Arama

Mustafa Özcan
Aralık 12, 2022
Ümmetin safa halini yakalaması

Kargaşa ortamında fikir üremediği gibi birlik ve beraberlik ruhu da yakalanamaz, zemini de temin edilemez. Hazreti Ali başka bir ortamda yaşasaydı başarı, yaveri olurdu. Demek ki Hazreti Ali'nin karşılaştığı talihsizlik kendi ürünü olmayıp şartların ürünüdür. Bu nedenle de Salahaddin Eyyübi konusunda en muhteşem çalışmayı yapmış olan Macid Arsan Geylani, fethin olgun bir iklimin mahsulü olacağını söyler. Hakeza Zehare Cilu Selahaddin Hakeza Adet el Kuds (Salahaddin Nesli Böyle Zuhur Etti, Kudüs Böyle Geri Alındı) adlı eserinde fethin asude ve dingin iklime bağlı olarak gelişeceğinin altını çizmiştir. Çelişki ve kargaşadan beslenen toplumlar birbirinin boğazını sıkar ve kendi arasında iç barışı temin edemez. İç barış olmayınca da dış fetih müyesser olamaz. Sadece afaki ve toplumsal anlamda sefa hali değil aynı zamanda enfüs dairesinde de sefa hali yakalanmalı ve iç barış gibi deruni barış da temin edilmelidir. Aksi halde ihtilaf hali her zaman huzursuz bir iklimi besleyecektir. Bu itibarla fethin öncüllerinden ve öncü şartlarından birisinin sefa halini iktisap etmek ve kazanmak olduğu izahtan varestedir. Bunun kaybedilmesinin yolları olduğu gibi kazanılmasının yolları da vardır. İhtilaflı meseleler vardır lakin bunların kaşınması suretiyle büyütülmesi toplumsal uyuşmayı zedeler. Uyuşma yerine ihtilafları körükler, besler. Böylece birlik ve beraberlik rüzgarı dağılır. İç gaileden dış gaileyi düzeltmeye vakit ve enerji kalmaz. Bir ayet de bunu teyit etmektedir: "Allah'a ve Peygamber'ine itaat edin ve çekişmeye girmeyin. Yoksa gücünüz, devletiniz gider. Sabredin. Allah sabredenlerle beraberdir" (Enfal: 46).

Günümüze kadar akisleri devam eden eski bir tartışma vardır. İhtilaflı meseleleri kurcalamak, kaşımak, eşelemek ya da yaygınlaştırmak ne derece doğrudur? Bediüzzaman'ın ifadesiyle batılı tasvir saf zihinleri idlal eder. Zihin duruluğunu ve gönül sefasını bozar, alıp götürür. İç çatışma hali insanı huzursuz eder. Nitekim bu tartışmanın akisleri günümüzde de devam etmektedir. Bülent Şahin Erdeğer'in bir twitter mesajı üzerine Hubeyb Öndeş isimli takipçisi şöyle bir serzenişte bulunuyor: Abi rica ediyorum malum şahsın reklamını yapmayın, biliyorum reddiye amaçlı yapıyorsunuz ama yapmayın! İnsanlar, sunulan bilgiye değil; sunuş şekline bakarak bir yargıya varıyor. Reklamın iyisi kötüsü olmaz, reddiye yaparak, bilmeyenlerin de bilmesini sağlamayın. Kısalığına rağmen bu mesaj veya karşı tweet aslında bizim söylemek istediklerimizi özetlemiştir.

İmam-ı Gazali 'el Münkizu Mine'd Dalal' adlı otobiyografisinde tam da bu konuya temas etmektedir. İmam Ahmed Bin Hanbel ile Haris el Muhasibi'nin tartışmasına ayna tutmakta ve meseleyi analiz etmektedir. Sufilerin ileri gelenlerinden ve Gazali'nin de seleflerinden olan Muhasibi, Mutezile ileri gelenlerine cevap vermekte, polemik yapmaktadır. Ahmed Bin Hanbel buna itiraz etmektedir. 'Şuyuu vukuundan beterdir' dedikleri gibi bu tartışmanın alevlenmesinin Mutezile'nin tezlerinin daha geniş kesimlere ulaşmasına hizmet edeceğini ve buna binaen doğru olmadığını söylemektedir. Onun yerine Ahmed Bin Hanbel'e cevap vermek Gazali'ye kalır ve onların karşılıklı yaklaşım ve mütalaalarını muhakeme ederek şöyle bir sonuca ulaşır: Şayet Mutezile'nin tezleri dar bir dairede kalmış olsaydı buna cevap vermek, yetiştirmek intişarına hizmet edebilirdi. Mahzur irtikap edilmiş olurdu. Lakin bu mesele dallanıp budaklandı ve geniş kesimlere ulaştı, yayıldı ise buna cevap vermek gerekir. Yine Gazali'nin vurguladığı gibi ilmi kelam deva gibidir ve devanın fazla kullanılması zehir hükmüne geçer. Ulemanın ifadesiyle fıkıh gıda gibidir kimseye zarar vermez lakin kelam ilaç gibidir fazlası zarar verebilir. Tekrar Ahmed Bin Hanbel ile Muhasibi'nin tezlerine gelecek olursak: Ahmed Bin Hanbel 'halku Kur'an / Kur'an-ı Kerim'in yaratılmış olduğu' tezi yüzünden mihne veya çileye maruz kalmıştır. Pekala! Bu Mutezile'nin tezidir benim cevap vermem veya itiraz etmem doğru olmaz diyebilirdi. Ama öyle yapmamış herkes tarafından bilinen ve devletin de taraf olduğu ve benimsediği tezi reddetmiştir. Demek ki sonunda zorunlu olarak Muhasibi'nin yoluna sapmıştır. Dolayısıyla keyfi cevaplar değil zorunlu cevaplar esastır.

Ahmed Bin Hanbel'in amacı ihtilaflı noktaları kurcalamak, kaşımak değil bilakis kontrol altında tutmaktır. Bir adam Ahmed Bin Hanbel'in huzuruna gelir ve ihtilaf alanına dair bir kitap kaleme almak istediğini söyler. Ahmed Bin Hanbel itiraz etmez ama müspete doğru yönlendirir. Derki adını 'kitabu ihtilaf' koyma bilakis 'Kitabu's Sia' yani genişlik kitabı koy der (https://al-sharq.com/opinion/ 20/01/2017/).

Zaten alimler ihtilafı, mezmum veya memduh olarak iki sınıfa ayırır ve iki kısımda ele alırlar. İhtilafu tenazu yani çekişme ihtilafı ile ihtilafu tenevvü yeni çeşitlenme ihtilafı. Mezmum olan, çekişme veya tefrikaya götüren ihtilafıdır. Bu anlamda mezhep tarihçileri fırka ile tefrika alanı ile ameli mezheplerin alanını ayırmışlardır. Akait alanında fırka, cemaatü'l Müslimin ya da sevad-ı azam olarak mümkün mertebe tek olmalıdır. Ameli mezheplerin çok olmasında ise hiçbir sakınca, mahzur yoktur. Hatta Abdülvahhab eş- Şarani'nin "Mizan el Kübra" adlı eserinde ortayı koyduğu gibi bu fıkıh alanındaki ihtilaf dairesine kimisi musavvibe kimisi de muhattie demiştir. Bu alanı değerlendirenler iki kısma ayrılmışlardır. Birinci kısım bütün müçtehitlerin farklı görüşlerini isabetli görmüştür. Kimisi de ayrım gözeterek tek bir görüşün doğru olduğunu ve diğerlerinin yanlış olduğunu öngörmüştür. Genellikle ihtilaflar tefrika nedeni olmaz ihtilaflara taraf olanlar çekişme alanı üretirler. Yani ihtilaflar kişi veya zümreler tarafından istismar konusu edilebilir.

İhtilaf alanlarını kapatmak, daraltmak veya müspet yorumlamak kargaşayı dindirmektir. İmam Şafii şöyle demiştir: "Mezhebuna sevabun yehtemilu'l hata ve mezhebu muhalifuna hateun yehtemilu'l sevab." Mezhebimiz doğrudur lakin yanlış olma ihtimali varittir. Muhalif mezhep/görüş hatalıdır ama doğrulanma ihtimali de vardır.

İhtilafların çekişme alanı olarak surda gedik açma ihtimali vardır. Bunun için ihtilaf olsa bile Ahmed Bin Hanbel'in yaptığı gibi bunu olumlu zemine çekmek gerekir. Genişlik ve rahmet vesilesi olarak ele almak gerekir. Tenevvü yani çeşitlenme veya rahmet ihtilafının alanıyla alakalı birçok kitap yazılmıştır. Bunlardan birisi de "Rahmetü'l ümme fi ihtilafi'l eimme" kitabıdır. İbni Teymiye'nin de bu alanda 'Ref'ül Melam Anil Eimmetil A'lam' adlı kitabı da vardır. Bediüzzaman da fıkıh alanındaki ihtilafları Elbani ekolünden f arklı olarak rahmet vesilesi veya genişlik olarak görmüştür. Ayrılık-gayrılık ya da şikak kabilinden görmez. Bununla birlikte genellikle müspet görmediğinden veya dava yöntemine zararlı verdiğine inandığından ihtilaf alanına girmekten kaçınır. Çünkü mira veya çekişme yoluyla isabet edilse bile bu tedavi şekli sineleri yaralar ve kardeşlik ruhunu zedeler. Bu nedenle medar-ı ihtilaf alanları dar dairede kalmalıdır. Ebu Hanife'nin oğlu Hammad'ı uyardığı gibi münakaşa erbabında karşı tarafı tekfire götürme 'şehveti' ağır basar, baskındır ve onun dürtüsü altında hareket ederler. Hakkı aramak ve bulmak pek niyetlerinde yoktur. Karşıdakini ilzama şartlanmışlardır. Bu hem dinen hem de ahlaken zemmedilmiştir.

Şeyhülislam Mustafa Sabri gibi zevat ise cedel ve kelam vadilerinde gezindiklerinden bundan pek fazla kaçınamazlar. Bu alanla meşbu bulunduklarından Mısır günlerinde kalem münakaşalarına girer. Bediüzzaman bu tartışma ve cedel üslubunun davet alanında pek faydalı olamayacağını görür ve sefa halini bozacağını düşünür. Birlik ruhunu zedeleyebileceğini fark eder. Maksat üzüm yemek olduğundan bu alana mesafeli durur.

Bediüzzaman'ın bu meseleye dair yaklaşımını nazara veren en önemli kesitlerden birisi Ali Özek ve beraberindeki talebe heyetini kabul ettiğinde sarf ettiği sözlerdir:

"Sizin gelmeniz çok iyi bir tevafuk oldu. Safa geldiniz. Mısır'dan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi bana bir kitabını göndermiş ve Risale-i Nur Külliyatı içinde neşrini istiyor. Fakat Risale-i Nur külliyatı içinde neşrine müsaade yok. Çünkü kitabının içinde çok ihtilaflı meseleler var. Risale-i Nur Külliyatı'nın meşrebi ittifaktır. İhtilaf meşrebi değildir ve yeri yoktur. Benim çok selâmımı götürün. Yine de kitabının başım üstünde yeri vardır. Bunları aynen söyleyin."

Dava, ihtilafların ortasında değil dingin ve asude bir iklimde yeşerir, meyve verir. Cedel veya münakaşa ise son çare olan dağlamak gibidir. Elbette polemiklerin de yeri vardır ama bu dava alanı değildir. Son kertede polemik şefkat değil şehvet mesleğidir. Hakkı arama, bulma, ayağa kaldırma adanmışlığı değil, galip gelme şehvetidir. Tartışma alanında ilzam mesleğini esas alır. İman yolunda ise münhasıran ikna yöntemi fayda verir. Polemikle din öğrenilmez ancak bilgiç olunur.

Nasıl ki, altmış küsur şubesi olan imanın en hafif mertebesi yoldan eza ve cefayı çekmek, kaldırmak ise birlik yolundan da ihtilafı tefrikayı kaldırmak en elzem bir görevdir.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN