Arama

Mustafa Özcan
Mart 27, 2023
Hilafetçi Cumhuriyetçiler!

Yazarlar Birliği'nin İstanbul Şubesinin karargahı olan Kızlar Ağası Medresesinde yazar ve fikir adamı Sadık Albayrak'ı dinlerken dikkatimi çeken bir ifade kullandı. Bu ifadesi bende birden fazla çağrışım yaptı. Kullandığı ifade 'hilafetçi cumhuriyetçiler' kavramı idi. Bunların kimler olduğunu merak ettim. Değinip geçti. Merakımı yenemediğimden sohbetin bir sırasında 'hilafetçi cumhuriyetçilerin' kimlerden müteşekkil olduğunu sordum. Yakup Kadri Karaosmanoğlu ismini tasrih etti ve benzerlerine de vurgu yaptı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu mistik tarafları olan bir edebiyatçıdır. Erenlerin Bağından adlı eseri ve benzerleri bu yönüne tanıktır. İskilipli Atıf Hoca nasıl Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesini kaleme almış ise Yakup Kadri Karaosmanoğlu da çarşaf ve peçeye dair bir risale kaleme almış ve İslami kılık kıyafeti yazdığı risalede yetkinlikle savunmuştur. Lakin İskilipli Atıf Hoca belki de edebiyatçı olmadığı ve ulema sınıfından geldiği için devr-i sabık olmuş ve fani hayatı darağacında son bulmuştur. Ona bakarsanız Osmanlı döneminde veya hayatlarının ilk dönemlerinde Tevfik Fikret ve Nazım Hikmet ve benzeri niceleri dine uzak veya yabancı değildirler. Yahya Kemal gibiler Paris'te bir süre bohem hayatı yaşadıktan sonra özüne dönenlerdendir. Ortamların değişmesi insanları da değiştirebilmektedir. Elbette istisnai olarak her dönemde sabit kalanlar da vardır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu da belki ortam değişmeseydi o asude fikirleriyle baş başa kalacaktı. Lakin daha sonra Kadro dergisiyle birlikte cumhuriyetçi kadrolara transfer olmuş veya iltihak etmiştir. Sonra da Kadro ekibi dağıtılarak kendi ifadesiyle Yahya Kemal gibi 'zoraki diplomat' olmuştur. Bambaşka bir mecraya kulaç atmıştır.

Sadık Albayrak'ın bu kavram veya ifadesi bana iki çağrışımda bulundu. İlkin Arap Baharı (2011) öncesinde Mısırlı Sosyolog Sadettin İbrahim'in ortaya atması veya kavramlaştırmasıyla Arap dünyasında 'cummelikiyye/kraliyetçi cumhuriyetçiler' denilen karma bir rejime geçilmesini aklıma düşürdü. Hem cumhuriyet hem kraliyet! Hecin bir yapı. Bu ad veya sıfat altında yeni bir süreç başlıyordu. Bu süreç Beşşar Esat ile 2000 tarihinde ete kemiğe büründü ve siftah yaptı. Onu sıradakiler izleyecekti ve bu hecin rejim kökleşecekti. Arap Baharı araya girdi.

Oysaki Arap dünyasında 1950'li yıllarda cumhuriyetçiler ile kraliyetler karşı karşıya gelmiş ve iki karşıt kamp olarak aralarında itişme ve çekişme yaşamışlardır. Körfez emirliklerinde İhvan'a sempati biraz da bu geleneksel yapıdan kaynaklanıyor olmalıydı. Nasır gibi cumhuriyetçi rejimler kendilerini ilerici, saltanat rejimlerini ise gerici sayıyorlardı. Tam da cumhuriyet rejimleri yerleşmiş ve kökleşmiş bir durumda iken Suriye'de baba Esat'tan sonra ülke fiili olarak hanedanlığa ya da kraliyete geçiyordu. Mısır, Yemen, Libya gibi ülkeler de buna eşlik ediyor ve hazırlanıyordu ki Arap Bahar patlak vermiştir. Bu beklenmedik hareket totaliter rejimleri tepetaklak etmiştir. Sadık Albayrak bu tanımıyla ya da hilafetçi cumhuriyetçiler tanımıyla Osmanlı'nın yıkılış sürecinde ara devre veya geçiş döneminde cumhuriyet rejimiyle hilafetin mezcedilmesini isteyenleri mi kastediliyordu? Zira geçiş döneminde ve sonrasında hilafetin Meclis'in uhdesinde mündemiç olduğu ifade edilmiştir. Lakin hilafet söylemi ve eylemi hiçbir zaman aktif hale getirilmemiştir. Bağdat'tan Kahire'ye transfer edildikten sonra sessizliğe gömülmesi gibi İstanbul'dan Ankara'ya geçişle birlikte yine sessizliğe bürünmüştür. Halbuki, İslam hukukuna göre muktedir olmayan halife, halife değildir. Tasarrufa haiz olmalıdır. Son Halife Abdülmecid Efendi ile birlikte bu makam anılan nedenle münhaldir. Elbette cumhuriyetle birlikte Karaosmanoğlu'nun varsa bile hilafetçi damarı sönmüş ve solmuştur. Muhtemelen esintisi ve kırıntısı bile kalmamıştır.

Hilafet tanımaz Ali Abdurrazık, 1925 yılında intişar eden 'İslam ve Yönetim Biçimi' kitabında hilafet dışında bütün rejimlerin İslam'a göre meşru olduğunu savunmaktadır! Ona göre tek bidat rejimi hilafettir! Bu kitaba göre, dünyevi bir siyaset takip etmeyen İslam, hilafet diye bir müessese tanımaz ve bu sonradan ihdas edilen bir bidattır. Onun dışındaki bütün rejimler meşrudur. Buna mukabil Muhammed Hamidullah Hoca ise bu konuda Sati Husri gibi hurma aşılama ve Müslümanların dünya işlerini daha iyi bilecekleri hadisine dayanarak Müslümanların uygun gördükleri her rejimin hilafetle bağdaşık addedilebileceğini savunmuştur. Bu da ayrı bir garabettir ve savrulmadır. Halbuki Hazreti Peygamber hilafeti yöntem olarak iki kısma ayırmıştır. Şuraya dayalı hilafet, istibdada dayalı hilafet. İlki, şura esasına dayalı keyfilikten uzak, peygamberlik mesleği ve yöntemi veya metodu üzerine kaim hilafet çeşididir. Bunu iki dönem olarak sayıyor. Birinci dönemi asr-ı saadette ikinci dönemi de ahir zamanda. Bir de İslam dünyasının bin yılına damgasını vuran ısırıcı saltanat yöntemi ve dönemi vardır. Bediüzzaman ve Hindistanlı Ebu'l Kelam Azan raşit halifeler dönemindeki hilafet rejimini cumhuriyet olarak tanımlamıştır. Burada iki esas gözetilmiştir. Bunlardan birisi işletilen şura ilkesi, ikincisi de veraset yerine seçim usulünün benimsenmesidir. Hazreti Ömer, yerine oğlunun bırakılmasını ve istihlaf edilmesini kabul etmemiştir. Buna mukabil Hazreti Ali'den sonra Hazreti Hasan şura esasına göre göstermelik değil gerçek biatla seçilmiştir. Veraset usulüne göre değil. Lakin Müslümanların maslahatına, temsil ettiği makamdan çekilmiş, feragat etmiş ve yerine Emir Muaviye Bin Ebi Süfyan'ın geçmesine muvafakat etmiştir. Lakin Emir Muaviye dönemi ısırıcı saltanata geçiş surece yani ara devre olmuştur. Sonrasında hilafet asli suretiyle restore edilememiştir. Isırıcı saltanat idaresinin karakteri de veraset ve saltanat olmuştur. Kısaca kraliyet rejimi olmuştur. Hazreti Peygamber ısırıcı saltanat ile peygamberlik yöntemi üzerine hilafeti birbirinden ayırmıştır. Hamidullah Hoca ise aksine birbirine karıştırmıştır. Aynı zamanda hilafet sadece dünya işi değil aynı zamanda ahiret işidir de.

Muhammed Hamidullah hocaya göre hilafet rejimi belirsizdir, tanımsızdır. Müslümanların iradesine göre pratik olarak şekillenir. Su gibi bulunduğu kabın şeklini alır. Monarşi de olabilir cumhuriyet de olabilir. Hazreti Peygamber hilafet rejimini ona göre kasıtlı olarak maslahat gereği tanımsız veya ucu açık bırakmıştır. Halife tayininden ziyade rejiminin tayini toplumun tercihine bırakılmıştır. Zira söylediği gibi hilafet rejimi kraliyeti de kapsıyorsa bu durumda ümmetin zamanın kralını seçme gibi bir yetkisi ve işlevi olmayacaktır. Farklı tanımlar farklı muhtevayı da beraberinde getirir. Müslümanların uygun gördükleri her rejim hilafet değildir. Zira zorlamalarla hilafetin kimliği ve mecrası veya yatağı değiştirilmiştir. Hazreti Hasan ve Hüseyin'in devre dışı bırakılmasıyla İslam tarihi ısırıcı saltanat düzenine ve dönemine girmiştir. Bu dönemin rejimi kraliyet veya saltanattır. Cebri saltanat döneminde ise rejim katıksız bir biçimde diktatörlüğe yönelmiş ve İslam hukukuna dayalı referans sistemini iptal etmiştir. Bu döneme askeri rejimler veya oligarşiler damgasını vurmuştur. Hamidullah Hoca teoriyi bir kenara bırakarak şuranın dışında gelişen mütegallibe rejimlerini onaylamaktadır. (İslam Peygamberi, Muhammed Hamidullah, S. 930, Beyan Yayınları).

Sonuç olarak, ortak ismi hilafet olarak kalsa bile dönemler değiştikçe rejimler de değişmiştir. Meşruiyeti de buna göre dağılmıştır.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN