Bilgi ve eylem, iman ve amel
Bilgi ile eylem, iman ile amel ilişkisi kadim felsefe ile dinin ahlak telakkisini şekillendirir. Felsefe okumanın veya filozofça düşünmenin amacı davranışlarımızı yönlendirebilecek yasaları varlıkta cari yasalar ile uyumlu bir şekilde evrensel ilkeler şeklinde tespit edebilmektir. Bu amaçla insan dünyayı tanımak ister, varlıkta cari yasalar üzerinden ahlakın değişmez kurallarını belirler. Dünyayı doğru kavramanın neticesinde ulaşılan bilgiye göre yaşamak, insanı varlığın bir parçası haline getirir. Hikmeti sevmek, esas itibarıyla ahlakın başlama noktasıdır. Bu bakımdan 'eyleme dönüşmemiş bilgi' felsefenin doğasına yabancıyken metafiziğin kurucu isimleri için bilmek ile yapmak birbirini ikmal eden iki şey, hatta bir şeyin iki görünümüdür. Bu yönüyle bilginin eyleme dönüşmesi sorununun esas itibarıyla felsefi bir sorun olduğunu hatırda tutmak gerekir.
Dinde bu kadim tartışma iman ve amel arasında kurulan ilişkiyle ortaya çıkar. Daha doğrusu filozofların bilgi ile eylem arasında kurdukları bağ, dinde iman ile amel arasındaki ilişkiyle yeniden kurulur. Hemen belirtmek gerekir ki amel ile eylem arasında herhangi bir anlam farkı söz konusu değildir. Bu karşılaştırmada esas sorun iman ile bilginin bir olup olmadığı meselesinde odaklanır. Acaba amel ve eylemi birbirinin yerine kullandığımız gibi, iman ile bilgiyi birbirinin yerine kullanmamız mümkün müdür? Vakıa bu sorun öyle kolaylıkla çözümlenebilecek bir mesele olarak görünmüyor. Her şeyden önemlisi imanın tabiatı üzerindeki tartışmalar kelam geleneklerinin ayrışmasını sağlamış, fakat hiçbir zaman kesin ve açık hükümlere ulaşılmamıştır. Nitekim daha önce benzer bir durum Hristiyan kelamının şekillenmesinde yaşanmıştı. Bu meyanda tartışma imanın mahiyeti, onun insana nasıl ulaştığı ve daha sonrasında imanın insanın bilgisiyle ve eylemleriyle ilişkisi gibi konularla ilgilidir. Tartışmaların en önemlilerinden birisi imanın bilgi olup olmadığı veya bilgilerimiz ile imanın ilişkisi sorunuydu: Acaba bir dindar 'iman ediyorum' dediği cümlelerin yerine 'biliyorum' diye bir tabir kullanabilir mi?
İmanın insana bir takım bilgiler kazandırdığı, zihnini şekillendirdiği, zihnin imanı değerlendirdiği ve inanç konuları hakkında 'sahih' veya batıl gibi hükümler verdiği kesindir. Bununla birlikte imanın zemini ile bilginin zemini aynı mıdır değil midir sorusu cevabı belirsiz bir soru olarak ortada durmaktadır. Kadim felsefe ile bir karşılaştırma yapılırsa orada sözü edilen bilginin sıradan ve günlük anlamıyla bilgi olmadığını biliyoruz. Bu durumda en azından metafizikçilerin dilinde bilginin anlamı ile iman arasında belirsizlik ve ulaşılmazlık cihetinden bir ilişki öngörmek mümkün, hatta gereklidir. Çünkü filozoflar bilgiden söz ettiklerinde herhangi bir şekilde bilgi denilen şeyden değil, insanı mutlaka davranışa icbar edecek kesin ve doğru bir hükme ulaşmadan söz ederler. Böyle bir bilgiye günlük tecrübe dahilinde ulaşmamız mümkün olmadığına göre söz konusu bilginin 'dünyanın dışına' çıkmak yoluyla elde edilebileceğini düşünmemiz gerekir. Bilhassa Platon düşüncesinin 'idealist' diye nitelendirilmesinin nedeni budur. O zaman bilgi ile iman arasında bu yönden bir benzerlik kurmak mümkündür: Birisinde insan zihni tecrübe dünyasının ötesine sıçrayarak akli ilkeleri idrak edebilecek soyutlanma yaşıyor, ötekinde ise iman Tanrı'dan insana geliyor. Her ikisinde de insan ve onun zihni için büyük bir değişim yaşanmış oluyor. Öyle veya böyle bilgi ile iman arasındaki ilişki meselesi tam olarak çözülemiyor. Çünkü filozof için soyutlanma ile ulaşılan bilgi, neticede tecrübe edilen dünyayı kuruyor, insan davranışlarını şekillendiriyor ve bilgiye ulaşmanın dışında öteki insanlar zihinleriyle sürecin unsuru ve şahidi haline geliyorlar. Bilhassa doğa bilimlerinin metafiziğe güç kazandırdığı esas nokta burasıdır. Gerçekte insanı eyleme taşıyacak bilgi doğa araştırmalarından gelmez; bu bilgi metafizik bilgidir ve onu ancak tecrübe dünyasının ötesine geçebilen kişiler bize getirir. Fakat filozofun bu bilgiyle ilkelerini tespit ettiği doğa bilimleri, tikel çalışma alanlarıyla metafizik bilginin farklı yönlerini gösterir, onu daha anlaşılır ve takip edilebilir hale getirir. Gazali'nin metafizik ile doğa bilimleri arasındaki ilişkiyi kopartma çabasının temelinde bu destekleme faaliyeti yatar. Gazali doğa bilimlerinin metafiziğe büyük bir güç kazandırdığını düşünmüş, bunu çürütmek istemiş, metafizik ile doğa bilimleri arasındaki ilişkinin takip edilebilir bir ilişki olmadığını iddia ederek filozofları temelsiz ve delilsiz konuşanlar anlamında 'tehafüt' sahibi olmakla itham etmişti. Gazali'nin eleştirisi haklı değildi ve felsefenin yüzeysel okunması üzerine kurulu idi. Meselenin ayrıntısı bir yana, doğa bilimleri tecerrüt yoluyla elde edilen bilginin zihnin bir parçası haline gelmesine katkı sağlar, metafizikçi değilken her insana az veya çok metafizikçi ile ortak zemin tesis eder. Ancak esas sorun dinde iman ile ilişki kurmada ortaya çıkar. Acaba doğa bilimleri ile metafizik arasında kurulan ilişkinin benzerini dinde düşünmek mümkün müdür? Doğrusu bu sorunun cevabını tek başına kelam ile veya fıkıh ile vermek mümkün değildir. Fakat tasavvufun yaklaşımını dikkate aldığımızda, dinin amel ve ahlaki hükümleri ile imanı anlamak, imanı zihne yaklaştırmak ve imanı 'insani' kılma arasında bir ilişki tesis etmek mümkündür. Dini hayat içerisinde ameller ve ahlak üzerindeki vurgunun temel nedeni budur: Doğa bilimleri ile metafizik bilginin ilişkisinin bir benzeri dinde amel ve ahlak ile iman arasında kurulur.
Ekrem Demirli
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.