Arama

Mustafa Özcan
Şubat 25, 2021
Solan tekkenin çatısız kalan son müridi

Mehmet Ali Ayni merhum ' Niçin İbni Arabi'yi Severim' adlı kitabında İbni Arabi'den bir ibare aktarır ki şöyledir: 'Yehsunu bihim el hayat.' Hayat onlarla tatlıdır veya tatlanır ve neşesini bulur anlamındadır. Burada 'Mimler' konu edilmektedir. Ben bu ibareyi Ali Taşçeken abimin görünmez meczuplar tekkesine uyarlıyorum. Terzihane kimliğinde çalışan bu görünmez tekke gariplerin yuvası idi ve dolayısıyla bereketleri oraya sinmişti. Onlar arasında Sakarya'nın gölgesi gibiydik. Adeta fizikimiz yoktu gölgemiz vardı. Bazen yanlarında melekler gibi kendimizi hafif ve mutlu hissediyorduk. Hariçtekilerin pek nazarı dikkatini çekmezdi burası. Yine de bir şey yakalar mıyız diye 12 Eylül sonrasında istihbaratçılar etrafında fink atıyordu. Halbuki tadını alsalardı mütecessisi değil müdavimi olurlardı. Sonra da burası bize göre değil diye ayaklarını çekiyorlardı.

Vefatının sene-i devriyesinde yine gönlümüze düştü. Gerçi gönlümüzden hiç fariğ olmamıştır. Yeni Sakarya gazetesi vefatının sene-i devriyesinde solan tekkenin son postnişi Ali Taşçeken abimizi yadına almış. Salihleri anmak huzur ve sekineye vesile olur. Nitekim çatısız kaldığımız solan tekkenin hatıraları bile gönlümüzü şenlendirmeye yetiyor.

Şems Mevlana için ilginç bir ifade kullanır: 'Hırka giydirmiyor ama şeyhtir.' Molla Cami'den ise benzeri bir ifade menkuldür: Peygamber nist, veli dared kitap. O peygamber değildir amma kitabı var. Vuslata erenlerin ve aşıkların kitabı. Bir Nakşibendi saliki olan Molla Cami Nefahatında aşıkların çetelesini ve kaydını tutar.

Ali abinin de hırkası yoktu hele şeyhlik iddiası hiç yoktu. Belki kendisine yakıştırılan müritliği bile kabul etmezdi. Bu tür iddiaları inkar ederdi. Fakat gönlünden akıp gelen iyilikler onun hırka giymeyen ve dağıtmayan bir 'şeyh/pir' olduğunu; meczuplar şeyhi olduğunu ispat eder.

Ali abi gönlümüzün yattığı ve nazımızın geçtiği son ehlullahtandı. Eskiler buna teellüh derler. Hak adamı olmak. 11 yıl kadar önce manevi dünyamızda bizi bikes bırakarak uçup gitti. Sakarya'nın delisi de velisi de ona uğrardı. Terzi Selahaddin Ünsal ve kurukahveci Nuri Berk tamamlayıcı unsurlardandı. Ali abinin dükkanının olduğu terziler sokağı büsbütün bir alemdi. Küçük dükkan ve uzantısı olan sokak adeta güzellikler diyarı idi. Ya da içten ve içeriden bize öyle geliyordu.

Ail Taşçeken abimiz Sakarya'nın görünmez erenlerindendi. Taşçeken anlamında kahır yüklü idi, meczupların yükünü çekerdi. Taşkın ve sakin meczupların uğrak yeri idi. Kızdığı görülmemiştir olsa bile nadirattandır. Başkalarının kızdığı hallerde; olmayacak istek ve talepler karşısında sadece tebessüm ederdi. Belki onu kızdırsa kızdırsa, hak dışında kelam edilmesi daha doğrusu manevi hakların çiğnenmesi, yenmesi olurdu. O zaman belki tepki verirdi.

Meslekte o İdris Nebi'nin kademi üzerine idi. Onun gibi hülle biçer ve elbise dikerdi. Dükkanı Orhan Çami'den Uzun çarşıya doğru, ikinci sokakta yer alırdı. Burası tabir caizse terziler sokağı idi. Halden anlayanların durağı idi. Buraya sadece meczuplar uğramaz aynı zamanda halden anlayanlar da eksik olmazdı. Onlar da meczupların severleri, mühibbanı idi. Peygamber sözüdür: Kişi sevdiği ile, oturup kalktığı ile beraberdir.

Dergahın ulularından olan ve bir zamanların vazgeçilmez ikilisi olan Saatçi Burhan Abi ile Tayyar Enüst buraya damlardı. İçerisi dar olduğundan bazıları sandalyeyi dışarı atar ve orada otururdu. O dar mekan herkesi buluştururdu. Burhan-Tayyar ikilisi tedarik işlerini kotarırlardı. Tayyar Abi İstanbul'a taşındı Burhan abi de 1985 yılı olmalı sırlandı ve kabre düştü.

Dün gibi hatırlarım; Tayyar Abi İstanbul'a taşınacağını duyduğumda içim 'cız' etmiş ve burkulmuştu. Bir güzellik daha solacaktı. O bizlerin abisi ve çöpçatanı idi. Her ne kadar Tahsin abinin çöpçatanı olamasalar da bizim yuvamızın manevi mimarı oldular. Bekir Uysal ve benim gibi nicelerinin evlenmesine vesile olmuş son çöpçatanlardan kuşağı idiler. Tayyar abinin yokluğunda dergahtaki ahengin bozulacağını ve kısmen yetim kalacağımızı hissederek bu habere içten içe üzülmüştük. Oranın bir neşesi ve iksiri kaybolacaktı. Nitekim de öyle olmuştur. Tayyar Abi halden anlayan bir insandı. Çocukları Trakya ve İstanbul taraflarında sütçülükle uğraşacaklardı ve anne ve babalarının gözlerinin önünde olmasını istiyorlardı. Hem de sermayeye katkı olsun diye Çark taraflarında bulunan babalarına ait müstakil evi satmak niyetindeydiler. Nitekim, öyle de oldu. Bu kararlarıyla bilmeden erken bir dönemde ocaktan bir tuğla çekmişlerdi. Hoş ben de İstanbul'a taşınmıştım ama hafta içi Sakarya gözümde tütüyor, ona dönüş yolunu gözlüyor ve iple çekiyordum. Gizli bir aşık olan rind şairi Yahya Kemal'in de Ankara'dan İstanbul yolunu gözlemesi gibi.

Adapazarı'na dönmek için hafta sonlarını iple çekiyordum. İstanbul'a dönerken de dost çevresini geride bıraktığım için acı gözyaşları döküyordum. İstanbul'da o ortamı ve sıcaklığı bulamıyordum. Günlerim Bağdat Caddesinin iki ucu arasında geçiyordu. Göztepe ve Kadıköy. O güzergahta bir yabancı gibi dolaşıyordum.

Yalnızlığımı ve özlemimi ancak Sakarya'ya döndüğümde dindirebiliyordum. 1980'li yılların sonları bizim için yaprak dökümü ve hazan mevsimi oldu. Dostluktan yana bir ikiliyi temsil ettiğimiz dostum Sefa Özsu'yu da yine Saatçi Burhan abi ile hatırladığım kadarıyla Tayyar Abi baş göz etmişlerdi. Safa'nın yolları ruh ikiziyle buluşurken biz dışarda kalmıştık. Böylelikle bir dostumdan daha mahrum olmuştum. Bazen yuva kuranlar bilmeden yuva yıkmış da oluyorlar. Safa ile bazen dergah çevresinde meteliksizlikten yarı aç yarı tok gezerdik. Ama keyfimize ve neşemize diyecek yoktu. Tayyar Abi gerçekten de Farsça ifadesiyle Şems'in sıfatını taşıyordu. Parende idi. Ben onun Sakarya'dan göçtükten sonra İstanbul'a hapsolduğunu düşünüyorum. Selanik asıllı olan Tayyar Enüst Mevlevi meşrep birisi idi. Bazen kendinden geçtiğinde semaya kalktığı da olurdu. Dolayısıyla bir kanadıyla Mevlana diğer kanadıyla Şems'i temsil ediyordu.

Aşıkların son yolculuğuna; ahiret vuslatına hep yetiştim. Onlar önden gitti biz ise kendimizi onların yetimi olarak tatsız tuzsuz ve çorak bir iklimde bulduk. Terziler sokağı gerçekte erenler sokağı idi. 1980 ve 1990'lı yıllarda onlar öteye göçünce Sakarya'nın da rengi, tadı ve tuzu çekildi. Tekkenin müdavimlerinden Tahsin abi ayağında mesi ve sırtında deri ceketi ile 60'ı aşmış yaşıyla tutulduğu amansız platonik aşkı ve gündelik hikayeleriyle şehrin vazgeçilmez konusu idi.

Esnafın bitmez neşe kaynağı idi. Orhan Cami avlusunda abdest tazelerken hep oflar puflar ve zengin hacılara vuslata mani oldukları için lanetler yağdırırdı. Çarşıdan geçtiği zaman ortamı dalgalandırır ve bıçkın delikanlıların aralarında fısıldaşmalarına neden olurdu. Duyduk ki Tahsin Abi Yeni Cami sokağında kendisine ait tek katlı evinde kaçak elektrikle ısınırken kablodan çıkan yangınla tutuşan evinde dar-ı bekaya irtihal etmiş. Vefatını çok sorda duydum.

Sonu Yunus'un dediği gibi olmuştur: Bir garip ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin!

Tahsin abi hiç ısınmadan öbür aleme göçmüştü. Sürekli bekarlıktan bir de soğuklardan dert yanardı. Bir defa hacca gittiğinde Hicaz sıcaklığıyla ısındığı rivayet edilmiştir. Arkasından aşıklar yas tutmuştu. Şehrin dedikoducuları tek sermayeleri ve dolayısıyla neşe kaynakları olan Tahsin Abiyi bu suretle kaybettiler. Derler ki gönül yapmak sevap gönül yıkmak ise günahtır. O Sakaryalıların gönlüne hep surur kattı. Geçkin aşık geçtiği yerleri adeta tatlandırıyordu. Yerine başka birisini ikame etmek mümkün olmadı. Tahsin abi gibisi bir asırda ya gelir ya da gelmez. Neşe saçan adamlar 1980 ve 1990'lı yıllarda dünyadaki deklerini toplayarak ahirete göçtüler.

Adeta bir yel gelip onları aramızdan çekip aldı. En son vefat edenlerden birisi de Ali Taşçceken abimiz olmuştur. Artık onunla dergah da son nefesini vermiştir. Aramızdan ayrılalı tam 11 yıl olmuş. Yeni Sakarya gazetesi Ahde Vefa klişesi altında geride iz bırakanları anıyor. Bu vesile ile Ali Taşçeken abimizi de anmış. Bunun üzerine hatıralar depreşti. Yar-ı garımız Ali abimizi öteye uğurlayalı 11 yıl olmuştu. Çorak 11 yıl.

Ben de bu vesile ile hatıra kırıntılarını diğer hatıralara katmak istedim. Damağımızda kalan hatıraların tadını sizlerle paylaşmak istedim. Keşke manevi anlamda sığınabileceğimiz, konuşmadan da dertleşebileceğim dert ortaklarımız olabilse. Keşke kaynaşabileceğim böyle ikinci bir mekanım ve limanım daha olsaydı. Keşke, heyhat! Sufiler için bu hallerde 'harre meyyiten' derler. Yani ayrılık ve hicran ateşiyle, belasına küt diye düştü ve öldü derler. Şokun derecesine göre bazen de bayılmak anlamında 'harre mağşiyyen aleyh' ibaresini kullanırlar.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN