İslamofobi (I): Tarihsel kökleri
İslamofobi, İslam korkusu demektir. Bununla birlikte sosyolojik olarak yabancılar ve ideolojik olarak ötekiler olarak görülen Müslüman dünyaya karşı içinde yabancı-öteki düşmanlığını (Zenofobi), İslam karşıtlığını (anti-İslamism) ve hatta İslam ve Müslümanlardan nefreti (İslamodium) taşıyan bir içeriğe evrildi. Müslümanları şiddetin sembolüne dönüştüren bir algı operasyonu haline geldi. İslamofobi kavram olarak son yüzyılda ortaya çıktı. 1925 yılında Fransız mühtedi Etienne Dinet ile Slima Ben İbrahim isimli yazarların birlikte kaleme aldığı "Acces De Delire Islamophobe" (İslamofobi Hezeyanı) başlıklı metinde kelimenin ilk defa kullanıldığı tahmin ediliyor. Yakın tarihte ise soğuk savaşın ardından İslam düşüncesi ve dünyası Batı tarafından yeşil tehlike adıyla öteki olarak konumlandırıldı. Ardından son on yıllarda terörle de özdeşleştirilerek medyanın etkisiyle oldukça arttı.
Günümüzdeki bu korku, öfke ve düşmanlığın temelinde Hristiyanlık – İslam karşıtlığı vardır. Burada konunun dini – tarihi kökeni ile ilgili bazı hususlara işaret edilecektir. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) vefatından yarım asır sonra büyük bir dini ve siyasi güç haline gelen İslam'la karşılaşan Hristiyan dini düşüncesi çözümler aramak yerine, İslam'a ve onun temel unsurları olan Kur'an ve Hz. Peygamber'e (s.a.v.) karşı tahrip edici bir imaj oluşturmaya kalkışmıştır. Bu nedenle Hıristiyanlık tarihi karşımıza izleri günümüzde dahi devam eden korkunç bir polemik ve karalama geleneği çıkarmıştır. Tarih boyunca Hristiyan düşüncesinde Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayatı üzerine yapılan çalışmaların hemen hepsinde amaç Muhammed gibi bir insanın Tanrı'nın peygamberi olmasının mümkün olmadığını ispatlamak olmuştur. Bu minvalde kullanılan en temel argümanın ise Hz. Peygamber'in (s.a.v.) "dünyevî" vasıfları ile İsa'nın "uhrevî" doğasının birbiriyle çatışması iddiasıdır. Hıristiyan ilahiyatının İsa'yı nübüvvetin kalıplarını aşan bir şekilde Tanrılaştıran uluhiyet yaklaşımı, diğer peygamberleri, özellikle de Hz. Peygamber'i (s.a.v.) ve onun siyasi ve askeri kişiliğini algıda problemler üretmiştir. Teorik açıdan durum böyle olmakla birlikte, ortaçağ boyunca Hıristiyan dünya tarafından sürdürülen karalama, iftira ve hakaret içeren kampanyalar bu algıda daha belirleyici rol almıştır.
Orta çağ boyunda Hıristiyan dünyada hâkim olan İslam algısının ve İslam karşıtı teolojik polemiklerin en önemli temsilcisi, Hıristiyanlara göre Doğu'nun son kilise babası kabul edilen Yuhanna ed-Dımaşkî'dir (m.649-749). O, İslam'ı, Hıristiyanlığın içinden çıkmış sapık (heretik) bir mezhep olarak nitelemiş, özellikle iddialarını Hz. Peygamber (s.a.v.) hakkındaki iftiralarına dayandırmış ve kendince İslam'a eleştiri getirmiştir. İslam'ın zuhurundan yaklaşık bir asır sonra Hıristiyanlardan İslam'a ilk reddiye yazan kişi olan Dımaşkî, İslam'la ilgili görüşlerini önce Kudüs patrik yardımcılığı, sonra da Hz. İsa'nın kabrinin bulunduğuna inanılan Kıyame Kilisesi papazlığı görevleri sırasında yazmıştır. Dımaşkî, Hz. Peygamber'i "sahte peygamber" olarak nitelemiş, şans eseri Eski ve Yeni Ahit'i görüp ve de Aryan/Ariusçu din adamı (Bahira) ile karşılaştığı iddiasıyla kendi sapık mezhebini kurmuş biri olarak yansıtmıştır. (Peri Aireseos / De Haeresibus'un 100. Bölüm).
Dımaşkî, İslam'ı "insanları din değiştirmeye zorlayarak değil, kandırarak yayılan bir din" olarak itham etmiştir. Halbuki ileriki asırlarda kılıç yoluyla yayıldığı iddiası ağır basacaktır. Yine Dımaşkî, kendi kitaplarında Hz. Muhammed'in geleceği ile alakalı hiçbir bilginin bulunmadığını iddia etmiş, ayrıca Hz. Peygamber'i, ortaçağ boyunca sürdürülen ve günümüzde de hala etkisini gösteren, şehvetperest bir kişi olmakla itham etmiştir. Ki bu iddia halihazırda dahi Batı'da Hz. Peygamber üzerine yazılan eserlerin hemen tamamında istismar edilen bir husus olmuştur. Orta çağda Hz. Peygamber'i Kur'ân ve İslam'a karşı polemikçi tutum takınan yazarlar konusunda uzman olan Paul Khoury'e göre Dımaşkî, daha ilk yüzyıllardan itibaren Müslüman-Hıristiyan diyalogunun nefret üzere bina edilmesinde önemli rol oynamıştır.
Batı'da XIII. Yüzyıldan itibaren yazılan lirik edebi şiirlerde Hz. Peygamber hakkında pek çok iftira yer almıştır. Bunların en meşhuru ünlü İtalyan şair Dante Alighieri'dir (1265-1321). İlahî Komedya (The Divine Comedy) adlı şiir kitabında Hz. Peygamber'i (s.a.v.) ve Hz. Ali'yi cehennemin en alt tabakalarından birinde azap çekiyor şekilde tasvir etmiştir. İddiasına göre Hz. Muhammed'i (s.a.v.) haşa 'bir fitneci ve fitne tohumunu eken bir kimse olduğu için cehenneme yerleştirmiştir. Annamaria Schimmel, bu tutumun, dünyada Hıristiyanlıktan sonra nasıl İslam gibi büyük bir dinin ortaya çıktığını anlayamayan Hıristiyan çoğunluğun görüşünü yansıttığını söylemiştir.
Rönesans dönemi literatüründe İslamiyet, Türklerin dini olarak algılanmış ve Hz. Peygamber bu bağlamda konu edinilmiştir. Martin Luther (m.1483-1546), Türkleri Tanrı'nın papayı cezalandırmak üzere gönderdiği bir "bela" ve "şeytana tapıcılar" olarak tanıtmış, onlardan kurtulmak için dua etmiştir. Aynı şekilde Fransız düşünür Blaise Pascal (m.1623-1662) temel düşüncelerinin on yedincisini "Muhammed'e karşı" diye adlandırmış, "İsa, Muhammed'in olmadığı her şeydir. Muhammed gelmesi ön görülmeyen, hiçbir mucize ortaya koyamamış… bir kişidir" demiştir; "Muhammed insani başarı yolunu tutmuşken, Mesih İsa ise insanlık için öldü" diyerek İslam'ın toptan reddini içeren fikirler serdetmiştir. Bu dönemdeki algıda, Hz. Muhammed, Türklerin peygamberi ve Kur'an müellifi sayılmış, bu durum Katolik ve Protestanlar arasında polemik konusu olarak kullanılmıştır. Katolikler, Protestanları o günün Müslümanları ve Hz. Peygamber'in takipçileri olarak nitelendirmeleri üzerine, onlar da bu ithamdan kurtuluşu Resul-i Ekrem(s.a.v.) ve İslam hakkında ağır itham ve iftiralarda aramışlardır. Batı'da XVI. Yüzyıla kadar Hz. Peygamber hakkında yazılan eserler birbirlerinin tekrarı mahiyetinde olmuştur. Uydurma hikayeler, yalan ve iftiralar literatürün genel karakterini oluşturmaktadır.
XVIII. yüzyılda Hz. Peygamber'in şahsı, kariyeri ve misyonu hakkındaki algı birtakım önyargılardan kurtulmaya doğru giderken, bu dönem ve sonrasında şüpheci yaklaşım ileri sürülmüştür. Mesela İngiliz tarihçi ve siyaset adamı Edward Gibbon (m.1737-1794), Hz. Peygamber'e (s.a.v.) karşı ılımlı bir tavır içinde olmakla ve onu "özgün bir dehaya sahip" biri olarak görmekle birlikte, yine onun hakkında birçok şüpheyi haklı kılacak durumların olduğunu iddia etmekten geri durmamıştır. Son yarım asır boyunca yapılan Vatikan Konsilleri öncesinde Hıristiyanlar, İslam'ı ayrılıkçı (heretik) bir hareket olarak tanımlamışlar, Hz. Peygamber'i (s.a.v.), olumsuz sıfatlarla tanımlamaya kalkışmışlar ve ona bir takım ahlaki zaaflar isnat etmekten çekinmemişlerdir. İspanya'daki yakın temas ve daha sonraki Haçlı seferleri sonrası İslam'ı yakından tanıma imkânı buldukları halde, Avrupa'ya İslam'ı olduğu gibi sunmak yerine -İslam'a karşı hissettikleri düşmanlıktan dolayı olsa gerek- çarpıtılmış bir İslam ve Müslüman imajı sunmayı tercih etmişlerdir. Bu çarpıtma genel hatlarıyla İslam'ın çok sayıda asılsız inanç içerdiği, kılıçla yayılmış bir şiddet dini olduğu ve Hz. Peygamber'in şehvet düşkünü sahte bir din kurucusu, şeytanın temsilcisi veya aleti olduğu iftiralarını içermektedir.
Gelecek yazıda Hz. Peygamber ve İslam hakkında nispeten objektif yaklaşım benimseyen Batılı araştırmacılar üzerinde durulacaktır.
Kaynakça
Murat Şimşek, "Modern Dönem Batı'da Peygamber Tasavvurunun Hz. Peygamber'in Dünyevî Liderliğini Kavramada Ürettiği Problemlerin İslam Algısına Etkisi", Uluslararası Bilim, Ahlak ve Sanat Bağlamında Çağdaş İslam Algıları Sempozyumu (26-28 Kasım 2010, Samsun) Bildiriler Kitabı, s. 197-238.
İbrahim Kalın, İslam ve Batı, İSAM Yayınları, İstanbul 2008.
İsmail Taşpınar, "Doğunun Son Kilise Babası Yuhanna ed-Dımaşkî (649-749) ve İslam", MÜİFD, 21 (2001/2), s. 23-54.
Hilal Görgün, "Muhammed" (Batı Dünyası), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), XXX, 476-478, İstanbul 2005.
Özcan Hıdır, "Tarihte Bir Ant-i İslamist Olarak Martin Luther", Batı Dünyasında İslamofobi ve Ant-i İslamizm içinde (ed. Kadir Canatan, Özcan Hıdır), s. 145-178, Eskiyeni Yayınları, Ankara 2007.
Prof. Dr. Murat Şimşek
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.