Kur’an faylardan bahsediyor mu?
Necip Fazıl Kısakürek'in 'O ve Ben' adlı eserini okuyorum. Zaman zaman satırlarının içine siniyorum. Onlarda kendimi buluyorum, görüyorum. Hatasıyla kusuruyla duygularına ve ortak duygulara tercüman olmuş. Lakin orada aynı zamanda muhakemeler de var. Gazali'den, 'ermişlerin piri/seyyid et taife' Cüneyd'den bahsediyor. Bazen bunalımlarını nazara veriyor. Kitabının bazı yerinde hüküm cümleleri de kullanıyor. Bunlardan birisi şöyle :" Bütün ilimler, (kök bakımından) Peygamberlerden kalma. Riyaziye (matematik) ilmi de birçok ilim gibi, semavidir." Matematik ezelden alır, insanı sonsuza bağlar. Bu tür tartışmalar diller konusunda da olmuştur. Dillerin kaynağı ilahi midir, beşeri midir tartışmasında bütün dillerin kaynağının ilahi olduğu farz edilir. Sonra kesbi hale gelmiştir. Vahiyle işlenmiş diller daha fazla tekamül etmiştir. Kimisi de farklı düşünmektedir. İlim tasniftir denilmiştir. İnsanlar tek dil konuşsalardı tek ırk olsalardı belki de tearüf/tanış olma faslı bu kadar zengin ve engin olmayacaktı. Sosyal fakirleşme olacaktı. Yerelliği öldüren küresel medeniyet biraz öyle değil midir? Nitekim ilgili ayet şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O'na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır."
İnsan bir dişi ve bir erketen tek bir insan iken tenasül ile çoğalmıştır. İmtihan veya yarışma vehbi alanda değil kesbi alanda yürür. Bu nedenle üstünlük vehbi alanda değil kesbi alandadır. Nitekim bu nedenle Hazreti Peygamber (SAV) kızı Fatma'ya (AS) 'herkes ameliyle geldiğinde huzuruma nesebinle gelme' buyurmuştur.
Çeşitlilik merakı kamçılamakta ve karşılıklı çekimi de beraberinde getirmektedir. Lakin bunun afatı ırk taassubudur. Çeşitlilik birbirini beslemekte ve birbirine çekmektedir. İki mıknatısın eş kutupları birbirini iterken zıt kutupları birbirini çeker.
Bütün peygamberler muallimdir, Hazreti Peygamber(SAV) ise insanlığın baş öğretmenidir. Kur'an ise rehber kitabıdır. Merhum Necip Fazıl gibi Süleyman Karagülle de peygamberlerin dönemlerinin kaşifi olduğunu ifade etmektedir. Gerçekten de eski alimler şöyle benzetmeler yapmışlardır: Mesih döneminde tıp ilerlediğinden dolayı Allah onu döneme uygun mucizelerle bezemiş, göndermiştir. Bunlardan birisi de diriltme mucizesidir. Bu vesile dönemin tıbbına ve nedenselliğine meydan okumuştur. Hazreti Peygamber (SAV) döneminde insanlar arasında beyan öne çıkmıştır. Kur'an beyanı yaran bir mucize (harku'l ade) olarak gönderilmiştir.
Peygamberler yeni keşifler ile gelmişlerse Kur'an da iki kapağı arasında gizli olmasa da saklı ilimlere havidir. Kur'an, i'caz yani özet olma yönüyle bir de i'caz yani harikuladelik ve meydan okuma yönüyle öne çıkmıştır. İ'cazı çok yönlüdür. Bunlar arasında beyan ve edebi özellikler olduğu gibi ilmi özellikler de vardır. Bu özelliklerden birisi de sayısal mucizedir. Lakin bunlar etrafında çekişme yaşanmaktadır. Bir yönü diğer yönünü kapatmaması ve gölgelememesi için kimileri ilmi veya sayısal mucize konusunda çekince ortaya koymuşlardır. Bilim, hikmet ve hidayet boyutları birbiriyle iç içedir ve birbirini tamamlar. Seyyid Kutup gibiler bazen ilmi mucizelere parmak bassalar da Kur'an-ı Kerim'in asıl misyon ve mesajının hidayet yani insanı marifetullaha götürmek, kavuşturmak olduğunu ifade etmektedir. Hidayet insanı Allah ile buluşturmaktır. Peygamberlerin en önemli görevi işte budur. Hikmet boyutu ise insanı peygamberlerin mirası ile tanıştırmak ve buluşturmaktır. Bunun bir diğer kısmı ise bilimdir. Kur'an, i'cazını yani mucize olma vasfını satır aralarına hatta harflere ve kelimelere dökmüş ve yüklemiştir. Söz gelimi Muhammed Mütevelli Şaravi 'fe'tuni bihi' ayetinden yani 'Yusuf'u bana getirin' ayetinde kale'l melik kipinden dönemin Mısır sultanının firavun değil kölemen olduğunu çıkarmıştır. Bu Kur'an-ı Kerim'in satırları arasına saklanmış mucizelerindendir. Kur'an burada 'melik' ifadesiyle bir i'caz izi bırakmıştır. Kur'an burada 'Melik' yerine Firavun ifadesi kullansaydı yine meramı ifade etmiş olur ama mucize olmazdı. Zira Yusuf döneminde Mısır sultanının kölemenlerden olduğunu ifade etmemiş olurdu. Bu melik üzerinden ortaya çıkarılan saklı bilgidir. Firavun yerli Mısır hükümdarıdır. Melik ise Mısır'da yabancı hükümdarlar için kullanılır. İlgili ayet bu suretle Yusuf Aleyhisselamı (AS) göreve getiren kralın Mısır dışından devşirilmiş bir ailenin soyundan olduğunu ortaya koymuştur. Bazen kafa karıştırsa bile rüyalar da Allah'ın mucizelerindendir. Bilinmezleri ve gaybı ayaklar altına serer. Bunun için nübüvvetin 46'da birine tekabül eder.
Son günlerin tartışmalarından birisi de depremlerle alakalıdır. Kimileri suni depremler de yapılabileceğini öngörmekte kimileri de suni sarsıntı ile deprem arasında nitelik farkı olduğunu ortaya koymaktadır. Kur'an'da kozmolojiyle alakalı inanılmaz sureler ve ayetler vardır. Kadim kitaplarda ya da Kur'an öncesi kitaplarda bu tarz sureler yoktur. Kur'an'ı kerim'in özelliği enfüs ve afak dairelerinde mucizelerden bahsetmesidir. Afakın içine kozmolojik sırlar da girer. Muhyiddin İbni Arabi Kur'an ayetlerine gönderme ile kitaplar kaleme almıştır. Mevakiu'n Nucum bunlardan birisidir. Yine Kur'an Rum Suresi, Neml, Nahl Suresi gibi milletlerden geleneklerden ve hayvanlardan ve bu meyanda karınca ve arıdan bahseden surelere havidir. Yine Şems, Kamer ve Tarık gibi yıldızlardan sure isimleri belirler. Bütün bunlar hem Kur'an hem de afak dairesinde ayetler yani işaretlerdir. Nedir bu işaretler? "Ve fi külli şey'in ayetun tedellu alaennehu vahid." Kainatın her bir zerresine sinmiş onun birliğine delalet eden ayetler ve işaretler vardır. Mesela Kur'an Zilzal suresinde ve nice ayetlerde hem kıyamet depreminden hem de ondan önceki depremlerden bahsetmektedir.
Peki! Kur'an fay veya faylardan da bahsediyor mu? Faylar meselesi günümüzün ilmi bulgularındandır. Tarık Suresi 12'inci ayette Cenab-ı Hak Ve'l ardı zati's sad'ı ayetinde kırıklıklara yani faylara havi yer kabuğuna yemin etmektedir. Cenab-ı Hak tek parça olarak faydan bahsetmektedir. Daha yakınlarda yer kabuğunun veya küresinin tek parçadan olmadığı plak ve yarıklardan oluştuğu öğrenilmiştir. Mısırlı jeolog Zağlul Neccar Kur'an'da yere yemin edildikten sonra tek parça kırıktan ya da yer plakasından bahsettiğini hatırlatmıştır. İzahatında bunların şebeke gibi birbiriyle kenetlenmiş halde yeryüzünü dolaştıklarını ve birbiriyle bağlantılı olduklarını ve bu nedenle de Kur'an-ı Kerim'in tek bir faydan veya kırıktan bahsetmesinin şaşırtıcı olmadığını söylemiştir. Faylar çok olsa da yeryüzünü dolaşmakta ve birbiriyle kenetlenmektedir. Faylar tektonik bir surette veya okyanuslar altında küresel hatlarla birbirlerini bağlanmıştır. Eski müfessirler Tarık Suresinin 12'inci ayetini (Dönüş sahibi olan (yağmur yağdıran) göğe, (nebat ile) yarılan yere yemin ederim ki Kur'an, (hak ile bâtılı) ayıran bir sözdür) şeklinde yorumlamışlardır. Burada eski müfessirlerin bitki/nebat ile ifadesine deprem ifadesini de ilave etmemiz gerekir. Deprem kırıkların birbirine sürtünmesi ve temasından kaynaklanmaktadır. Burada sad' ifadesi çok boyutludur. En azından üç boyutludur.
Eslaf veya kudema ilgili ifadeyi bitki tohumlarının yeşererek ye rkabuğunu çatlatmasına hamletmişlerdir. Bu doğru olmakla birlikte eksiktir ve günümüzde anlamını tamamlamıştır. Yarık veya kırılma, bitkilerin hareketiyle sınırlı değildir. Depremler de yer ve deniz plakalarının birbirine çarpmasıyla ve enerjinin ortaya çıkmasıyla meydana gelmektedir. Bu suretle kırıklar yer çekirdeğini havalandırıyor. Nefes aldırıyor.
Buradan alınacak çok dersler vardır: Eski müfessirler bir konuda icma etseler bile Iraklı Taha Cabir Alvani'nin ifadesiyle cumhur-u ulema adına hakikati müsadere etmek mümkün değildir. Muvakkaten yani geçici olarak hakikati müsadere edebilirsiniz ama bunu sonsuz yapamazsınız. Bazı icma türleri kesindir lakin ilme ve geleceğe dair icma iddiaları doğru değildir. Geçmişte birisi havada uçacağına dair yemin etseydi belki yemini lağv ve geçersiz sayılabilirdi. Lakin bugün gelişen teknikle birlikte bu mümkündür.
İlmi gerçekler ortaya çıktıkça Kur'an'daki saklı bilgileri de öğrenebiliyoruz. Kur'an ile ilim ya da bilim arasında mütekabiliyet vardır. Lakin daima şöyle bir soru varit oluyor: Kur'an bilgileri neden hep gecikmeli olarak devreye giriyor? Neden Kur'an bilgileri daima arkadan geliyor ve ilmi keşfiyatı tasdik ediyor da tersi olmuyor? Neden Kur'an üzerinden Müslümanlar doğrudan bu bilgilere ulaşamadılar da bilakis ilmi keşifler sonrasında agah oldular, ayıktılar veya bunların Kur'an'da da olduğunu gördüler? Bu mesele hem Allah'ın saklı bilgisi hem de imtihan sırrıyla alakalıdır. Kur'an'a ait zamana uyarlı bilgiler ilmi keşiflerden önce bilinseydi herkes Kur'an-ı Kerim'e doğrudan iman etmek durumunda kalırdı. İmtihan sırrı sakıt olurdu. Bu soruya paralel sorulardan birisi de şudur: Kafiri mümini neden depremin önceden olacağını kestiremiyor? Deprem de Kur'an'daki ilimler gibi imtihan sırrı gereği saklıdır ve zamana gelince inkişaf eder. Kılıfından çıkar. İsra Suresi 104'üncü ayette Yahudilerin diasporadan Filistin'e döneceklerini haber vermesi gibi. Yahudiler de günümüzde bunu biliyorlar ama Musa'nın mütemmimi olan Hazreti Peygambere iman ediyorlar mı? Aksine buradan bile kendilerine üstünlük vasfı çıkartıyorlar. Ancak İsrail kurulduktan sonra bu ayetin sırrı aydınlanabilmiştir.
Buradan iki sonuç çıkartabiliriz: Mealler asıl ilahi nas ve metnin yerini tutamaz. Şeyhülislam Mustafa Sabri'nin ifadesiyle çeviriler Kur'an olamaz sadece takribi mana verebilir. Zamanla bunlar ya doğrulanır ya da gerçekdışı olurlar. Bu gerçek meallerin yasaklanmasını gerektirmez. Lakin meallerin Kur'an-ı Kerim'in yerini tutmadığı bedihi bir bilgidir. İhtiyat gerektirir. Meal yenilenir ama Kur'an mahfuzdur. Şaşmaz bir karakter arz eder. Bunun için ezelidir ve ebedidir. Yerin yarıklığına yemin eden ayetin gösterdiği gibi eski tefsirlerden bazıları eksiktir bazıları da yanlış olma ihtimalini barındırır. Bir başka ders de şudur: Her daim çağdaş tefsire ihtiyaç vardır. Zira Kur'an inkişafı zamana bağlı ezeli sırlarla doludur.
Bir başka gerçek de şudur: Neden fay ayeti Tarık Suresinde gelmiştir? Tarık Yıldızı Necmu's Sakip olarak da tarif edilmektedir ki parıl parıl parlayarak karanlıkları yarıp geçen yıldız anlamındadır. Tarık'ın yer kabuğundaki karşılığı faylar olmalıdır. O da yerkabuğunu enerjisini boşaltarak yarıp geçmektedir. Depremler ve Tarık Yıldızı kıyamet sürecini de ifade etmektedir. Tarık'ın gökyüzünde görünmesi ihtimaliyle yeryüzünde depremlerin hızlanması eşzamanlı görünmektedir.
En doğrusunu Allah bilir.
Mustafa Özcan
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.