Arama

Prof. Uğur Derman
Aralık 10, 2021
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Bekir Sıdkı Sezgin (1936-1996), yirminci asrın ikinci yarısında, Yaradan'ın lutfu ve ihsânı olarak, tavrı ve icrâsı ile Türk mûsıkîsine yön veren muktedir bir sesin sâhibiydi (Resim 1).

Kendisiyle 1963 yılında tanışmak şerefine erdim. Hâlbuki, onun hayatını sürdürdüğü İzmir şehrinde bulunan Sıhhiye Yedek Subay Mektebi'nde askerlik hizmetimin ilk altı ayını 1961 senesinde geçirmiştim. Eğer o sıralarda böylesine mükemmel bir san'atkârın varlığından haberdâr olsaydım, kendisini ya İzmir radyo evinde arayıp bulur, yâhud mevlidhân olarak sıkça katıldığı cami mevlidlerinde tâkîb ederdim.

1963 yılı yazında, kendisi radyo programlarına katılmak üzere İstanbul'a dâvet edilmiş, sesini ve icrâsını beğenen Mes'ud Cemil Bey (1902-1963), onun neşriyâtına viyolonseliyle iştirâk etmiş. Yine onun takdîrkârı olan Niyâzi Sayın da Salacak sâhilinde tertiblediği akşam yemeğinde bizleri bir araya getirdi. 31 Temmuz 1963 akşamı Mes'ud Cemil, Haluk Recâî (Haldun Menemencioğlu, 1912-1972), Niyâzi Sayın, Necdet Yaşar ve bu satırların yazarı, geç vakte kadar orada Bekir Sıdkı ile berâber olduk. Mûsıkî icrâsından ziyâde, ince nüktelerle örülmüş bir musâhabe, bu toplantıya hâkimdi.

Bekir Sıdkı'yı bir daha görebilmem için aradan yılların geçmesi îcab etti. Ercüment Berker'in (1920-2009) yerinde ısrârıyla 1976 senesinde İstanbul'a naklederek Devlet Türk Mûsıkîsi Konservatuarı'na üslûb hocası olan san'atkârımız, aynı senenin 11 Temmuz akşamı İstanbul Festivali çerçevesinde bir konser verdi. Topkapı Sarayı'ndaki bu mes'ûd faaliyete katılanlar arasında bulunduğum için kendimi bahtiyâr sayarım.

O gece programın muhtevâsı ve güzîde bir saz hey'eti refâkatinde Bekir Sıdkı'nın icrâsı beni aşırı derecede heyecanlandırdı. Ertesi günü kendisine şu mektubu yazıp gönderdim:

12 Temmuz 1976

Aziz Bekir Sıdkı!

Sen hakîkaten azizsin. Dün akşam eserlerini tegannî ettiğin ve etmediğin niçe esâtizenin rûhâniyeti 'fem-i muhsin'inden dökülen nâğmeleri duymak için -en şa'şaalı tarihimizi görmüş olan- Bâbü's-Saâde'nin önünde toplandılar. Hele hele, Sultan Selîm-i Sâlis Efendim Hazretlerini, her besteden sonra sana: "Sad-hezâr âferin eyâ Bekir Sıdkı Efendi!" hıtâbıyla seslenirken duydum, ağzına dürr ü güher doldururken gördüm, desem yeridir.

İstanbul'a bu ilk seslenişin, doğrusu şahsına ve san'atına en ziyâde yakışan bir mahalde oldu. Dün akşam, sen, sun'-ı İlâhî'den bir portre idin. O koca Saray da sana şâhâne bir çerçeve olmuşdu.

Kalabalıkda gelip tebrîk edemedim. Onun için bugün yazıyorum. Allah seni bu millete bağışlasın, kem nazardan korusun. Daha böyle bir çok mûsıkî meclisine -senin âşıkāne okuyuşunla, bizim de sâdıkâne dinleyişimizle- erişmemizi Rabbimden niyâz eder, gözlerinden ve ellerinden öperim, muhterem ve muhteşem san'atkâr, vâr ol!

Kadîm duâcın: Uğur Derman

Aradan bir hafta kadar geçti. O yıllarda Ayaspaşa semtindeki Gümüşsuyu Eczâhânesi'nde mesleğimle meşguldüm. Bir sabah, kapıdan içeri mütebessim çehresiyle Bekir Sıdkı dostum girdi ve: "O mektuba yazı ile cevap verilmez, bizzat gelinerek teşekkür edilir" sözleriyle beni takbîl eyledi.

Kendisiyle vefâtına kadar râbıtamız hiç kaybolmadı. Dinleyene haz veren okuyuşuyla rûhumuzu dinlendiriyordu. Bekir Sıdkı, Türk mûsıkîsine önce dînî tegannî ile dâhil olmuş, sâhasını tedrîcen genişleterek ufkunu açmıştı. Şu farkla ki, eski hâfızların lâdînî icrâlarında dînî tesîrler açık olarak hissedilir, bu da bir nakîsa sayılırdı. Oysa Bekir Sıdkı, her iki tarzı birbirinden kesin bir şekilde ayırarak san'atını ortaya koyardı.

Konserlerinde ve toplantılarında sürüp giden yakınlığımızın güzel başlayıp korkulu biten bir sahîfesi vardır ki, onu da yazmalıyım: 1984 yılının nisan ayı başlarında Tanbûrî Necdet Yaşar ve Bekir Sıdkı ile Konya'ya berâberce gittik. Bu şehirdeki iki konser dışında tadı damağımızda kalan ev meclislerine katıldık (Resim 1). Ben de hat san'atına dâir iki konferansımı verdikten sonra, akşam bizleri istasyondan bir güzel uğurladılar. Lâkin efendim, ertesi sabah uyandığımızda tren İstanbul'a yaklaşıyordu. Her hâlde Gebze'yi geçmiştik, henüz "beyne'n-nevm ve'l-yakaza" (uykuyla uyanıklık arası) hâlinde olan Bekir'in başına dikilmiş ve: "Ne uyursun, ne uyursun; bu uykudan ne bulursun?" türküsünü çatlak sesimle okumağa başlamıştım ki, ilerden bomba gibi bir patırtı duyuldu ve birden hissedilen kuvvetli sadme ile Bekircik belini, ben kafamı bir yerlere çarptım. Yanda eğilmiş, ayakkabılarını bağlamakta olan Necdet Yaşar ise başını incitmekle beraber, bir de tanburun göğsünün kırıldığını anlayınca çok üzüldü. Meğerse, bir makas hatâsından rayların azizliğine uğramışız. Çarpışmanın şiddetinden bâzı vagonlar raydan çıkıp göğe doğru dikilmişlerdi. O hâlimizi gösteren bir resmi de seyâhatimize iştirak eden Hasan Âli Göksoy (1939-2010) kardeşim tesbît etti (Resim 2). Demiryolunun üzerinde yarı ekşi bir yüzle sebîlhâne bardağı gibi dizilişimiz, kazâdan hemen 10 dakika sonra henüz kendimize gelemeyişimizden olsa gerektir! Neyse, bir taksi ile İstanbul'a erişip Maltepe'deki evine bıraktığımız Bekir Sıdkı'nın bel rahatsızlığı ilerdeki günlerde onu haylı zorladı; bizler ise -şükürler olsun- kısa zamanda toparlandık.

Bekir Sıdkı isimli bu müstesnâ insanın bir za'afı vardı: Sigara. Her karşılaşmamızda sigara ibtilâsından vazgeçmesi için: "Sen kendinin değil, milletin malısın. Vaz geç bu ibtilâdan" derdim. Cevâbı: "İp inceldiği yerden kopar" olurdu. İşte o ip çok erken, henüz altmış yaşındayken koptu. Vefâtından 25 yıl sonra ondan kalan icrâlar ve bestelediği eserler ile tesellî bulmağa çalışıyoruz. Rahmetullâhi aleyh…

Prof. Uğur Derman

Resim 1: Bekir Sıdkı Sezgin'in gençlik resmlerinden…

Resim 2: Bekir Sıdkı Sezgin'in 1984 yılında Konya'dayken çektiğim resmi.

Resim 3: Tren kazasından sonra Necdet Yaşar, Bekir Sıdkı ve baba-oğul Derman'ların hâl-i pür-melâli.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN