Arama

Mustafa Özcan
Eylül 8, 2023
Ekoller arasında tasavvufi bir yolculuk

Diyobend Medresesi Uzak Doğu'nun Ezher'i olarak anılır. Hindistan'da İngiliz işgali sonrasında (1857 ve sonrası) eğitim seferberliği esnasında faaliyete geçmiştir. Müslümanlar askeri anlamda başaramadıklarını eğitim alanında denemek ve başarmak isterler. Aligarh ve Nedvetü'l ulema da bu yıllarda teşekkül eder. Aligarh ekolü, Sir Seyyid Ahmet Han gibi çıkışı ve kurtuluşu bidat çığırında arayan dahası İngiliz muhibbi sayılan birisi tarafından kurulur. Amerikalılardan önce İngilizler işgal ettikleri ülkelerde ve bölgelerde işbirlikçi alimler devşirmektedir. Bunlardan birisi Hindistan'da Sir Seyyid Ahmet Han'dır. Mısır'da da Muhammed Abduh gösterilir. Kurduğu Aligarh okulu disiplinli bir ekoldür bazı alanlarda başarılı olmuştur. Lakin cihat gibi umdeleri reddederek Müslümanların ruhunu öldürmüştür. Nedvetü'l ulema da Batı ilimlerine açılmıştır. Salt şer'i ve İslami bir İslami okul olmaktan çok asrın ilimlerini de kucaklamak ister. Sentez üzerine kuruludur. Bununla birlikte İslami ruhunu muhafaza etmiştir. En klasik ve en geleneksel okul ve ekol ise şüphesiz Uzak Doğu'nun Ezher'i kabul edilen Diyobend Medresesidir. Kitlelerin ruhunu kucaklayan ve duygularını aksettiren ve onlarla en fazla temas hattında olan bir ekoldür. Geleneksel ilimlerde yetkin bir konuma sahiptir. Hindistan genel olarak hadis ekolünden de pay sahibi ve nasiptar olmuştur. (Şah Veliyyullah Dihlevi ve Hicaz rüzgarları üzerinden ehl-i hadis de teşekkül etmiştir). Bunun dışında Hindistan Nakşibendilik ve Müceddidiyye ekolünün geliştiği, serpildiği ve İslam diyarlarına yayıldığı bir coğrafya ve merkezdir. Nakşibendi tarikatının bidayeti Maveraünnehr, tabir caiz ise nihayeti de Hindistan olmuştur. Osmanlı döneminde kimi yerel tarikatların neşvü nema bulması gibi Hindistan da bazı yerel tarikat tarzlarıyla karşılaşılmıştır. Elbette Mısır gibi ülkelerde de yerel kollar oluşmuştur. Onun ötesinde Hindistan'da Çiştiye gibi tarikatlar yeşermiştir. İmam-ı Rabbani'nin tarzıyla Diyobend'de şeriat ile tarikat boyutları aynı çatı altında buluşmuştur. Diyobend ekolü de bu buluşmanın ortak zeminlerinden birisidir. Hala bu ülkede tasavvufun zemini vardır. Lakin Mısır gibi ülkelerde büyük ölçüde bu zemin kaybolmuştur. Fatimiler sonrasında Selahaddin Eyyübi dönemiyle birlikte şeriat ve müteşerri tarikat üniteleri Mısır'da yeniden yapılanırken zamanla tasavvuf müteşerri olmak yerine folklorik bir düzeye inmiştir ve hurafe tarzı anlayışlara kapılmıştır. Tasavvufun en fazla palazlandığı dönemlerden birisi Mısır'daki Kölemenler dönemidir. Mısır'ın yeniden bu zemini kazanması gerekir Lakin asırlara sarkan bozulma çığırı bir çırpıda düzelmeyi imkansız kılıyor. Zamanın bozduğunu tabip nasıl düzelte (la yüslihu'l attaru bima efsedehu'd dehr)derler Elbette Muhammed Kutup gibilerinin de değindiği gibi sömürgeciliğin keşif kolu olan istişrak ve müsteşrikler tarikat havzalarına sızmış ve nüfuz etmişler ve bazen de yönlendirmişlerdir. En azından temas hattında olmuşlardır. Faslı araştırmacılardan Abdulmecid Sağir de Kuzey Afrika merkezli tasavvuf anlayışlarında da emperyalizlmle tanışma faslında bazı kaymalar yaşandığına temas etmiştir.

Bununla birlikte Mısır vakıflar bakanlarından tasavvuf eğilimli Muhammed Mütevelli Şaravi Cezayir'de ders verdiği günlerde gelenekten süzülen tarikat erbabıyla bir araya gelmiş ve son temsilcilerinden istifade etmiştir. Cezayir özellikle hem müteşerri tasavvuf hem de felsefi ve teemmüle dayalı tasavvufla ya da seyr-i sülük tarzı tasavvuf ile fikir düzeyindeki tasavvuf arasında gidip gelmiştir. Onların yatağı olmuştur. Mısır'da Ezher'de hala tasavvufun kırıntıları kalsa ve esintileri olsa bile zemininden çok şeyler yitirmiştir.

Ezher'de Muhammed Mütevelli Şaravi'nin yanında Sorbonne eğitimli olan Ezher şeyhlerinden Abdulhalim Mahmut da tasavvufa meyletmiş ve bu alanda birçok eser kaleme almıştır. El Münkizu Mine'd Dalal gibi kitapları şerh ettiği oranda EbuSaid el Harraz gibi sufilerin de hayatlarını kaleme almıştır. Abdulhalim Mahmut tasavvuf ile temayüz etmiş bir Ezherlidir. Tasavvuf ile iç içe geçen ülkelerden birisi de Suriye olmuştur. Said Havva, Ruhi Terbiyemiz adlı eserinde bu alanı işlemiştir. Molla Ramazan, Hamalı alleme Muhammed el Hamid son devrin yetiştirdiği alim ve şeyhlerden bazılarıdır.

Tasavvuf ihsan makamıdır ve insanın Allah ile birlikte olmasını ve kurbiyet menzillerine ulaşmasını amaçlar. Dolayısıyla şeriat eğitimle öğrenilirse de tasavvufun yolu tezkiyeden geçer. Birinin yolu talim diğerinin yolu terbiyedir. Bu nefisle mücadele veya ruhu takviyedir. Şeriat eğitimini herkes alabilir lakin tarikat veya tezkiye ilmi imbikten geçenler ve nefsini baskı altına alabilenlerin harcıdır.

Diyobend ekolünün tasavvufun kalası olarak yükselmesinde en büyük pay sahiplerinden birisi alleme Eşref Ali Tehanevi'dir. Zühdü Diyobend alimlerinin tarzı haline getirmiştir. Hasan el Benna ile Bediüzzaman doğru İslamiyet tabirini kullandıkları gibi onlar da hakiki ve sahih ve gerçek tasavvuf ibaresini kullanırlar ve bu anlayışının önünü açarlar. Mevlana'nın dediği gibi bu yolun sahtekarları çok olur. Nitekim, değerli paraların sahtesini yaparlar. Bu yolla vurgun büyük olur. Her yolun aşırısı yoktur ama mensupları arasında aşırıları vardır. Bunlar durumdan vazife çıkartırlar ve bu yöntemle kendilerini saydırırlar. Saygıyı hak etmeden saygın olurlar. Diyobend alimlerinin tarzı müritlerini ahkam-ı şer'iyye telkini ile irşat etmektir. Dahası ahlaklarını imbikten geçirmek ve damıtmaktır. Kötü huyları nefsin elinden ve derinlerinden söküp atmaktır. Cebrail'in çocuklukta Hazreti Peygamberi göğsünü yararak ameliyat etmesi gibi pir ve mürşitler de müritlerini aynı tarzda telkinleriyle bir nevi ameliyat ederler.

Pakistan Müftüsü Muhammed Şefii'nin oğlu Muhammed Taki Osmani iki mürebbiden el almış ve onlar vasıtasıyla nefsini tezkiye etmiştir. Bunlardan ilki Dr. Abdülhay Arifi'dir. İkincisi de Mesihullah Han'dır. Günümüzde iktisat, hukuk, bilginin İslamileştirilmesi dallarında hummalı çalışmalar yürütülüyor. Bunlardan birisi de ahlakın İslamileştirilmesidir. Ya da güzel ahlakın kazanılmasıdır. Bunun yolu da tezkiyedir. Bu da teorik yoldan ziyade pratik üzerinden yani teessi yoluyla kazanılır. Kimi eskiler bu yola iktibas demişlerdir. İktibas bazen satırdan satıra döküldüğü gibi sufilerin nazarında da sadırdan sadıra dökülür. Ruhi çoraklaşmaya karşı tasavvuf belsem ve tiryak mesabesindedir (Ulema ve Müfekkirun Muasirun/Lemehat min Hayatihim ve Tarifun bi müelefatihim: Muhammed Taki Osmani/El Kadi el Fakih ve'd Daiye er Rahhale. Telif: Lokman Hekim, S: 68/69, Daru'l kalem-Dimeşk ).

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN