikine pahını alarak- hattı birkaç mm'lik kabartma halinde ortaya çıkartmış olur.

Celî hattının tekâmülünden sonra, bu yolda yazılan kabir kitâbelerine Eyüb Camii hazîresi ve civarı, Fatih Camii ve Sultan II. Mahmud türbesi hazîreleri gibi XIX. ve XX. asırlarda işlerlik kazanan makberelerde daha sık rastlanır.

Karacaahmed Kabristanı'nda da böyle latîf kitâbeler bulunmakla beraber, işgal ettiği geniş sâhaya kıyasla buradakiler daha az sayıda kalmışdır. Yukarda sıralanan mahaller -hazîre oldukları için- tabiî bir korunma altındadır. Karacaahmed gibi ucu bucağı bulunmayan bir kabristan -hele yeni definlere de müsaade çıktığı için- talan edilip gitmişdir.

Meselâ Karacaahmed'deki Râkım hattı bir kitâbenin yok olması ve Ayrılık Çeşmesi'nde bulunan mezarlığın toptan kaldırılması üzerine, yolun karşı tarafındaki metrûk kabristanda bulunan üç Râkım taşını 1971 yılında Saraçhanebaşı'ndaki Türk İnşaat ve San'at Eserleri Müzesi'ne naklettirmek zorunda kaldık. Aradan kısa bir müddet geçtikten sonra buranın Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından Çelik Gülersoy'un (1930-2002) himmetiyle korumaya alınacağını bilseydik, bu nakle kalkışmazdık.

Karacaahmed'in hat cihetiyle örnek olacak kitâbelerinden bâzılarını sıralayarak yazımızın sonuna yaklaşalım:

Kabristanın Tunusbağı'na inilirken sol tarafında bulunan Siyavuş Paşa kabrinin 1099/1687 tarihli kitâbesi mâruf hattat Hâfız Osman'a (1642-1698) âid olup eski tarzdaki celî sülüse örnek olarak veriyoruz (Resim 1).

Son devrin baba-oğul iki büyük hattatı, Mehmed İlmî (1839-1924) ve oğlu Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer (1873-1946) de yine Tunusbağı'na inen yolun sağ tarafında ve Necmeddin Okyay'ın celî ta'lîkle 1958'de yazdığı kabir kitâbesinin altında beraberce yatmakdadırlar.

Bizdeki ilk kadın ressamlardan Müfide Hanım'ın (1882-1912) celî sülüsle 1330 tarihli kitâbesi de -aynı zamanda ressam olan- Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer'in celî sülüs hattı iledir (Resim 2).

Yine Duvardibi Kabristanı'nda (8. ada) bulunan Üstad Necmeddin Okyay'ın kabri ise onun şânına yakışmayacak bir zamâne taşıdır. Üstelik, "Necmeddin" (Dînin yıldızı) yerine "Necmettin" (İncirin yıldızı) imlâsının bu taşta kullanılması Okyay'ın hiç hoşlanmadığı bir harekettir.

Gümrük Emîni İshak Ağa'nın 1176/1762 tarihli ve Râkım öncesi üslubdaki celî sülüs kitâbesi de (Resim 3) Mehmed Emin bin Halil (ö.1784) isimli hattatındır. İshak Ağa'nın Beykoz'da yaptırdığı büyük çeşmenin ve Üsküdar Ayazma Camii'nin celî sülüs kitâbeleri de aynı zâtındır (Tuhfe, s.409).

Mustafa Râkım'ın celî ta'lîkle yazdığı 1226/1811 tarihli Miskinler Çeşmesi kitâbesi, Karacaahmed Kabristanı'na dâhil, fakat kabirle ilgisi olmayan bir şâheserdir (Resim 4).

Şimdi de celî hattının tekâmülü sonrasına âid ve bu iki yazı nev'inin şahsında son şeklini bulduğu Üstâd Sâmi Efendi (1838-1912) eliyle yazılmış iki kitâbeyi sıralıyoruz:

Bugün Karacaahmed Kabristanı'ndaki en mükemmel celî sülüs örneği olmak vasfını taşıyan Ali Refik Bey'e âid kitâbenin zırnık mürekkebi ile siyah kâğıda yazılmış kalıbı ve taşın aslı için bkz. Ömrümün Bereketi 3, s. 179.

İlmî olmak iddiası bulunmayan, fakat hissî tarafı ağır basarak kalemden dökülen şu yazıyı yine Ayrılık Çeşmesi Kabristanı'nda tamamlayalım: Tanzimat devrinin devlet ricâlinden ve şairlerinden İrfan Paşa'nın (1815-1888) celî ta'lîk kitâbesi de Sâmi Efendi'nindir (Resim 5, imzasız, 1306/1888 tarihli). Son olarak İrfan Paşa'ya âid şu irfanlı beyit de kulağımıza küpe olsun:

Müstakîmin yeri olsaydı eğer dünyada,

Serviler böyle mekābirde hırâm etmez idi

(Eğer dünyada doğruların yeri olsaydı, servi ağaçları böyle kabirler arasında dolaşmazdı!)

Prof. Uğur Derman

Resimaltları:


R.1- Siyavuş Paşa'nın Hâfız Osman'a âid celî sülüs kabir kitâbesi (1099/1687).


R.2- Ressam Müfide Hanım'ın Tuğrakeş Hakkı Bey tarafından yazılan celî sülüs kitâbesi (1330/1912).


R.3- İshak Ağa'nın celî sülüs kabir kitâbesi (1176/1762).


R.4- Mustafa Râkım hattıyla Miskinler Çeşmesi'nin celî ta'lîk kitâbesi (1226/1811).


R.5- İrfan Paşa'nın Sâmi Efendi hattıyla celî ta'lîk kitâbesi (1306/1888).

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Prof. Uğur Derman

Prof. Uğur Derman Diğer Yazıları