Arama

Mustafa Özcan
Mayıs 5, 2020
Korona ilmihali

Meşhur ekran vaizlerinden Ömer Döngeloğlunu da korona illetine kurban verdik. Şüphesiz meşhur simaların bu tür hastalıklara kurban gitmesi halk arasındaki etkisinin katsayısını artırıyor ve velveleyi daha da yaygınlaştırıyor. İslam tarihinde Filistin topraklarında yer alan Amaves adlı köyde meydana gelen taun yani vebadan sonra birçok meşhur sahabe de vefat etmiştir. Ebu Ubeyde Bin Cerrah ile Muaz ibni Cebel gibiler bunlar arasında sayılabilir. Tarihte de yine Memlüklü döneminde sık sık veba ve taun adıyla anlan salgın hastalıklar türemiş ve tabir caizse ortalığı silip süpürmüştür. Şafii alimlerinden Taceddin Subki bir Cuma günü hutbe verdikten sonra vebaya maruz kalarak vefat etmiştir. Keza yaşadıkları dönemde tauna tarih düşen İbnü'l Verdi gibi tarihçiler de kayda geçirdikleri, yazdıkları veba illetine yakalanarak terk-i dünya etmişlerdir. Yazdıklarında kendi sonlarını da yaşamışlardır.

Elbette bu tür vebaların kronolojisi tutulmuştur. İslam tarihçileri arasında bunu yapanlar bir hayli çoktur . Bu alanın teolojik tartışmalarını da yapmışlardır. Genellikle de teolojik tartışmalar meselenin bugünkü tabirle pandemik yönüyle ilgilidir. Bu tartışmanın kaynağı 'la adva' adıyla meşhur olan 'salgın hastalık yoktur' mealindeki hadisle alakalıdır. Enes tarikiyle gelen bu hadis Ebu Hureyre vesaire tarikiyle gelen diğer hadislerle çelişmektedir. Eskilerin tabiriyle bu hadis metin olarak illetli bir hadistir veya tevili muhtelefu'l hadis kapsamına girer. Rivayet zinciri sağlam ise yani hadis sahih ise o taktirde bunun makul bir tevili yolu olmalıdır. Meselenin bulaşıcı olup olmaması tartışma götürmüştür. Karşıt anlam yüklü hadislerde ise taun yani bulaşıcı hastalıkların görüldüğü yerde sağlıklı birinin hastalıklı olan birinin yanına girmemesi öğütlenmiştir. Kısaca karantina düzeni ve uygulaması tavsiye edilmiştir. Hatta bu nedenle yine kendisi de taundan giden Ebu Ubeyde ile Hazreti Ömer arasında bir tartışma yaşanmıştır. Tamamen kader üzerinedir. Ebu Ubeyde kaderden mi kaçıyoruz deyince Hazreti Ömer sinirlenmiş ve 'bunu senden duymak istemezdim. Kaderden kadere kaçıyoruz' demiştir. Elbette denildiği gibi kaderin üzerinde de bir kader var. Hiçbir şey kaderin dışında kalamaz. Ama bu tedbir almaya mani değildir. Hatta tedbir takdiri önlemez denilmiştir ama yine de tedbir istenmiştir. Burada bulaşıcı ortamdan kaçınmak esastır ve körü körüne vebaya kendini sunmak da ayetin ifadesiyle kendini tehlikeye atmaktır. Bu açıdan karantina konusunda kader mazeret değildir. Zira tevekkül hadisinde de temas edildiği gibi Hazreti Peygamber bir bedeviye 'deveni kazığa bağla ondan sonra tevekkül et' buyurmuştur. Teorik zeminde meselenin kader boyutu tartışılabilir. Bununla birlikte meselenin sağlık ciheti hadislerde tavsiye edildiği üzeredir. Tartışmanın odağında Buhari'de gelen 'kötümserlik ve bulaşıcılık yoktur' hadisi yer almaktadır. Bunu akait yani teoloji babında anlamamız gerekir.

Pandemik denilen bulaşıcı vebanın birçok boyutu vardır. Tıbbi ilgilendiren boyutu olduğu gibi aynı zamanda inancı, teolojiyi ya da dini alanı ve dini ibadetleri (edau'şşeair) ilgilendiren boyutu da vardır. Bir de veba günlerinde dayanışma ve yardımlaşmayı ilgilendiren mali boyutları vardır. Kısaca, veba veya pandeminin akait alanı kadar fıkıh alanını da ilgilendiren boyutları vardır.

Bu hususta en iyi ayrım gözetenlerden birisi Muhyiddin İbni Arabi mesleğidir. Felsefede vahdet-i vücut mesleğine tabi olmasına rağmen fıkıhta genellikle Zahiri mezhebinden kabul edilir. Kesinlikle fıkhi alan ile akait alanını birbirine karıştırmaz. İbni Arabi sofistike bir ayrıma gitmiştir. Vahdet-i vucut mesleğinde inanmayanları da kucaklayan bir anlayışa sahiptir ama fıkıh alanında onlara karşı cihadı bir kural bilir.

Fıkıh alanında bir tasarrufa ve kuralları akait alanıyla karıştırmaz. Dolayısıyla meselenin kader ciheti başkadır ve fıkhi ve sağlık boyutu daha başkadır. Allah hayatı da ölümü de yaratmıştır. Dolayısıyla ölümü yaratan veba değildir, Allah'tır. Bu karantina meselesinden bağımsız bir tartışmadır. 'La adva/bulaşıcılık yoktur' hadisi de bu kapsamda okunmalıdır. Veba basit bir sebepten öteye gitmez. Burada sapla saman birbirinden ayrıştırılmalıdır. Kısaca Allah ölümü korona virüsüne bırakmamıştır. Sufilere göre keramet (mucize) muttarid yani düzenli sistematik olmadığı gibi Eş'arilere göre esbap da her zaman aynı etkiyi, sonuca götürmez göstermez. Her zaman kedi kaymak yemez misali. Ama sağlık boyutunda korona virüsü bir arazdır ve bundan kaçınılması gerekir. Bunun tali hükümlerinden birisi korona gibi veba ve taun yüzünden ölenler imanlı olmak kaydıyla manevi şehadet rütbesine erişmektedirler.

Kudüs'ün Müslümanların otoritesine geçmesinden sonra Filistin'de Amavas adıyla bilinen beldede çıkan taun veya veba illetinden dolayı 25-30 bin civarında insan vefat etmiştir. Bu olay Hicri 17 veya 18 tarihinde meydana gelmiştir. Amavas beldesinde çıkan bu taun, sonrasında Şam bölgesine yayılmıştır. Bulaşıcı bir özellik kazanmıştır. Bu konuyla ilgili araştırma yapan ve kitap yazanlardan birisi Alman oryantalist Josef van Ess olmuştur. Esasen ilgili alanı İslam tasavvufu olmakla birlikte Amavas vakasıyla ilgili de bir eser kaleme almıştır.

Elbette insanlık tarihinde en korkunç vakalardan birisi 1348 tarihinde Avrupa'yı kasıp kavuran kara veba olmuş ve görüldüğü bölgede insanların üçte birinin ölümüne neden olmuştur. Birinci Dünya Savaşı yıllarına denk gelen İspanyol gribi de benzeri bir yıkıma neden olmuştur. Genellikle ilahiyatçılar bunun arzi ve semavi bir afat olduğunda hemfikir bulunmaktadırlar. Bu gibi veba nöbetlerinde göğün iradesi ile yerin esbabı buluşmaktadır. İbni Sina'ya göre havanın bozulmasıyla veba hastalığı yaygınlık kesp etmektedir. Havayı bozan etkenler temizliğe dikkatin olmamasıdır. Savaş ortamları da veba iklimini tetikliyor. 1258 yılında Moğolların Bağdat'ı istilası akabinde cami ve cumalar tatil olmuştur. Toplu ibadetlerin askıya alınması sadece istilaya değil aynı zamanda sonrasında meydana gelen bulaşıcı hastalıklara bağlanmıştır. Hastalığın çıkmasında ve yayılmasında temiz olmayan ortamların etkisi büyüktür. Leşlerin ortalığa saçılması, pis suların yaygınlığı ile haşerat kabilinden hayvanların ortalıkta cirit atmasıdır. Maalesef korona virüsünün dünyaya yayıldığı mekan olan Çin'de bu tarz haşerat da bolca tüketilmektedir. Çeşitli nedenlerle tabiat dengesinin bozulması hastalığa davetiye çıkarmaktadır.

Bezlu'l Maun Fi Fasli Taun

Konuyla ve meselenin kronolojisiyle alakalı eser verenlerden birisi meşhur muhaddis İbni Hacer el Askalani'dir. İbni Hacer veba taun yani bulaşıcı veya günümüz tabiriyle pandemik hastalıklar konusunda gayet deneyimlidir. Birçok yakınını bulaşıcı hastalıklara kurban vermiştir. Vebanın geçmesini Ülker veya Süreyya Yıldızının mayıs ayı ortalarında veya 20'sinde insanlara görünmesine de bağlamaktadır. İbni Hacer'in gözlemlerine veya hadis ve ayetlerden yaptığı çıkarımlara göre bu tür veba veya bulaşıcı hastalıklar sonbahar veya kışın zuhur etmekte ve baharın gelişiyle de kaybolmaktadır. Baharın gelişinin en önemli göstergelerinden birisi de Ülker/Süreyya yıldızının halk tarafından görülmesidir. Ülker yıldızına en 'necmu iza heva' ve 'min şerri gasikin iza vakap' ayetlerinde temas edildiği çeşitli müfessirler tarafından ifade edilmiş veya ileri sürülmüştür. Hicri 833 yılında ortaya çıkan taun öncekilerden daha farklı bir surette gelişmiştir. Kışın başlamış ve ilkbaharda sona ermiştir. Daha önceki taun veya veba nöbetlerinde ise genelde ilkbaharda başlayan salgın yazın başlarında havaların ısınmasıyla kaybolmakta ve ortadan çekilmektedir. 852 tarihinde hakkın rahmetine kavuşan İbni Hacer Bezlu'l Maun Fi Fasli Taun adlı eserinde tarih boyunca genellikle İslam alemine bulaşan vebaların ilk baharda başladığını yazın başlarında da sona erdiğini tespit etmiş kendi hayatında da bunu bittecrübe gözlemiş, sınamıştır (1). İbnü'l Kayyım gibi muhaddis ve fakihler de veba meselesini benzeri tarzda ele almışlardır.

Yine Mısırlı olan İbnü İyas da 919 tarihli (hicri) taunu ele alırken, güneşin koç burcuna girdiği sırada (21 Mart 20 Nisan) baş gösterdiğini yazmıştır. Küçük kan dolaşımını bulmasıyla tanınan tabip İbnü'n Nefis de korona gibi virüslerin nedeninin hem arzi hem de semavi olduğunu ifade etmiştir. İbni Hacer de yine tıpçılarla ilahiyatçıların arasını bulmaya çalışmıştır.

Elbette veba ve taun gibi bulaşıcı hastalıkları izah ederken ibnü Hacer daha ziyade vahye dayanmış ve bu çerçevedeki hadisleri toplamış ve bunları yorumlamıştır. İslam tarihi boyunca her mezhepten ve meşrepten alimler veba salgınları hakkında insanları aydınlatmak için risale ve kitaplar telif etmişlerdir. Bunların ilklerinden birisi İbni Ebi'd Dürya'nın Kitabu't Taun adlı eseridir.

Kitabu'd Taun/Veba kitabı

Her dalda özellikle de tasavvuf ve meva'iz alanında onlarca kitabıyla ünlenen İbni Ebi'd Dünya'nın bu alanla da ilgili müstakil bir kitabı vardır ve kendinden sonra gelenlere yol açmış ve ilham vermiştir.

Hanbeli mezhebinden El-Menbeci gibilere ilaveten büyük muhaddis Celaleddin Suyuti ve Şafii mezhebinden Taceddin Sübki gibi zamanının meşahiri ( meşhurları) arasında kabul edilen zevat bu alan karşısında bigane kalamamışlardır. İbni Beyrem gibiler ise vebadan kaçınmanın cevaz ve meşruiyetine dair eser kaleme almışlardır. Bu alanda kaleme alınmış onlarca eserden söz etmek mümkündür (2).

Korona teolojisi tartışmaları arasında bazı Şiilerin bunun Mehdi'nin zuhurunun alameti, mukaddimesi olduğunu söylemeleri ve bu olayı Mehdi'nin zuhuruna bağlamaları da vardır. Eşiyle birlikte koronaya yakalanan İsrail Sağlık Bakanı Yaakov Litzman da korona günlerinin İsrail halkının Mısır'dan çıkışlarına benzeyeceğini ve yeni Musa'yı yani Davut soyundan Mesih'i beraberinde getireceğini söylemiştir. Bununla birlikte Mısır'dan çıkma günlerine denk gelen Hamursuz bayramı böyle bir gelişmeye sahne olmadan sektirmeden geçmiştir.

TOPLU İBADETLERİN ASKIYA ALINMASI

Korona ile ilgili önde gelen tartışma konularından birisi de bulaşıcılığı nedeniyle bu virüs yüzünden toplu ibadetlerin askıya alınması meselesidir. Cuma, cemaat namazlar ile umre ve hac meselesi de bu toplu ibadetlere örnek teşkil etmektedir. Burada da iki yaklaşım tarzı görülmektedir. Özellikle de Pakistan, Bangladeş ve Endonezya gibi İslam ülkelerinde genel istek çerçevesinde teravih namazı ve cuma namazlar gibi toplu namazlar askıya alınmamıştır. Bununla birlikte İslam dünyasının geri kalanı toplu namazları karantina kapsamına almıştır.

Öncelikli olarak toplu ibadetler virüsün bulaşıcılığı konusunda bir risk taşıyor mu? Tali olarak, bu virüsün bulaşma korkusundan dolayı toplu ibadetler askıya alınabilir mi? Hindistan'da toplu celvetlere çıktıklarından dolayı Tebliğ Cemaati zan altında bırakılmış ve Müslümanlar korona virüsünü yaymakla suçlanmışlardır. Bu esasında meselenin siyasileştirilmesi, suçun haksız yere Müslümanlara yüklenmesinden ve yönlendirilmesinden ibarettir. Bunun yersiz olduğu izahtan varestedir ve ortadadır. Lakin Güney Kore'de ve Fransa'da korona virüsünün yayılması kimi kiliselerin toplu ayinlerine bağlanmıştır. Bu kiliseler genellikle Evanjelik kökenli olmalarıyla meşhurdur. La adva' yani bulaşıcılık veya pandemik vasfı olmadığı gerekçesiyle bazıları geçmişte vebalı ortamları hafife almış olabilir. Lakin günümüzde ücra bazı İslam toplumlarında hala böyle telakkiler olsa bile genelde sakınma ve kaçınma ve karantina uygulanmaktadır. Bu toplu ibadetlerde de geçerlidir.

Vaktiyle tanınmış ulemadan sayılan Şemseddin Menbeci (ölümü hicri 785) insanların bir araya gelmeleri ve cuma ve cemaatle namaz kılmalarını yadırgamış ve bunun ölüm vakalarını artırdığını müşahede etmiş ve bunu kayda geçirmiştir (3). İbni Hacer el Askalani Enes hadisinin zahiriyle amel etmesine rağmen el Menbeci'nin mülahazasına katılmaktadır yani vebalı ortamlara karışanlara vebanın bulaştığını ikrar etmiştir. Hicri 833 yılında baş gösteren veba sırasında Kahire'de ölenlerin sayısı başta günlük 40 vakayı aşmazken sahraya çıkıp toplu dua yapmaları sonrasında ölümler günde 1000 seviyesine ulaşmıştır ve tavan yapmıştır. Adeta bir iken bin olmuştur. Bu da karantinanın ehemmiyetini ve önemini hatırlatmakta, ortaya sermiştir.

Sururiye hareketinin uzantılarından sayılan yazar ve düşünür Hakim el Mutayri günümüzde genel kanaatin hilafına camilerin cemaat namazı ve cumalara kapatılmasının yanlış ve gayri meşru bir karar olduğunu savunmuştur. Nokta-i nazarını desteklemek için tarihle ilgili bazı yanlış veriler paylaşmıştır. Bu baptan olmak üzere ona göre tarihte veba veya taun yüzünden camiler tatil edilmemiştir. Toplu ibadetler askıya alınmamıştır. Halbuki, bu hilaf-ı hakikattir. Hicri 656 yılında camiler kapatılmış ve Moğolların Bağdat-ı istilası sırasında da böyle olmuştur.

Mısırlı meşhur tarihçi Abdurrahman Ceberti'nin Hasan Attar'dan nakline göre hicri 1215 tarihinde baş gösteren veba sırasında da camiler ezan ve toplu namazdan mahrum kalmıştır. Bu tarihte baş gösteren veba ve taun Mısır ile Şam beldelerine sıçramış ve bunun sonucu pazarlar kapanmış ve toplu ölümler nedeniyle kefen kıtlığı çekilmiştir. Günümüzde de özellikle de ABD gibi ülkelerde morglar dolup taşmıştır. Ceberti'nin dile getirdiği anılan tarihte yaşanan veba salgını sırasında insanlar birkaç kategoriye ayrılmıştır. Kimisi vebanın etkisiyle vefat ederken diğerleri de hasta, teşyi eden ile ziyaretçi arasında tevzi olmuş, dağılmıştır.

Anılan mahzurlardan dolayı Mısır Müftülüğü, BAE ve ayrıca Katar'da faaliyet gösteren Müslüman Kardeşler çizgisine yakın Dünya Müslüman Alimler Birliği de son çare olarak cuma ve cemaat namazları ile birlikte gerek göstermesi halinde umre ve hac görevinin de askıya alınabileceğini ifade etmiştir. Eskiler oruç gibi ferdi ibadetlerin ertelenmesi veya fidye verilmesi ruhsatıyla ilgili tabib-i hazıkın (uzman doktor) tavsiyesini esas almış ve geçerli saymışlardır. Burada veba nedeniyle ferdi düzeyden toplu düzeye geçildiğinde yine sahanın uzmanlarının tavsiyeleri dikkate alınacaktır. Ali Muhyiddin Karadaği ve emsali alimlerin vermiş olduğu fetva sonuçta Hakim el Muteyri'nin görüşünü nakzetmektedir.

Cuma namazının geçici bir süre askıya alınabileceğiyle ilgili bazı mazeretler sayılmaktadır. Bunlardan birisi vebanın yayılması korkusudur. Korku toplu namazların askıya alınması için geçerli bir mazeret halidir. Toplu namazların askıya alınması, kaldırılması değildir, aksine ferdi düzeye indirilmesidir. Cuma yerine dört rekat öğle vaktinin namazının kılınması gibi. Dolayısıyla burada bir telafi imkanından bahsetmek mümkündür.

İkincisi, Şafii mezhebine göre Cuma namazı farzı kifayedir ve bazı yörelerde kılınması diğerleri üzerindeki görevi iskat edecektir.

Hanefi mezhebinde üç kişi ile Cuma namazı eda edilebileceği gibi İbni Teymiye'ye göre de iki kişiyle de cuma namazı kılınabilir. Şevkani ise bir cemaat bir de imam ile cuma namazının kılınabilmesini hükmetmiş, mümkün görmüştür.

Cuma namazı kılınamadığı zamanlarda onun yerine geçecek olan öğle namazı fertler için kifayet edecektir. Dolayısıyla cuma yerine ikame edilecek asli bir namaz mevcuttur bu da öğle namazıdır.

Soğan sarımsak yiyenlerin camiye gelmemeleri tavsiye edilmektedir. Buna kıyasla vebalıların veya virüslülerin camiye gelmemeleri, karantinaya riayet etmeleri daha evladır. Makasıd fıkhında veya beş temel esas arasında saylan (külliyat-ı hamse) dinin korunması kadar aklın ve nefsin yani canın korunması da öncelikler arasında yer almış, sayılmıştır. Bu açıdan nefsi ve canı koruma babından salgını artırabilecek toplu ibadetlerin muvakkaten askıya alınması geçerli bir ruhsat ve mazerettir.

Şiddetli yağmur çamur ve bataklık ortamlar da cumanın kılınmasına veya katılımına mani hallerdir. Bu durumda olan insanlar cuma ve cemaat namazlarına katılmama noktasında mazurdurlar. Nitekim İbni Abbas yağmurlu bir günde Cuma namazını tatil etmiştir.

Nitekim, "Abdullah b. Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- yağmurlu bir günde müezzinine şöyle dedi:

- (Ezân okurken) "Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah", dedikten sonra "Hayye ale's-salâh" deme. Namazlarınızı evlerinizde kılın, de.

İnsanlar bu davranışı (onun bu sözünü) yadırgar gibi oldular.

Bunun üzerine Abdullah b. Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- şöyle dedi:

- Bunu benden daha hayırlı olan biri (Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-) yaptı. Cuma namazı farz olduğundan dolayı size sıkıntı vermek istemedim. O zaman çamurlu ve kaygan zemin üzerinde yürüyecektiniz (Şayet müezzinin: "Hayye ale's-salâh" demesine engel olmasaydım, onu işiten herkes hemen namaza gelir ve bu da ona zorluk verirdi. Bunun için müezzine: "Namazlarınızı evlerinizde kılın" demesini sağlayarak insanların, yağmurun, farzı, ruhsata çeviren bir özür, mazeret olduğunu bilmelerini istedim (4)." Hayye ale s salah yerine sallu fi rihaliküm denmiştir ki evlerinizde namaz kılın demektir.

Hatta bir mecliste bulunanların her biri kendisine göre bir mazeret uydurarak sıralayarak kendilerini cuma kılmaktan muaf tutmuşlardır. Kimisi yağmuru kimisi a'ma oluşunu mazeret göstererek katılımdan kendini azat etmiştir. Burada sağlıkla alakalı, yağmur çamuru da aşan bir mazeret vardır. Yağmurda sadece meşakkat var ama korona virüsü gibi salgınlar da virüs kapma ihtimali de vardır. Buda ölüme kadar götürebilir.

Veba günlerinde yardımlaşma

Maun Suresinde insanların namazda riya ile hareket ettikleri vurgulandığı gibi yine aynı tip insanların maun yani gündelik küçük çaplı hayır faaliyetlerini bile engelledikleri ifade edilmektedir. Burada maun sırlı ve anahtar kavram ve kelimelerden birisidir. Komşunun komşuya tabak, tencere kap kaçak, balta nacak tarzında ev aletlerini ihtiyaç halinde ödünç olarak vermesini temsil etmektedir. Bunları engellemenin de çok büyük bir kusur olduğu ifade edilmektedir. Buradan yola çıkan Prof. Abdulkerim Zeydan bu kuralın amme maslahatı kapsamında da işletilebileceğini ifade etmektedir. Ülkenin sel felaketine veya düşman istilasına, saldırısına veya virüs salgınına (korona gibi) uğraması durumunda ülkenin bu belaları savması için özel mülkiyete ait malların gelirlerinden yararlanılabileceğini ve bu gelirlerin devreye sokulabileceğini ifade etmektedir. Umumi felaketler karşısında kamu adına özel mülkiyete ait gelirlerin de kullanılabileceğini öngörmektedir. Buna dair somut örnekler veren Abdulkerim Zeydan özel araçlar gereçler, otomobil ve binek araçları, tarım arazileri, araziler kap ve balta, nacak gibi kesici aletleri de bir süre devletin hizmetine verilebilir. Kamu idaresi bunlardan halk adına yararlanabilir.. Kısaca afetler sırasında devlet özel mülkiyetten de yararlanabilir (5). Dolayısıyla veba/korona fıkhıyla birlikte bir de afet fıkhı devreye girmektedir.

Bu da bize Türkiye'de güncel olarak yaşanan tekalif-i milliye tartışmalarına götürmektedir.

1- https://www.youm7.com/story/2020/4/7/

2- https://www.facebook.com/Mahran.Mahir/posts/3092574624127793/

3-https://www.aljazeera.net/knowledgegate/opinions/2020/3/18/

4-Buharî; hadis no: 901. Müslim; hadis no: 1128

5- El Kuyud el Varide Ale'l Mülkiyeti'l Ferdiyye Lilmaslahati'l amme Fi'ş Şeriati'l İslamiyye, Abdulkerim Zeydan, Müessesetü'r Risale, s: 70

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN