Arama

Mustafa Özcan
Nisan 4, 2022
Skolastik tasavvuf veya Gazali ile Şarani modelleri
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Tarikatların ilgilendiği yatay unsurların hilafına dikey hatlardaki gerekçelerini ispat etmek pek kolay olmasa gerek. Kısaca hırka ve silsile ve şeyhe bağlılık gibi hususlar tarikatların iç düzeni içinde ispat edilmişlerdir. Dolayısıyla dışarıdan bakanlar bunlara itiraz etmişlerdir. Belki de bundan dolayı İbni Teymiye tasavvuf ilmini hadis/sonradan ihdas edilen bir ilim dalı olarak tanımlamıştır. Gerçekte bunları ispat edecek argümanlar bulunmuyor. Lakin Hazreti Peygamberin hırkasının Veysel Karani'ye ulaştırılması gibi hususlar karine sayılmaktadır. Ya da hadisler üzerinden ulaşabileceğimiz doğrudan bir veri yok. Lakin tasavvufun ilgilendiği değerler açısından Kur'an ve hadisler bize birçok veri sunar. Tasavvufun kalıbı değil ama içeriği her zaman ispatlanabilir olmuştur.

Hadislerle ilgili rivayetlerin silsilesi ve ananesi bulunuyor. Keza mezheplerin de teşekkülünde bir zincir vardır. Bunlar zahirdir. Irak Rey mezhebi ve teşekkül zinciri şöyledir: Hammad b.Ebu Süleyman, Numan b. Sabit'in asıl hocasıdır. Ebu Hanife'nin ilmi silsilesi hocaları vesilesiyle İbrahim en Nehai, Ebu Amr eş-Şa'bi, Mesruk b. Ecda, Kadi Şüreyh, Esved b. Yezid, Alkame b. Kays üzerinden Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b.Mesud ve Abdullah b. Abbas'a kadar uzanır.

Bununla birlikte hadis ravileri ya da Irak fıkıh ekolüyle ilgili silsilede olduğu gibi tarikatların da kendilerine has bir halka veya zincirleri olsa da en azından ilk devre itibarıyla birbirlerinden manevi nöbeti devraldıklarına veya hırka giydiklerine dair tatmin edici bir belge ve bilgi yoktur. Hasan el Basri'nin İmam Ali'den mürselleri makbul sayılsa bile ondan tarikat dersi aldığı bugünün diliyle çevrim içi bir gerçektir. Ya da sözeldir. Silsile isbat edilse bile bunlar işin zahiri kısmıdır. Tasavvuf değerler üzerinden yürür. İslam'ın değerlerle örülü bir tezkiye ve ihsan boyutu vardır. Bu da gösteriyor ki tasavvufu yatay olarak ispat etmek her zaman mümkündür ve kolaydır. Zira İslam'ın bir manevi boyutu ve ötesinde ahlaki bir boyutu vardır. Ahlak nazariyattan oluşur ve statiktir lakin bunu hayata geçiren tezkiyedir ve tezkiye dinamiktir. Donuk olan ve felsefi karakter arz eden ve bu zeminde yürüyen ahlak, tasavvuf dersleri eşliğinde pratik hayata yansır. İşlerlik kazanır. Tezkiye, Hazreti Peygamberin görev alanlarından biridir ve bu görevi daha sonra ardıllarına bırakmıştır. Bunun ispatı ise ahlaki ve manevi değerler üzerinden mümkündür. İ'sar gibi tevekkül gibi. Dolayısıyla faraza ritüelleri olmasa bile davranışları düzenleyici değerleri her zaman aktif haldedir. Dinin yaşanması ahlakı canlı tutar. Bu itibarla tasavvufun ritüelleri tartışmalı olsa bile ya da yenilenebilir ve içtihat kabul eder olsa bile rahatlıkla muhtevasını ispat edebiliriz. Manevi değerlere havidir ve bunun için ona 'organ fıkhı' değil 'gönül fıkhı' denmiştir. Kimse de bunun aksini savunabilecek durumda değil.

Tarikat anlayışı zamanla iki kola ayrılmıştır. Yöntem yani menhec üzerine giden tarz, ikincisi de şeyh kültü üzerine yükselen anlayıştır. Cüneyd'den gelen tasavvufi anlayış Gazali ile Şarani örneğinde bir ikileme bürünmüş ve düşmüştür. Gazali tasavvufa meşruiyet devşiren ve Cüneyd'in yolunu izleyen müteşerri bir mutasavvıftır. Tasavvufta şeyhi Ebu Ali Farmadi kabul edilse de onun üzerine fazla bir yükleme yapılmamaktadır. Burada şeyhlik meselesinde de Gazali ile Şarani ekolleri arasında bir eksen kayması yaşanmıştır. Şarani de el ötek öpmek ve bolca şeyhlik vurgusu vardır. Bu yön mübalağalı bir çizgide seyreder. Halbuki şeyh veya şeyhlik mutlak bir otorite değildir. Ahlaki otorite ya da tezkiye otoritesidir. Mutlak değil itibaridir. Tezkiye alanında bir abi ve nasih hükmündedir. Bununla birlikte şeyhe karşı hürmette kusur etmemek ve ihtiram kırmamak gerekir. Muallim ya da şeyhe hürmet kıran ne ilim ne de feyz alabilir. İhtiramı kırmak kırılandan ziyade kırana zarar verir.

Sapmalarla malul ikinci yol ve tarz, Şarani ve muakkiplerinin ve benzerlerinin tuttukları yoldur. Bu yolun istikamet sorunu vardır. Mübalağa ile örülüdür. Kısaca Şeyh Abdulvehhab eş Şarani'nin tarikat veya tasavvuf anlayışı kendisine göre büyüklerden menkul bir anlayıştır. Kur'an ve Sünnet merkezli değil şeyh veya şuyuh merkezlidir. Şer'i şerif veya tasavvufun esaslarından ziyade büyüklerden menkul menakıba dayanır. Onlara göre yol bulur. Bu menkıbelerle örülü anlayış doğru unsurların yanında birçok çiğ ve işlenmemiş yani ham unsur da barındırır. Gazali'de tasavvuf kültürü işlenirken Şarani de yerini şeyh kültü almıştır. Böylece sorgulamaya sünger çekilir. Şarani tasavvufu vulgarize etmiş ve şaşmaz bir şeyh kültü vazetmiştir. Onun anlayışında teori ortadan kalkmış yerini pratik veya şahıslar almıştır. Bu da tasavvuf alanında yanlış bir intibaa neden olmuştur. Kimileri bu yüzden tasavvufun vafid yani dışarıdan ithal bir kültür ve yol olduğu kanaatindedir. İbni Teymiye, ehli tasavvuf birisi olmasına rağmen tasavvufu hadis yani asli olmayan ilave bir meslek olarak görmüştür. Görüldüğü gibi kimileri vafid yani dışarıdan gelen kimileri de Kur'an ve Sünnete dayanmayan yani aslı itibarıyla İslami olmayan veya en azından şaibeli bir yöntem olarak görüyorlar.

DEĞERLER TASAVVUFU İLE ŞEYH KÜLTÜ

Elbette şeyh sohbetleriyle ölü sineleri dirilten kimsedir. Bu anlamda şeyh veya yolun büyüğü elzemdir. Bununla birlikte şeyhi her şeyi bilen ve gören bir kült haline getirmek de doğru değildir. İstismara kapı aralar. Sapmanın başlangıcıdır. Bu anlamda Cüneyd, Muhasibi ile Gazali arasında ideal bir dönem vardır. Bu tasavvufta selef dönemidir. Büyük sufiler dönemidir. Daha sonra da ed'iya diyebileceğimiz kalpazanlar dönemi, rüsum dönemi baş göstermiştir. Ulema-ı rüsum yani resmi ulema diye bir tabir vardır. Buna mukabil tarikatlar da zamanla gösteri haline almıştır. Gazali'ye kadar tasavvuf, ilk devrin ve Cüneyd'in ve benzeri ilk dönem sufiilerinin çizgisinde ve etkisi altındadır. Dana sonra ise tipik olarak Şaravi ile birlikte anacağımız bir skolastik tarz, damar, tasavvuf akımı, anlayışı hakim olmuştur. Bu anlayışta şeyh konusunda mübalağa vardır ve müritler de tevakül (yalancı ve kandırmaca bir tevekkül anlayışı) halindedir. Tekkeler de miskinler tekkesi haline dönüşmüştür. Bu ayrımı en iyi yapanlardan birisi Mısırlı Muhammed Muhammed Cabir olmuştur. Tasavvufu iki devreye ve modele ayırmıştır. Gazali tasavvuf anlayışı ile Tabakatü'l Kübra veya Tenbihu'l Muğterrin gibi kitaplara imza atan Abdulvehhab Şarani anlayışıdır. Gerek Aldanmışlara Tembih ve gerekse diğer kitaplarında hem tasavvufi hayat hem de şeyhlerin makamları hakkında anlatılanlar serazat mübalağa olmasa bile mübalağadan yoksun değildir. Gazali'nin tasavvufi değerler üzerinden giden anlayışına mukabil Şarani'nin tasavvuf anlayışı kişiler üzerinden veya şeyhler üzerinden seyreden, giden bir modeldir. Şarani ile anılan ve onunla sınırlı olmayan bu yola veya tarza skolastik tasavvuf anlayışı diyebiliriz. Bu anlayış ve dalga zamanla yozlaşmaya neden olmuştur. Salahaddin Eyyübi döneminde tarikatlar örgütlenmiştir. Şer'i olarak kontrol altına alınmışlardır. Lakin Yavuz'un Mısır seferinden önce Şarani gibi isimler öne çıkmıştır. Tasavvuf bunların tarzıyla anılmış ve anlaşılmıştır. Onlar sayesinde tasavvuf şeyh edebiyatı veya menkıbeler demeti olarak görülmüştür. Bu yaklaşım bu boyutu küçümsediğimiz anlamına gelmez. Lakin mübalağa ile de anılmıştır.

Skolastik tasavvuf tabirini ilk kullananlardan birisi sözünü ettiğimiz gibi Muhammed Muhammed Cabir'dir. Gazali'nin otobiyografik eseri olan El Münkizu Mine'd Dalal adlı eserine yazdığı önsözde bu skolastik tasavvuf anlayışını meşihat yani şeyhlik ekolü olarak tasvir etmektedir. Bu çok önemli bir tespit ve ayrımdır. Gazali'nin değerlere dayalı tasavvuf anlayışından sapmadır. İlk devir sufilerinin tevazu anlayışından uzaklaşan ve iddiaya açılan öteki kapı ve anlayıştır.

Yunus Emre işin özünü şöyle bağlar: Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için. Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim. Burada iki vurgu var. Birincisi, iddia makamında veya üstünlük taslamak derdinde olmadığını ifade ediyor. İkincisi de amaçlarının sevgiyi yaymak olduğunu söylüyor. Tasavvuf şeyh kültü değil aşk kültürüdür. Elbette bunun arasında şeyhi sevmek de vardır. Ama onunla sınırlı değildir. Sevgi çemberi herkesi kucaklar. Düşmanlık ise talidir ve zalimlere yöneliktir. Sadece onları hedef almaktadır.

Şarani ve izinden gidenler veya tabakası Gazali'nin çok gerisinde kalmıştır. Gazali'nin ka'bına veya topuğuna erişmeleri, yetişmeleri ancak yöntemlerini bırakmalarıyla mümkün olabilir. Ebu'l Hasan eş Şazeli'ye sorarlar: Şeyhin kimdir? Abdusselam İbni Meşiş'e işaret etmesi gerekirken şunu söylemiştir: Ben şimdi kimseye bağlı değilim, kimseye nispetim yoktur. On denizde birden yüzüyorum. Hazreti Muhammed, Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Cibril, Mikail, Azrail, İsrafil, Namus el Ekber bunlar arasındadır. Şazeli'nin bu hali müridi ve talebesi Ebu'l Abbas el Mürsi'ye de yansımış, aksetmiştir. Nurlara gark olması sadece Peygamber yoluyla olmuştur. Üveysi veya İsami değildir ama nurlara peygamber yoluyla vasıl olmuştur. Şöyle der: 40 yıldır Peygamberimiz ile arama hiç perde girmedi. Daima onunla muvasala ve kavuşma halinde oldum. Eğer Hazreti Peygamber ile arama perde girseydi kendimi Müslümanlardan saymazdım. Tasavvufun kutuplarından olan İbrahim Dusuki de şöyle demiştir: "Hazreti Peygamber benim şeyhim ve önderimdir…"

Muhammed Cabir meseleyi şöyle bağlamaktadır: "Himmeti a'li sahibi büyük ruhlar peygamberden başkasıyla yetinmezler. Hazreti Peygamberden başka imam tanımazlar. Sufilerin büyüklerinden bir kısmı bir nehrin kollarına veya sulama kanallarından birisine düşmüştür. Saki de bulamamıştır. Su zamanla oraya buraya akarak, uğrayarak bulanıklaşmıştır. Gazali ise duru ve pak bir şekilde ilk kaynaktan içmiştir. Bu nedenle de içtiği su safi ve berrak kalabilmiştir.

İbni Haldun da tasavvufla ilgili eserinde tarikatta şeyhin şart olmadığını ifade etmiştir. Tasavvufun zuhuru sırasında şeyhler veya pirler sohbet icra ediyorlardı. Terbiyeyi ise Hazreti Peygamberin uhdesine bırakmışlardı."

Muhammed Cabir'in son tavsiyesi bu yolun yolcularına veya saliklerine şu olmaktadır: Kendini hırka ile değil, sünnetle mukayyet kıl, bağla (1)! Hırkayı daima sünnetle mukabele etmek, sağlama almak gerekiyor. Kırmadan dökmeden…

1-El Münkizu Mine'd Dalal, el Mektebetü'ş Şa'biyye, Beyrut-Lübnan, s: 18-19

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN