Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ocak 2, 2020
Mekke’nin Fethi bize neler anlatır?-1

2020 yılının ilk günlerindeyiz. 630 yılının ilk günleri gibi… Miladi takvimler 630 yılının Ocak ayının ilk günlerini gösterirken hicretin üzerinden yaklaşık sekiz yıl geçmişti...

İki yıl önce Müslümanlarla Mekkeli müşrikler arasında Hudeybiye'de bir barış antlaşması yapılmıştı. Antlaşma gereği, bu süre on yıl olarak belirlenmişti. Ancak müşrikler, üzerinden henüz iki yıl geçmeden antlaşma maddelerini ihlâl etmeye başlamışlardı. Nitekim bir gece Kureyşlilerin müttefiki olan Nufâseoğulları, Müslümanlarla birlikte hareket eden Kâ'boğulları'na baskın yapmış ve bu baskında Kureyşliler Nufâseoğulları'na yardım etmişlerdi.

Haberin kısa zamanda kendisine ulaşması üzerine Peygamber Efendimiz (sav) önce Kâ'boğulları'na yardım edeceğinin sözünü verdi, ardından Mekke'ye haber göndererek ya öldürülenlerin diyetlerini ödemelerini ya da Nufâseoğulları ile aralarındaki anlaşmayı derhal feshetmelerini istedi. Aksi takdirde onlara savaş açacağını bildirmesine rağmen umursamazlık içindeki Mekkeli müşrikler ne diyet ödemeye ne de Nufâseoğulları ile aralarındaki ittifakı bozmaya razı oldular. Ancak çok geçmeden yaptıklarına pişman olan ve bu davranışlarının sonuçlarının ağır olacağını düşünen Kureyşliler, Ebû Süfyân'ı antlaşmayı yenilemek üzere Medine'ye gönderdiler. Ne var ki, onun maksatla gelişi ve girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav) Müslümanlarınla ittifakı bulunan Ka'boğullarına saldıranları destekleyen Mekkeli müşriklerle iki yıl önce yaptıkları antlaşmayı yenilemeyi kabul etmedi… Hz. Peygamberin (sav) bu tavrı kendileriyle müttefik olan bir kabileyi kollama ve haklarını koruma hususunda hassasiyeti ve vefakârlığının en manidar örneğiydi… O halde denilebilir ki, Mekke'nin Fethi'nden alabileceğimiz derslerden ilki "Vefâkârlık" olmalıydı…

MEKKE'NİN FETHİNDE VEFÂKÂRLIK ÖRNEKLERİ

Tarihçilerin çoğunluğu Mekke'nin Fethi'nin 11 Ocak'ta olduğunu ifade ederler. Bu fetih, Abdullah b. Abbas'ın ifadesiyle "Fethu'l-Fütûh" olarak adlandırılmıştır. Kısaca, sonradan gelecek fetihlere kapı aralayacak en önemli fetihtir Mekke'nin fethi… Bir diğer ifadeyle bu fetih, aslında "Gönüllerin Fethi"dir… Çünkü Peygamberimizin vefakârlığının tecelli ettiği muhtelif olaylar, fethin önce gönüllerde başlamasını sağlamıştır…

MEKKE'YE VEFÂ…

Hz. İbrahim ve İsmail'in izlerinin, her köşesinde hissedildiği bir belde olan Mekke'de dünyaya gelen Sevgili Peygamberimiz, ashabı gibi Mekke'yi çok severdi. Bu sevgisini ifade buyurduğu bir hadis-i şerifi ona çok yakın olan İbn Abbâs'ın (ra) aktardığına göre Resûl-i Ekrem (sav) hicret emrini aldığı zaman Ebu Bekir ile birlikte geceleyin şehri terk etmişlerdi. Bir tepeden Mekke'ye son kez baktı ve şunları söyledi: "Ey Mekke! Ne güzel bir beldesin. Bana ne kadar da sevimlisin. Şayet kavmim beni senden çıkarmış olmasaydı senden başka yerde yaşamazdım."

Mekke'nin Fethi, asırlar önce Hz. İbrahim'in duasında anlamını bulan "Ey Rabbim! Bu beldeyi emin bir belde kıl!" (Bakara, 126) niyazındaki emniyet ve huzurun tekrar geriye gelmesi demekti. Mekke'nin Fethi, aynı zamanda Hz. İbrahim'e ve duasına bir vefâydı…

KÂBE'YE VEFÂ…

Bağrında Hz. İbrahim, oğlu İsmail ve eşi Hacer'in hatıralarını barındıran Mekke'nin en önemli değeri, tabii olarak Kabe-i Muazzama'dır. Allah Teâlâ'nın "Beytî" diyerek sahiplendiği ve asırlardır "Beytullah" olarak büyük bir hürmet gören, her daim ihtişam ve azametiyle, şefkat ve sevgisiyle dünyanın dört bir yanından gelen müminleri adeta bağrına basan Kâbe-i Muazzama, Sevgili Peygamberimizin dilinde bir başka güzelliğe bürünmüştü, Mekke'nin Fethi günü…

Tekbirlerle Mekke'ye giren ve hemen Harem-i Şerif'e yönelerek Kâbe'yi tavafa niyetlenen Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, Kabe'yi gördüğünde ona şöyle seslenmişti: "Ey Kâbe! Ne kadar azametlisin! Şanın da ne kadar yüce!... Ne kadar güzelsin! Kokun da ne kadar güzel!..."

Bu sözler, asırlardır müminler için ona karşı muhabbet vesilesi olmuş, kâh Yunus Emre'nin dilinde kâh bir başka aşığın, "Canım Kâbe'm varsam sana/Elim yüzüm sürsem sana" hasretine dönüşmüştür.

Peygamber Efendimizin, Kâbe'nin avlusundaki putları temizleyerek onu inşa edildiği ilk günkü "Tevhid Makamı" haline döndürmesi de ona olan sevgisinin ve vefasının bir işaretidir…

HAK SAHİBİNE VEFÂ…

Kabenin anahtarları öteden beri Abduddaroğulları ailesinin elinde bulunmaktaydı. Bu aileye mensup Osman b. Talha, anahtarın o zamanki sahibiydi. Peygamberimiz (sav) haber göndererek bu anahtarı istedi. Kâbe'yi ziyaret ettikten, içindeki resimleri dışarı çıkartıp iki rekat namaz kıldıktan sonra Kâbe'nin anahtarını Osman b. Talha'ya uzatarak şöyle dedi: "Ey Osman bugün iyilik ve ahde vefa günüdür. Al anahtarını!"

Mekke'nin Fethi, gönüllerin de fethiydi… Osman b. Talha elinde Kabe'nin anahtarıyla birlikte artık bir Müslüman olarak gönlünde de imanın ve İslam'ın sıcaklığını taşımaktaydı…

CEFÂKÂR EŞİNE VEFÂ…

Akşam olduğunda Sevgili Peygamberimize (sav) geceyi nerede geçirmek istediği sorulduğunda aldıkları cevap Ashab-ı Kiramı duygulandırmıştı… Peygamberimiz Hacûn mevkiinde bir çadır kurulmasını istemişti… Hacûn, Mekke'nin kabristanı Cennetu'l-Mualla'nın bulunduğu yerdi… Ve bu kabristanda, ona eş olma şerefine ilk nâil olan, yaşadığı sürece her şeyi onun davası uğruna fedâ eden cefâkâr eşi Hz. Hatice'nin kabri vardı… Mekke'de ikamet ettiği onbeş gün süresince hep bu çadırda geceleyen Sevgili Peygamberimizin bu tercihi, adını hep hasret ve övgüyle andığı eşi Hz. Hatice (ra) validemize olan vefasının bir başka tecellisiydi…

MEDİNELİ ENSÂRA VEFÂ…

Mekke'deki günler, Hz. Bilâl'in ezanlarıyla çınlayan Harem-i Şerif'te kılınan namazlar, Kâbe'yi doyasıya tavaflar, yakın-uzak beldelerden bölük bölük gelen kabilelerin İslam ile şereflenmesiyle tatlı bir iklimde geçmekteydi… Fakat gittikçe endişeleri artan bir kesim vardı: Medineli Ensâr… Onlar, yurduna-yuvasına, baba ocağına yeniden kavuşan Hz. Peygamber'in Mekke'de kalma ihtimalini sorgulamaya başlamışlardı aralarında… Eğer Nebiyy-i Muhterem (sav) Mekke'de kalmaya karar verirse, ne yapar, onun hasretine nasıl dayanırlardı?.. Bu düşünceleri Peygamberimize ulaştı ve vefâkârlığın zirvesindeki Efendimizden, Ensârın gönlüne su serpen, gözlerini yaşartan şu müjdeyi aldılar: "Ey Ensâr! Böyle bir şey yapmaktan Allah'a sığınırım. Ben sizin memleketinize hicret ettim. Hayatım da sizinle; ölümüm de sizinledir."

Tüm bu örnekler, Mekke'nin Fethi'nin bir "Gönül Fethi" oluşuna işarettir; ve gönüllerin fethinde en büyük müessir, Sevgili Peygamberimizin vefakârlığıdır…

Binlerce salât ve selam O'na, âline ve ashâbına…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN