Arama

Zekeriya Erdim
Kasım 18, 2023
Küresel köyün kitlesel uyanışı

Bizim çocukluk yıllarımızda, nüfusun çoğu kırsal kesimlerde yaşıyordu. İnsanların büyük bir kısmı tarım ve hayvancılık yaparak, orman ürünleri toplayarak geçinmeye çalışıyordu.

Halkın, daha doğrusu erkeklerin iki buluşma merkezi vardı. İbadet için camilerde, mescitlerde; muhabbet için köy odalarında bir araya geliyorlardı.

Hangi ilçenin kaç köyü, hangi ilin kaç ilçesi, Türkiye'nin kaç ili olduğunu ilgililerin dışında kimse bilmezdi. Bir yerde yaşanan olaylardan ve durumlardan bin yerin hiç haberi olmazdı.

Ulaşım, iletişim, etkileşim araçları geliştikçe dünyamız "küresel köy" haline geldi. Köy odalarının yerini, medya ve sosyal medya mecraları aldı.

Artık, gezegenimizin hangi bölgesinde yahut ülkesinde neler olup bittiğini; hemen hepimiz, anında bilebiliyoruz. Haber almanın ötesine geçip "aktif müdahil" bile olabiliyoruz.

Bu imkânlar, daha çok "küresel köyün ağası" olma iradesini gasp edenler, ele geçirenler tarafından kullanıldı ve kullanılıyor. Ancak son zamanlarda, kurgusal kanalların dışına çıkılarak yepyeni bir şekil alma, akıp gidecek başka vadiler bulma sürecine girildiğinin farkına varılıyor.

Giderek daha çok örnekler gördüğümüzü, öyküler duyduğumuzu söyleyebiliriz. Rüzgârın önüne kattığı dalgalar gibi büyüyen farkındalığın adına "küresel köyün kitlesel uyanışı" diyebiliriz.

Asırlar önce, yeryüzünde, İslam kültür ve medeniyetinin mensupları zayıf düştükçe merkezinde tahrif edilmiş Hristiyan inancı bulunan Batı kültür ve medeniyetinin mensupları, hâkimiyet alanlarını genişletmişlerdi. Kıtalar, bölgeler, ülkeler, toplumlar; onların sömürgeleri haline gelmişlerdi.

Kenya'nın Kurucu Devlet Başkanı Jomo Kenyatta, bu durumu sembolik bir anlatımla özetlemişti. "Batılılar ülkemize geldiklerinde onların ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Duayı bitirip gözlerimizi açtığımızda gördük ki bizim elimizde İncil, onların ellerinde topraklarımız var" demişti.

Uzun yıllar boyunca, o toprakların yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürdüler. Fiili işgallerine son verip, geri çekilirlerken; çok yönlü anlaşmalarla, sözleşmelerle bağlı ve bağımlı hale getirdiler.

Şimdilerde, o ülkelerin halkları tarafından; zincirlerini kırarak, bağlarını kopararak, tam bağımsız olma mücadelesi veriliyor. Sömürü düzeninin dengesi değişiyor, denklemi bozuluyor "değirmenin suyunun kesilmesi" sürecine doğru gidiliyor.

Yakın geçmişte hayat alanımızı daraltan yasaklarla, toplu ölüm tehditleri ile dayatılan aşı kampanyalarıyla dolu bir "salgın hastalık" dönemi yaşadık. Daha ilk günlerden itibaren sanal mı, yoksa gerçek mi olduğunu tartışmaya başladık.

En sonunda, ağırlıklı olarak virüsün özel ortamlarda üretilip yayıldığı, tedbir ya da mücadele adı altında yürütülen çalışmaların başka amaçlarla kurgulandığı kanaatine varıldı. Oldu, bitti, geçti, gitti derken aşıların sebep olduğu hastalıkların ve ölümlerin konuşulduğu, tartışıldığı döneme girildi.

O günlerde herkese ve her şeye rağmen aşı yaptırmayanlar, bu günlerde avantajlı sayılıyor. Eskiden ciddiye alınmayan ikazlara, uyarılara artık daha fazla kulak kabartılıyor, ilgi ve güven duyuluyor.

Bir zamanlar sürgün hayatı yaşayan, Batı toplumlarının zulmüne ve hatta toplu kıyımına uğrayan, İslam ülkeleri (özellikle de Osmanlı Devleti) tarafından sahip çıkılıp korunan Yahudi toplumuna katilleri tarafından, Filistin topraklarında bir "terör devleti" kurduruldu. İleri derecede siyasi, ekonomik, askeri, diplomatik, bilimsel, teknolojik destek sağlanarak ana rahmindeki bebekten sokaktaki çocuğa, evinin mutfağındaki kadından yoğun bakım ünitesindeki hastaya kadar mazlum ve mağdur Müslümanlar kırdırıldı.

Şimdilerde yeniden, çok vahşice bir toplu kıyım ve katliam sürdürülüyor. Dünyanın dört bir yanına, yalandan yere barış güvercinleri uçuran devletler ve uluslararası örgütler tarafından seyirci kalınıyor, meşru görülüyor.

Ancak, bu sefer farklı bir gelişme var. Olup bitenler karşısında yürekleri kanayan, yöneticilerinin yalan beyanlarına inanmayan halklar caddelere, sokaklara, meydanlara dökülüp "İsrail'i ve destekçilerini protesto" eylemleri yapıyorlar.

Mazlumun ahı afakı deldi, gökten yere rahmet yağdı. Feryada dönüşen dualar, kararmış kalpleri aydınlattı; gözlerde ve gönüllerde yeni bir güneş doğdu.

Şehit kanları, insanlık ağacının köklerini suladı. Yaşayan ölüler, derin uykularından uyanıp; kalkmaya, yürümeye, koşmaya başladı.

Hangi dinin ya da değerler sisteminin mensubu olursa olsun; akıl, izan, ahlak, vicdan sahibi herkes tavır alıyor. Her gün daha fazla insan İslam'a ilgi duyuyor, Müslüman oluyor.

1987 yılında, miting meydanında, dua niyetine haykırdığımız mısraların bu günlerde gerçekleşme yoluna girdiğini görüyoruz. Farklı bir aşk, şevk, heyecan içinde dilimizle söyleyip, derunumuzla hissederek hatırlama ve hatırlatma gereği duyuyoruz:

"Çölde açan çiçek gibi, uyanışın Filistinlim / Hakk'a erişecek gibi, direnişin Filistinlim".

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN