Arama

Mustafa Özcan
Temmuz 31, 2023
Ölüme yürüyen kafile!

Beyaz ile siyah çizgi Kerbela dışında birbirinden bu kadar net ayrılmamıştır. Lakin sonrasında hatların ve akislerinin bu kadar karıştığı başka bir sahne de olmamıştır. Hazreti Hüseyin'in Kerbela'daki yalnızlığı anlam dünyasında da tarih boyunca devam etmiştir.

Sürecin başında Hazreti Osman ve kanlı gömleği vardır. Hazreti Osman'ın yumuşak tabiatı hem dost çevrenin hem de düşmanların istismarını kolaylaştırmıştır. Asayiş berkemal olmaktan çıkmış ve son demlerinde düzenin çivisi çıkmıştır. Olayların zinciri Hazreti Osman'ın şahadetiyle sona ermiştir. Hazreti Osman direnmemiş karşıtları ise isyanı tırmandırmışlardır. Bu ise tarihi zeminde etki tepki ile fitnenin büyümesine neden olmuştur. Bundan dolayı 'Hazreti Osman'ın kanlı gömleği' deyimi dillere düşmüştür. Dar-u İslam kargaşaya bürünmüş ve sürüklenmiştir. Hazreti Ömer döneminde Müslümanlar Cemaatü'l müslimin olarak tek bir organken sonrasında ufalanarak birliğini ve ortak kimliğini kaybetmiştir. Hazreti Osman gibi yumuşak tabiatlı olan Hazreti Hasan da Muaviye bin Ebi Süfyan ile anlaşma yoluna gitmiştir. Onun lehine belli anlaşmalarla hilafetten çekilmiştir. Görevi aileye değil Muaviye bin Ebi Süfyan'a devretmiştir. O'nun çelebiliği ve yumuşaklığı ve uzlaşmacı yaklaşımı zafiyet olarak algılanmış, Emeviler verasete ve (hilafet yerine) saltanata yönelirken Hazreti Hüseyin de adalet ve ihkak-ı hakka teveccüh etmiştir. Ümmetin şura hakkını korumak istemiştir. Bu yolda da hayatını feda etmiştir. Burada Tunuslu düşünür Ebu Ya'rub el Marzuki Hazreti Ali'nin hilafet görevini oğluna ilk devreden kışı olduğunu hatırlatmaktadır. Bu suretle aile içinden birine veraset ve istihlafa yöneldiğini ifade etmiş ve bu yolla emsal doğurduğunu söylemek istemiştir. Görevi oğlu Hasan'a, Muaviye'nin Yezid'e bırakmasından önce bıraktığını hatırlatmıştır. Burada doğruluk payı olsa da ne istihlaf makamındaki Hazreti Ali ile Muaviye ibni Ebi Süfyan eşit ağırlığa sahiptir ne de geride bıraktıkları. Benzerlik var ama kıyas kabul etmez.

Hazreti Hüseyin Emevi kampının Hazreti Hasan'ın uzlaşma şartlarını ihlal etmesi üzerine, ümmetin şura hakkını koruma uğruna çıktığı yolda şehit düşmüştür. Emeviler şuraya dayalı İslam rejimini değiştirmişler ve kaçırarak kendilerine mal etmişlerdir. Bu işin vebalini ve sonucunu da hiç düşünmemişlerdir. Cemaatü'l müslimin Hazreti Hasan'ın uzlaşma adımıyla birlikte yeniden beraberliğine kavuşmuş ve bu adım amu'l cemaa (birlik yılı) olarak anılmıştır. Bu birlik yılı, karşı tarafın ahdine sadakat göstermemesiyle yıkılması sonucu dağılıp gitmiş bir daha da ümmetin iki yakası bir araya gelmemiştir. Dirlik yolu kalmamıştır.

Süreçle Cemaatü'l müslimin parçalanmıştır. Genel çizgi özelleşmiştir. Herkes kendi grubu ve tayfası için Cemaatü'l müslümin ifadesi kullanmaya başlamıştır. Halbuki irili ufaklı bütün bu bölükler Cemaatü'l müslimin olmayıp Cemaatü'n mine'l müslimin hükmünde ve kıvamındadır yani ana gövde olmayıp bilakis ana gövdeden kopan parçalardır. Müslüman gövdenin parçalanmasıyla birlikte parçanın en büyüğüne Sevad-ı A'zam yani iri bölük ve karaltı denilmiştir. Hazreti Osman ve fitne döneminden itibaren gövdede yarıklar açılmaya başlanmıştır. Bunların en belli başları Hariciler ve Şiilerdir. Zamanla ulemanın devamı olarak Ehl-i Sünnet bölüğü, kavramı türemiştir. Ehl-i Sünnet yolu Emevi yolu değil bilakis onlara direnen ulemanın yoludur. Ne Şiiler Ehl-i beyt uzantısı ne de Sünniler Emevilerin kalıntısıdır.

Önceleri Ehl-i sünnet, Ehli hadis ile birlikte anılıyordu. Ehl-i sünnet bölüğü gerçekte Şii sapmanın ötesinde Ehl-i beyt ve sahabelerin ortak yolunu temsil ediyordu. Emeviler ile Şiiler karşıt kutup olarak ehli ifrat ve tefriti temsil ederken madalyonun iki yüzü durumundaydılar. Sahabeler ile Ehl-i beyt ise İslam'ın iki kanadını temsil ediyorlardı.

Ehl-i sünnet veya Emeviler dönemindeki ulema hareketi sahabe ile Ehl-i beytin ortak paydasını, kaynaşmasını ve ruhunu simgeliyordu. Nitekim Hasan el Basri, Said ibni Cübeyir Emevilere karşı İslami muhalefet odağını temsil ediyorlardı. Hasan el Basri, Hazreti Ali'nin himayegerdesi/ Protégée olarak onun kanatları arasında serpilmiştir. Bilahare Ehl-i sünnet dairesi genişlemiştir. İslam'ın başak gibi açması ve serpilmesi ile birlikte onun farklı yönlerini aksettiren tasavvuf gibi meşrepler, üniteler de Eh-i sünnet kapsamında ele alınmıştır.

Kerbela iyilikle kötülüğün zirve noktasıdır. İnsana en acı veren de kötü adamların iyiliğe yatkın alaca unsurları iyileri bastırmakta kullanılması ve paralı asker durumuna düşürmeleridir. Bu da hak batıl mücadelesini renklendirmiştir. Farklı kanatlarda olsalar da Ömer Bin Sa'd bunlardan birisidir. Malik Eşter, İbrahim Malik Eşter yine bunlar arasındadır. İyilik ve kötülüğün ayrışma döneminin mahsulü en önemli sözlerinden birisi şudur: Gönüllerimiz Hüseyin kılıçlarımız Yezid iledir. Bunun sahadaki açılımı, tercümesi şöyledir: Menfaatimiz için gerekirse gözümüzü kırpmadan sevdiklerimizi de öldürürüz. Nitekim öyle olmuştur. Bu süreçte pasif iyiler kötülerin kör aleti hükmüne geçmiştir.

Bu karşılaşmada iyilerin talihleri yaver gitmemiştir. Bu yetersiz oldukları için değil iyi oldukları böyledir. Allah bir de onları mağlubiyetle ahirete ayırmış ve kayırmıştır. Kader çizgisi böyle iktiza etmiştir. Kötüler atılgan davranırken iyiler ahlaki sorumluluk altında mevzilerini koruyamamışlardır. Tarih başka bir noktaya ve tulaka noktasına doğru kaymaya başlamıştır. İdealler kaybolmuş ve çıkarlar öne geçmiştir. Bu dönüşüm bir günde de olmamıştır. Dip dalga olarak iyi dönemde de varlığını sürdürmüştür. Uygun ortamı bulunca da yüzeye vurmuştur.

Hazreti Hasan ne kadar uzlaşmaya açık ise Hazreti Hüseyin o derecede uzlaşmaya kapalı bir karakterdir. Bu haktan taviz vermediği anlamındadır. Lakin son anda Kerbela sathında siyasi taleplerinden vazgeçmiştir. Lakin Yezid ve ona omuz veren kimseler onun kellesinden vazgeçmemişlerdir. Ya da onurunu ayaklar altına sermesini istemişlerdir. Ya kellen ya da onurun demişlerdir.

Mekke'den ayrılmaması için kendisine yalvaranları dinlememiştir. Rüyasının ve kaderinin peşinden gitmiştir ve Irak'a giderken gördüğü rüyayı da kimseyle paylaşmamıştır. Şehit olmadan evvel de uyku bastırdığında Resulullah'ın kendisini yanına çağırdığını görmüştür. O, Resulullah'ın adağıdır. Kerbela'da iki destan yazılmıştır. Birisi insanlığın destanı. Diğeri de insani değerlerden sıyrılmanın destanı. İyi ve kötü destan.

Hazreti Hüseyin'in Mekke'den çıkarak Kufe'ye doğru gitme kararı alması büyük sahabeleri can evinden vurdu ve üzdü. Abdulllah İbni Abbas ve Abdullah İbni Ömer Hazreti Hüseyin'e Mekke'ye terk etmeme tavsiyesinde bulundular. Hazreti Hüseyin ise Resulullahı gördüm o bana bir şeyi emretti. Onu yapmalıyım diyordu. Abdullah İbni Ömer'in tavsiyesi şayanı dikkattir. Ona şöyle seslenmiştir: Mekke'den çıkma. Allah, Peygamberini dünya ile ahiret arasında muhayyer kıldı. Dilediğini seçecekti. O ahireti seçti. Sen ondan bir parçasın. Sen de bu dünyaya ulaşamazsın (Hz.Hüseyin ve Şehadete Giden Yol, Dr. Şerafeddin Kalay, Safa Yayın Dağıtım, s: 77).

"Çağdaş alimlerden Ebu'l Hasan en Nedevi 'Suretani Mudettetani' ya da iki zıt görüntü (tablo) adlı kitabında Allah'ın dünya namına onlara ahiret yurdunu verdiğini, dünya saltanatı yerine melekut saltanatını bahşettiğini söylemektedir. Bediüzzaman da çeşitli eserlerinde bu görüşü teyit eder.

Hazreti Hüseyin'in dünya saltanatı için yola çıktığını söylemek abes olur. O görev bilinciyle ve adalet arayışıyla birlikte hareket etmiştir. Bu yönde de manevi işaretler almış ve o manevi işaretler uğrunda da can feda etmiştir. Ruhları şad olsun.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN