Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ağustos 3, 2023
Peygamberimizin dikkat çektiği iki konu: İsraf ve kibir…

Önceki yazımızda, hatırlayacağınız üzere, abdest alınırken akarsuyun yanı başında bile olunsa yine de suyu israf etmeyi uygun görmeyen Sevgili Peygamberimiz (sav) bir başka sefer, abdest âzâlarının üçer defadan fazla yıkanmasını "hatalı davranma, haddi aşma ve zulüm" yani haksızlık yapma şeklinde tanımlamıştı. Sanki Peygamberimiz (sav) nimetin kadrini bilmemekle Allah Teâlâ'ya karşı, ölçülü davranmamakla tüm insanlık onuruna karşı ve tüm insanların ortak bir serveti olan ve aynı zamanda muhtaç olduğu ve istifade ettiği suyu, ölçüsüz bir şekilde sorumsuzca harcamakla da çevresine, insanlara ve diğer canlılara karşı işlenen bir suça dikkat çekmekteydi.

Aktarılan bu hadislerde gözlenen şudur: Nebevî anlayış, aslında kişiye israftan uzaklaşıp, tutumlu/tasarruflu olma alışkanlığını kazandırmayı hedeflemektedir. Zira İslâm açısından gerek malın ve servetin ya da suyumuz ve havamızla, nehirlerimiz ve denizlerimizle tüm çevrenin israfı, aslında tamamen kişinin ruh dünyasındaki israf ile yani ölçülü/mutedil davranma melekesinden yoksunlukla ve haddi aşma davranışıyla yakından bağlantılıdır. Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) tarafından bize kazandırılmak istenen şey bir ruh ve irade terbiyesidir. Zira bir nehrin kenarında alınan abdestte bile suyun israf edilmemesinin istenmesi ve bu konuda uyarılarda bulunulması ancak bunu kişilere bir anlayış olarak kazandırmak için öğütlenmiş olabilir. Denilebilir ki bu bir ruh ve irade terbiyesi işidir. Yine düşünülebilir ki, ancak bu ruh ve irade terbiyesini başarabilenler için, "Canının çektiği her şeyi yemen israftır." meâlindeki hadis-i şerif, anlaşılması gereken şekliyle anlaşılabilir. Zira burada da vurgulanan konu, kişinin nefsine hâkim olması, yeme-içme arzusunu kontrol edebilmesidir. Bu ise ancak ruh ve irade eğitimiyle mümkün olabilmektedir. Çünkü yeme-içme hususundaki haddi aşmalar, israfın ana kaynağıdır. Ramazan aylarında düzenlenen iftar programlarının, bu ayın ve oruç ibadetinin ruhuna uymayan şekilde haddi aşan bir niteliğe bürünmesi, iftar sofralarının israf ortamlarına dönüşmesine sebebiyet verdiği, acı bir gerçek ve kötü bir örnektir, maalesef…

Sevgili Peygamberimiz (sav) israf konusundaki hassasiyetin sadece mal ya da servete değil her türlü nimete karşı gösterilmesini istemişti. Onun, "İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu ikisi hakkında aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman." mealindeki hadis-i şerifi son derece manidardır. Zira pek çok nimeti elde etmek ya da kazanmak ancak bu iki hususa sahip olmakla mümkündür.

İsrafın yakın arkadaşı kibir

Hadis-i Şeriflerde israfa değinilen birçok yerde göze çarpan bir husus, onun kibir ile birlikte zikredilmesidir. Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) hem Hikmet'i öğreten bir peygamberdir hem de "cevâmiu'l- kelim" olarak isimlendirilen "az sözle çok mana" taşıyan tespit ve ifadelerin sahibidir. Acaba israf ile birlikte zikredilen kibir, neden bu hususta önem arz ediyor? Dilerseniz bu soruya cevap bulabilmek için konuyla ilgili tarihi bilgiler ve hadis-i şeriflere bakalım…

Bilindiği üzere Allah Teâlâ, Hz. Adem'e saygı göstermelerini emretmiş, melekler bu emri hemen yerine getirirken şeytan buna yanaşmamış ve kendisinin daha üstün olduğunu iddia etmişti. Tasladığı bu üstünlük anlayışında ısrar etmesi onun Allah Teâlâ'nın yüce katından kovulmasına sebep olmuştu. Kısaca kişinin kendisini herhangi bir özelliği sebebiyle diğer insanlardan üstün, farklı, nitelikli görmesi anlamına gelen kibir, kelimenin tam anlamıyla şeytanî bir özelliktir. İslam büyükleri tarafından "insan nefsinden en son çıkan kötü huy ve ahlak" olarak nitelenen kibir, insanoğlunun başına bela olabilecek en tehlikeli özellik olarak da görülmekte, nefsin çok hoşlandığı bir durum olduğu için ondan kurtulmanın da çok zor olduğu ifade edilmektedir. Kibir, şeytana "Elbette ben Adem'den üstünüm. Çünkü beni dumansız ve en kaliteli ateşten yarattın, Adem'i ise topraktan…" (Sâd, 76) sözlerini söyletmiş, böylece o, ilk olarak haddini aşan varlık olmuştur. Ne var ki, kendi başını yakan bu özellik, ondan ayrılmaz bir parça olmuş ve insanları yoldan çıkarmak için en çok kullandığı telkin vasıtası olarak insanlık tarihinde hep var olagelmiştir. Amr b. Şuayb'ın naklettiği, "Kibre düşmeden ve israfa kaçmadan (dilediğinizce) yiyin, sadaka verin ve giyinin!" hadis-i şerifini anlayabilmek için İslam'ın gönderildiği toplum olan Cahiliye dönemi Araplarının anlayışını tespit ve tahlil etmek gerekir. Geliniz konuya tarihî birtakım tespitlerle devam edelim.

Câhiliye dönemi Arap kültüründe cömertlik ile müsriflik birbirine karıştırılmış durumdaydı. O dönemde cömertlik, insan veya insanlara büyük miktarda ikramlarda bulunmak anlamına gelmekteydi. Ancak böylesine dengesiz bir tavır, toplum tarafından o kişiye büyük bir hayranlık duyma sebebiydi… "Cömert" olarak anılma adına elindekini saçıp savuran kimseler, bunu bir "asalet işareti" gibi görmekteydiler. Aslında bu düşünce, beraberinde kişiye bir üstünlük psikolojisi de kazandırmakta ve artık o, kendisini diğer insanlardan farklı ve üstün görmeye başlamaktaydı…

O dönemden bugüne insanın kişiliğinde fazla değişen bir şeyin olmadığını söylemek mümkündür. İnsanlar, hâlâ kendilerini üstün, başkalarını düşük görme peşinde… Hâlâ şeytan, insanoğlunu kibirle kandırıp yoldan çıkaracak işler yapmaya devam ediyor. Hâlâ "sen elbette farklısın, değerlisin, her şeyin en iyisine sen layıksın!" anlayışını reklam söylemleri olarak yeryüzünde döndürüp duruyor vesselam...

İnsanlara ölçülü olmayı emreden bir din olarak gönderilen İslam, peygamberin dilinden, "Her şeyin hayırlısı, ölçülü olanıdır." ilkesini ortaya koymuş, muhtelif ayetlerde "müminler, harcamalarında ölçülü davranan kişiler" (örnek olarak bkz. Furkan, 67) olarak tarif edilmişlerdir. Peki haddi aşan, saçıp savuranlar için uygun görülen vasıf nedir, diye sorgularsak durum nedir? Doğrusu karşımıza çıkan tablo son derece anlamlı ve ürkütücüdür: "Hiç şüphesiz, saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir." (İsra, 27)

Kibre ve israfa düşmeden harcamanın bir yolu, ölçüsü nasıl olmalıdır? Şeytanın bizi kandırmasına ve aldatmasına izin vermeden, bu hususta hataya düşmeden nasıl doğru olanı yapabiliriz? gibi sorulara yine Sevgili Peygamberimizin (sav) yolumuzu aydınlatan rehberliğiyle cevap bulmak mümkün. Gelecek yazımızda bu konuya değineceğimizi ifade ederek sözlerimize son verelim. Sağlıcakla kalınız efendim…

Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN