Arama

Mustafa Özcan
Kasım 10, 2022
Hazreti Ali düşünür ve yazar mıydı?

Bir Arapça tweette CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroglu'nun Hazreti Ali'yi bir düşünür olarak andığını, tasvir ettiğini, tanımladığını ötesinde kitapları olduğunu söylediğini gördüğümde gözlerime inanamadım, elbette yadırgadım. Elbette düşünür olmasında ve kitabı olmasında hakikat payı var. Lakin bu tanımlamalar kamil ve külli hakikati aksettirmiyor. Şöyle ki, elbette Hazreti Ali düşünen birisidir. Lakin onu düşünür olarak ifade etmek başka çağrışımlar yapar. Bu, İslam kahramanlarını laikleştirme akımı olarak da bilinen Mahmut Abbas Akkad'ın 'abkariyat / dahiler' serisi içinde değerlendirilmesini akla getiriyor, hatırlatıyor. O seri altında İslam kahramanları sekülerleştirilmiş veya arzileştirilmiştir. Vehbi alan kesbi hale getirilmiştir. Dolayısıyla bu herkes onlar gibi olabilir demektir. Çalışırsan olursun. Külliyen yanlış. Burada 'vermeyince mabut neylesin Mahmut?' deyimi geçerlidir. Kılıçdaroğlu'nun ilgili ifadeleri doğruluk içinde yanlışlık barındırmaktadır. Hazreti Ali'yi düşünür olarak tanımlamak elbette pozitif bir yaklaşımdan hali değildir lakin onun konumunu karşılamaz. Hazreti Ali olumlu sıfatlar bütünüdür. O ilmin kapsıdır, şah-ı velayettir ve Allah'ın aslanıdır. Bunların bileşkesini ifade etseydi toparlayıcı ve kuşatıcı bir dil kullanmış olurdu. Modern bir dil kullanarak bunu fevt etmiş yani kaçırmış oldu. Sahabelerin mecmuu olarak Asr-ı saadet aslanlar diyarı ve yatağıydı. Halit Bin Velid, Saad İbni Ebi Vakkas ve Ebu Ubeyde Bin Cerrah ile birlikte ve onlardan da ileri olmak üzere Hazreti Ali Allah'ın aslanıdır. İmam Nesai gibiler bu hususta hasaisini yani özelliklerini yazmışlardır. Birinci sınıf bir muhariptir. Belki hepimiz bir zamanlar Hazreti Ali cenkleri ile büyüdük. Hazreti Ali düşünür olarak denemeleri kaleme alan bir Michel de Montaigne değildir. Bu düşünürleri küçümsüyor değiliz. Ama makamlarını aynileştirmeyiz de. Bu arada, Abbas Mahmut Akkad'dan bahis açılmışken hatırlatalım. Onun 'tefekkür İslami bir farizadır' yani ödevdir başlıklı bir eseri bulunmaktadır.

Tek yönlü olarak mütefekkirler çok yönlü Hazreti Ali'ye denk değildirler ve ona nazaran makamları eksik bir mertebe ve makamdır. Hazreti Ali düşünür olmaktan ziyade düşünceli birisidir. Üzerine yüklenen onca sorumluluk gereği böyledir. Her yerden patlak veren toplumu adaletle yönetmesi gerekiyordu. Çekişme ve kaht-ı rical devresine yakalanmıştır. Hazreti Ali yönetimi devraldığı ortamı iyi biliyordu. Bu nedenle 'sizin için vezir olmam baş olmamdan iyidir' diyordu. Bir adam Hz. Ali'ye (RA): "Hz. Ebu Bekir ve Ömer dönemlerinde kargaşa yoktu. Sizin döneminizde ortaya çıktı, hikmeti, sebebi nedir?" diye sorar. Hz. Ali (RA): "Çünkü Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (RA)'in danışmanları bizdik lakin bizim onların sahip oldukları gibi danışmanlarımız yok, sizin gibilere kaldık" demiştir. Bu çok izah edici bir anekdottur.

Yoksa fildişi kulesinde düşünce üretiyor değildir. Gerektiği zaman gerektiği kadar konuşmuştur. Çevresi tarafından tam anlamıyla anlaşılamayan yalnız bir adamdır. Hazreti Ömer'den beri büyüyen fitnelerle boğuşmak zorunda kalmıştır. Cenk meydanının aranan eri olarak çarpışmak, fitnelerle boğuşmak karşısında çelik çomak oynamak gibidir. Hazreti Ali dahili iptilalara maruz kalmıştır. Bu fitneleri ve Hazreti Ali'yi okumakta ve değerlendirmekte ümmet iki kanada ayrılmıştır. Siyaseten birisi ifrat diğeri de tefrit makamına düşmüştür. Çalkantılı ve dalgalı bir dönemde yalnız başına ümmetin gemisini kayalıklara bindirmeden sahili selamete çıkarmaya, erdirmeye gayret etmiştir. Lakin şartlar namüsaittir. Fitneler denizinden geçmiş bu nedenle de sakil bir miras devralmış ve sakil bir miras devretmiştir. Bu onun suçu ve kabahati değildir. Birden fazla aksiliğin bir araya gelmesi nedeniyledir.

2012 yılında yaptığı bir konuşmasında Hazreti Ali'den isim vermeyerek bir 'düşünür' olarak bahsetmiştir. 2022 yılında ise bu düşünürü şükür ki açık etmiştir ve kendinde Hazreti Ali deme cesareti bulmuştur. Hiç yoktan iyidir ve bir gelişmedir. Bir düşünür olarak Hazreti Ali'nin 'bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum' dediğini de hatırlatmıştır. Hazreti Ali aynı zamanda raşidin sınıfından yani birinci sınıf bir İslam halifesidir.

Kemal Kılıçdaroğlu Hazreti Ali'nin kahramanlığını gizlemeye çalışmıştır. Hazreti Ali'nin yalın kılıç bir İslam fedaisi olduğunu reddedeceğine kendi soy ismini yani Kılıçdaroğlu ifadesini değiştirsin. Akla bu tür çağrışımlar getirmektedir. Şöyle demektedir: Hazreti Ali'yi düşünen bir insan olarak, bir düşünür olarak görmezsiniz de sadece elindeki kılıçla onu anarsınız, tanımlarsınız. Hazreti Ali yüreğinde insan sevgisi taşıyan, barındıran kimsedir ve kılıç en son akla gelecek şeydir. Bu ifadelerin kodlarını okuduğumuzda tam olmasa bile yine de bir parça bizi Papa 16. Benediktus'un dünyasına ve söyleminin parantezine götürür. Tarihte ilk istifa eden papa olan 16. Benediktus ne demişti: Allah aşkına bana söyleyin Muhammed kılıçtan başka ne getirdi ki? Kılıçdaroğlu da Hazreti Ali'yi kılıçla anmayın diyor. Papa zırvalamıştı. Kılıçdaroğlu da bu algılar karşısında kendince Hazreti Ali'yi aklamaya çalışıyor. Lakin Hazreti Ali'nin bu tür savunmaya ihtiyacı yoktur. Hazreti Peygamberi başında bomba ile çizen kimi küstah Batıllara ne anlatacaksınız? Elbette aynı zamanda Hazreti Ali yufka yürekli, insan sever, incelik timsali bir insandır.

Özetle, bu yaptığı doğru bir Hazreti Ali okuma ve tanımlama biçimi değildir. Alevilikle de ilgili değildir ve modern bir algı bozukluğudur.

Hazreti Ali'nin kitabı var mıydı? Doğrusu Hazreti Ali'nin vecizeleri ve özlü sözleri vardı. Hazreti Ali, Sokrat gibi özlü sözler söyleyen bir er kişi ve kişilikti. Hutbeleri daha sonra Nehcu'l Belağa ismiyle kitaplaştırılmıştır. Oturup Hazreti Ali kitap veya kitaplar yazmamıştır. Hazreti Ali'nin kimi konuşmalarından oluşan kitabı Şerif er-Radî derlemiştir. Elbette bazı Sünni kesimlerde bu hutbelerin sıhhatine dair kuşkular vardır. Ali Şeriati'nin dediği gibi bazı Şiiler de Farsçaya çevirisinde içine olmayanı (des) katmışlardır. Tercümesini bilerek tanrif etmişlerdir. Kitap, Hazreti Ali'nin Konuşmaları olarak da bilinmektedir. Muhammed Abduh gibi alimler tarafından kapalı ifadeleri izah edilmiştir. Nehcü'l Belaga'ya ağır bir dil hakimdir. Hazreti Ali müellifi değildir. Aksi takdirde Hazreti Peygamber için de 'müellif' demek zorunda kalırız. Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarının üzerinden Hazreti Peygamberi yazar sınıfına sokarız. Hadisler yani sözler hazreti peygambere aittir derleyenler ise muhaddislerdir. Hutbeler de Hazreti Ali'ye ait olmakla birlikte onu derleyen Şerif er Radi'dir.

Hasılı kelam, Klıçdaroğlu'nun Hazreti Ali tanımlaması yersizdir, kabul edilemez. Din diline aşina olmadığından hatta yabancı olduğundan seküler ve modern bir dil kullanmış ve asırları birbirine katmıştır.

Siyaset yapan birisi için bu en azından bir kusurdur ve eksikliktir. Bu ifadeleri kullanması da o taraklarda bezi olmadığını göstermektedir. Aidiyeti, muhakemesi ve elenmesi yapılmış bir aidiyet değildir. Sünni olsun Alevi olsun siyasetçilerin Hazreti Ali'yi daha yakından ve gerçek kimliğine ve portresine uygun tanımaları gerekir. Aksi halde yatağından sapmış anakronik bir tanıma ve tanımlama olur. Bilhassa siyasetçilerin konuşmalarında daha özenli olmaları beklenir. Danışmanları yoksa, hemen edinsinler.

O yönde ikmal ve tekmile ihtiyaç var.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN