Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Aralık 21, 2023
“Kime dua kapısı açılmışsa, ona rahmet kapıları açılmıştır…”

Bundan önceki yazımızda, "kendisine dua kapısı kapatılmış bir kişi", ya da "dua kapıları kapatılmış bir ümmet olmanın talihsizliğinden" kısaca bahsetmiştik… Kısaca hatırlatacak olursak, diyebiliriz ki, dua kapısı kendisine kapanmış olmak demek büyük bir bedbahtlıktır. Bunun sonu çoğunlukla artık hayatında duaya yer vermeme ve duayı önemsememe tavrına ve hatta inkârına varan bir durum olarak tecelli etmektedir. Mümin ve Müslüman kimseler için düşünülemeyecek bu özelliğin tam karşıtı durumunda olanlar ise "kendilerine dua kapılarının açık olduğu kimseler ve topluluklardır."

Yazımızın başlığı esasen bir hadis-i şerifin ilk cümlesidir ve Sevgili Peygamberimizin (sav) dua ile irtibatı olan bir kimsenin nâil olacağı yüce mertebeleri müjdelemektedir bu hadis-i şerif… Şimdi geliniz, ilk cümlesini yazımıza taç kıldığımız bu hadisin tamamını aktaralım ve konuya onun aydınlığında devam edelim…

Hz. Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz şöyle buyuruyor: "Sizden her kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmıştır. Allah'tan istenecek şeylerin en hayırlısı ve sevimlisi O'ndan afiyet istenmesidir." Sonra Peygamberimiz (sav) konuşmasına şöyle devam etmişti: "Dua, başa gelen şeylere de henüz başa gelmeyen belâya karşı da fayda sağlar. Ey Allah'ın kulları, duaya sarılınız!"

Hayatı vahyin kontrolünde olan Hz. Peygamber (sav) Efendimiz, inen ayetleri tebliğ vazifesini hakkıyla yerine getirdiği gibi her biri inci misali sözleriyle; çağlar üstü özelliği ve tazeliğiyle ümmetine rehberlik eden hadis-i şerifleriyle yolumuzu aydınlatmaktadır. Yukarıdaki hadis-i şerif de işte onlardan bir tanesidir… Hadis-i şerifte dikkat çeken bazı unsurlar vardır: Bunlardan ilki "dua kapısı" ifadesidir… Hadisin ifade bütünlüğünden bu kapının herkes için açık olmadığını/olmayacağını anlıyoruz. Dolayısıyla asıl dert edinilmesi ve sorgulanması gereken bir husus ortaya çıkıyor: Asıl önemli olan şey, bir kimsenin, dua eden/edebilen veya dua etmeyen/edemeyen bir kişi oluşudur. Çünkü kişinin duası varsa değeri var; duası yoksa değeri yoktur. İnsanoğlu bu hususta öylesine yalın ve net bir ifadeye muhataptır ki; bu konuda hiçbir açıklamaya da ihtiyaç olmadığı gibi bu sorumluluktan kurtulunacak bir durum da yoktur… "De ki Ey Resulüm! Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin…" (Furkan, 77) İşte bu ayet-i kerimede vurgulanan hakikat, bir başka hadis-i şerifle perçinlenir: "Allah Teâlâ'nın katında duadan daha değerli bir şey yoktur." Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve fakat her şeyden müstağni, el-Ğaniyy (cc) isminin sahibi olan Cenâb-ı Hakk'ın; kulunun çağrısı, seslenişi, isteyişi, dileyişi, yalvarışı-yakarışı, nazı ve niyazı anlamına gelen "dua"sına bu denli önem verişi, son derece etkileyici ve son derece anlamlıdır. Sadece bu durum bile bize ilgili hadiste, duanın tekil, fakat rahmetin çoğul olarak zikredilen kapı ve kapılar şeklinde aktarılmasındaki hikmeti anlamamıza imkan sağlar. Denilebilir ki, mümin yeter ki, bir tek dua kapısına sahip olsun ve onunla Rabbine ulaşabilme ve derdini aktarabilme imkanı bulsun; Rabbinden karşılık bir değil bir çok kapının açılmasıyla hiçbiri azap ve gazap değil, ona hepsi "rahmet kapısı" olmak üzere nice kapılar açılacaktır. Neticede ona, artık Mevlâ'nın rızası ve hoşnutluğu bir rahmet; ikram ettiği her bir nimet bir rahmet; nimetlere şükreden bir kul olmak bir rahmet; belâlar karşısında metanet bir nimet; musibetlere sabır bir rahmet; her şeyin O'nun bilgisi ve takdiriyle gerçekleştiğine yakin derecesinde bir inancı kuşanmak da bir "rahmet kapısı" hükmünde tecelli edecek, böylece mümine bu dünyanın sınav karanlıkları içinde onu aydınlığa çıkaran kapılar olacaktır.

Hadis-i şerifin ikinci cümlesi, "Allah'tan istenecek şeylerin en hayırlısının ve sevimlisinin, O'ndan afiyet istenmesi" olduğunu vurgulamaktadır. Genellikle dilimizde sıhhat ve sağlık kelimeleriyle birlikte anlamı pekiştirmek için kullandığımız "âfiyet", anlaşılan bizim düşündüğümüzden daha farklı ve kapsamlı bir kelime olarak tanıtılıyor bize… "Bir kulun Allah'tan en çok istemeye hakkı olduğu şeyin de yine afiyet olduğunu" bir başka hadisten öğreniyoruz ki, bu da afiyeti son derece önemli kılan bir başka husus olarak göze çarpmaktadır. Peki nedir, afiyet?..

Sözlükler afiyet için, "sıhhat ve selâmette olmak, musibet, belâ ve felâketlerden uzak kalmak" anlamları yanında onun özellikle "vücut/beden sağlığı" mânasına geldiğini ifade etmektedirler. O halde kişinin sağlıklı bir vücuda sahip olması da belâ ve musibetlerden uzak kalması da afiyettir. Ancak aynı zamanda afiyet, karşılaştığı dünya sınavlarına sabır ve metanetle göğüs gerebilmesi ve rızay-ı İlâhi'yi her şeyin üstünde tutabilecek bir iman olgunluğuna sahip olabilmektir. Belki bu sebeple bir hadiste "afiyet, Allah'ın insana verdiği nimetlerin en hayırlısı" olarak vasıflandırılmaktadır. Bütün bu bilgiler, kulun dünya ve ahiret saadetini Allah'tan istemesi, O'na dua ve niyazlarla el açması ve talepte bulunmasını tavsiye etmektedir. Zira her şeyin, katında sınırsız bir şekilde var olduğu Allah Teâlâ'nın en çok değer verdiği şey, kulun O'na sunduğu dilekçesidir; yani duasıdır…

Bizler bu süreçte Filistinli kardeşlerimizi işte bu iman olgunluğuna sahip kimseler olarak gördük…

Hadis-i şerifle birlikte konuya devam edeceğiz. Ümmet-i Muhammed'e afiyet dileğiyle…

Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN