Mustafa Özcan
12.04.2020
Mustafa Özcan
‘Neden İbni Teymiyeci değilim?’
Tüm Yazıları

‘Neden İbni Teymiyeci değilim?’

Mehmet Ali Ayni'nin İbni Arabi'ye dair küçük bir risalesi vardır. 'Niçin İbni Arabi'yi severim' adını taşır. Sevmek, müptela olmaktan yeğ bir tabirdir. Bazıları fikir erbabına bazı öncü isimlerine müptela, meftun oluyorlar ve ilgileri tutku ve onun ötesinde takıntı haline dönüşebiliyor. Elbette birini sevmek ve onu takdir etmek güzel bir şeydir. Ama hiç eksik görmemek takıntılı bir haldir. Adeta aşık maşuk ilişkisini yansıtır. Adeta Arap dünyasında 100 yıldır bir İbni Teymiye çığırı ve dalgası vardır. Rüzgarı esmektedir. Onu mihver olarak alıyor ve merkeze yerleştiriyor. Adeta tek referans kaynağı haline gelmiştir. Bu tehlikeli bir mecradır. İbni Teymiye ansiklopedik bir alim olmakla birlikte çok tartışılır yönleri var. Kelam, siyaset ve tasavvuf alanında erbabı tarafından çokça eleştirilmiştir. 100 yıldan beri yükselen selefi eğilimler İbni Teymiye'yi merkeze yerleştirmiştir. Bunda Muhibbiddin Hatip, Reşit Rıza ile İskenderiyeli muhaddis Ahmet Şakir gibi isimlerin büyük payı vardır. Bu isimler selefi davet adıyla bilinen akımın da öncüsü ve kaynakları arasındadır. Bu isimlerde yabana atılır isimler değildir. Bununla birlikte toparlayıcı, telif edici değil ayrıştırıcı ve polemikçi yönünden dolayı Reşid Rıza'yı taşıma konusunda İhvan bile zorlanmıştır. Özellikle de Ezher alimleriyle ve mutasavvıflarla polemikleri taşınamaz noktadadır ve 'yeter artık' dedirtmiştir.

Günümüzde İbni Teymiye tutkusu gına derecesine gelmiş ve Raşid Gannuşi bir kitabın mukaddimesinde yerli yersiz İbni Teymiye'ye referans verildiğini ifade etmiştir. Bundan yakınmıştır. Elbette başkasında bulamadığınız derli toplu fikirleri ve selefin yaşayışıyla ilgili ayrıntıları İbni Teymiye'de bulabilirsiniz. Bundan dolayı vazgeçilmez isimlerden birisidir. Şia konusunda yazı yazacakların vazgeçemedikleri kaynaklar arasındadır. Her sahada kalem oynatmıştır. Nusayrilik konusundaki tespitleri bugün dahi hala geçerliliğini ve dolayısıyla önemini korumaktadır. Ne kadar alleme olsa bile vazgeçilmezliği bir zaaf noktasıdır. İmam Malik'in ifadesiyle 'bu kabrin (Hazreti Peygamber) sahibinden başka herkesin sözü alınır ve atılır." Vazgeçilmez değildir ve İbni Teymiye de buna dahildir.

Denklemde bir rükün olsa bile denklemin kendisi değildir. İstifadeye medardır. Bununla birlikte her meseleye ondan bir reçete getirmek tıkanmaktır. Zira her meseleye söyleyecek bir sözü yoktur. Bu itibarla tek referans kaynağı değildir. Sadece istifade etme kaynaklarından birisidir. Bu itibarla İbni Teymiye'ye çığır haline getirmek İbni Teymiye'nin kusurundan ziyade bunu yapanların kusurudur. İbni Teymiye çığırının en önemli özelliklerinden birisi Emevilere daha yatkın olmaları ve hak ve batılda devletçi çizgiden ayrılmamaları ve İslam tarihinde devletçi anlayışa müzahir olmaları ve bu çizgiyi tahkim etmeleridir. Şiilere mukabil Emevi ve Emevici anlayışı meşrulaştırmışlardır. Daha doğrusu idealizme nazaran realizme odaklanmışlardır. Şiilerin idealizmi ise mecrasından taşmış ve anarşizme varmıştır. İslam dünyası ise iki çizgi arasında dağlanmıştır, buna mukabil Şia ile Mutezile siyaseten iç içe geçmiştir. Elbette Mutezile düşünceyi ve düşünürlerini toptan aynı kefeye koymak doğru olmaz ve sözgelimi Mutezile'nin edebi portrelerinden Cahız Hazreti Ali ile Hazreti Osman arasındaki tafdil ve faziletin kimden yana olduğuna dair tartışmalarda Hazreti Osman'ı tercih ettiği görülmektedir. Mutezile'nin beş prensibinden birisi olan ehlü adl olmaları belki de muhalefeti yeğlemelerine neden olmuştur. Bu da çok yersiz değildir. Keza emri bi'l maruf zemininde aynen Mutezile gibi isyan ahlakını ve muhalefeti ve daha doğrusu hurucu benimseyen, esas alan İmam Zeyd bir tarafından kelam anlayışında Mutezile diğer taraftan fıkıh alanında da İmam-ı A'zam ile bağlantılıdır. Ebu'l Hasan el Eş'ari Ebu Hanife ve Ebu Yusuf gibilerini Mürcie akımına, kalıbına soksa da Ebu Hanife'nin İmam Zeyd'i desteklediği gerçektir. Bu açıdan Ebu Hanife ve ekolü siyasi çizgi olarak Mürcie kalıbına dökülemez. Bu yanlış bir nakil ve değerlendirmedir.

Halef selef ayrışmasında ve kırılma çizgisinde İbni Teymiye ve selefi ekol ilk selefi yoldan ve anlayıştan sapmışlardır. Sonrasındaki zorlama selefiler halefi olmuş ve halef erbabı da selef çizgisini sürdürmüştür. En azından bir kısmı itibarıyla böyledir. Bu da zamanın cilvelerindendir. Zeydiye ile Mutezile isyan ahlakında selef anlayışına daha yatkın ve yakın durmuştur. Bu küllenen tarihi bir hakikattir. Bu anlayışlarından dolayı İbni Teymiye ile sonradan onu takip edenler Emevi anlayışını meşrulaştırmakta zorlansalar bile içselleştirmekten de kendilerini alamamışlardır. Halbuki, İbnü'l Eş'as kalkışması ve çıkışı olarak anılan olay Haccac'ın zulmüne karşı bir ulema hareketidir. Bunların hareketi muayyen bir zümre ya da Şiilik için olmayıp tamamen adalet namınadır. Bu açıdan selefleri Hazreti Hüseyin'in çıkışını hatırlatmaktadır. İlk huruç Hazreti Hüseyin tarafından Yezid'in temsil ettiği siyasi sapma ve adaleti saptırma çığırına karşı yapılmıştır. İbnü'l Eş'as'ın ordusu da bir ulema ordusudur ve Emevilere karşı harekete geçmiştir. Bu da selef alimlerinin adaletten sapma konularında hassas ve pusuda olduklarını ve bardak taştığında harekete geçtiklerini gösterir. Lakin daha sonra önünü arkasını düşünmeden huruç hareketi yerine, racih maslahatı gözeten tutumlara özen göstermiştir. İbnü'l Eş'as ordusu Abdurrahman İbni Eş'as komutasında alimlerin katılımıyla Emevilerle savaşa tutuşmuştur. Said İbnü'l Cübeyr, Abdurrahman İbni Ebi Leyla gibi tabiinin uluları tarafından temsil edilmiştir. Libyalı İslam tarihçisi Ali Muhammed Sallabi İbnü'l Eş'as'ın başarılı olamamasını onun liderliğinin zayıflığına ve Abdulmelik Bin Mervan'ın liderlik vasıflarının güçlü olmasına bağlamaktadır. Lakin para ve ilke gözetmemek de Emevilerin kefesinin ağır basmasına hizmet etmiştir.

Zamanla isyan ahlakına dair çizgi kırılmış ve yerini statükoyu kabul ve meskenet duruşu almıştır. Bununla birlikte isyanların veya huruçların toplamının sonucu Emevileri yıkmıştır. Gayri insani bir rejim gerçekler ve ardı arkası kesilmeyen darbelerin toplamı altında daha fazla dayanamamış ve çekip gitmiştir. Yerlerine daha esnek olan Abbasiler sürgün vermiştir. Fakat zamanla siyasetteki teslimiyetçi anlayış çığır ve yol olmuştur.

Bununla birlikte İbni Teymiye Sultan Kalavun ile özel ilişkiler kurmuş ve döneminde Moğollara karşı devletin ve İslam aleminin politikalarını yönlendirmeye çalışmıştır. Ön cephede bulunmuştur. Kargaşa döneminde yaşamıştır. Onun kargaşa dönemindeki siyasi mücadelesinin gölgesi yeni bir kargaşa dönemi olan 20'inci yüzyıla vurmuştur. Bu da günümüzde siyasi cazibesini artırmıştır. Bununla birlikte Selefilik umum olarak yerleşik düzene ve statükoya teslimiyete dayanmaktadır. Bundan dolayı da ilkesiz ve devletçi Medhaliye veya Camiye akımlarını üretmiştir. Veya onun geniş zemininde mayalanmışlardır. Allah ve Rusulünü aradan çıkararak itaati devlet ricaline hasretmişlerdir. Siyasi mercii olarak geride sadece ulu'l emri yani yetki sahiplerini bırakmışlardır. Dolayısıyla kimi sufilerle birlikte aynı kategoriye düşmüşlerdir. Selman Avde bu eğilimi Mürcieleşme akımı olarak nitelendirmektedir. Merhum düşünür Muhammed İmare Selefilik ekolünün siyasi çizgide adalet yerine maslahatı öne çıkardığını ifade etmektedir (1) . Ali Şeriati'nin ifadesiyle Selefilik Asrı saadetteki ivmesini ve devrimci yönünü kaybetmiş siyasi noktada tutuculuk ve muhafazakarlık illetine, hastalığına yakalanmıştır. Dolayısıyla İslam tarihi içinde devletçi anlayışı en fazla Selefiler savunur hale gelmişlerdir. Bundan dolayı Camiye sürüleri Mısır'da Sisi yandaşı kesilmiş Libya'da ise Halife Hafter'in gönüllü askerleri arasına girmişlerdir. Karşı çizgiyi gerçek selef çizgisini veya Said İbnü'l Cübeyr çizgisini ise Libya Müftüsü Sadık Giryani temsil etmektedir.

Elbette kelam veya tasavvuf konusunda da Selefilik çizgisi eleştiriye açık bulunmaktadır. Kelam açısından temel bir tespit olarak şunu söylemek mümkündür: İçini boşaltma yerine doldurma adına ya da tevilden veya tatilden kaçarken yer yer teşbihe düşmüşlerdir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşlardır. Başkalarını kelama dalmakla suçladıkları vasatta kendileri de sıfatları zahiri üzerine ispat mevkiinde kelamın bir türüne saplanmışlardır. İbni Teymiye mutlak kabul edilecek veya mutlak reddedilecek bir isim değildir. Sadece geride büyük bir miras bırakmıştır. Bunlardan bir kısmının ayıklanması veya elekten geçirilmesi iktiza eder.

Yusuf Kardavi de Raşid Gannuşi'nin izinden İbni Teymiye'nin alınacak ve atılacak yönleri bulunduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla mutlak referans noktası değildir. İbni Teymiye'nin dil konusunda da makbul veya merdut tezleri ve fikirleri vardır. Kur'an'da müteradif/eş anlamlı kelime olmadığını savunur. Yani her kelimenin orijinal anlamı vardır. Mesela tedur ile temur eş anlamlı değildir. Birbirine yakın her kelimenin nüansları vardır. Tartışmalı hususlardan birisi de Kur'an ve Arap dilinde mecaza yer olmadığını savunmasıdır. Bu tezi ise kesinlikle savunulamaz bir tezdir. Kardavi gibilerini bile 'pes' dedirten bir noktadır. Bu nedenle bu noktada İbni Teymiye'yi savunamayacağını söyler. Rahmetli Bin Baz da Kur'an'da mecaz olmadığını söyleyince gıyabında birisi onu ret makamında şu ayeti delil getirir: "Kim bu dünyada kör ise, âhirette de kördür (İsra: 72)". Bu ayet mecaz değilse o taktirde dünyada gerçek manada a'ma olanlar ahirette de bu vasıflarından kurtulamayacaklardır. Dolayısıyla a'ma olan Bin Baz gibilerin kendileri de istikballeri açısından evleviyetle mecazı savunmaları gerekir.

İbni Teymiye alimlerden bir alimdir. Her ilim sahibinin üzerinde bir alim vardır gereği bu silsile İbni Teymiye'de durmaz. Bu itibarla Kardavi İbni Teymiye'yi alim olarak sevdiğini ama Teymiyecilik yapmadığını ve akımına savrulmadığını söyler. 'İbni Teymiye'yi severim ama İbni Teymiyeci değilim' demektedir (2). 'İbni Teymiye'yi severim ama Teymiyeci değilim' ifadeleri bize Aristo'nun üstadı Elfatun'la münasebeti izah ettiği satırlara götürüyor. Üstadım Eflatun'u severim. Karşı karşıya geldiklerinde, hak ile çatıştığında ise hakkı daha çok sever ve benimserim. Eflatun üstadımdır onu severim lakin gerçeği daha çok severim. Çatıştıklarında şüphesiz gerçeği yeğlerim! Gerçekler yerine körü körüne üstadını seven, yeğleyen hastalıklı bir muhabbet üzeredir. Gerçeğin yerine benimsenen, ikame edilen sevgi hercai ve havai bir sevgidir.

1-Es selefiyye, Muhammed İmare, Daru's Selam, s: 59

2-Keyfe Neteamelu Maa 's Sünneti'n Nebeviyye: Mealimv e Davabit, s: 204, Arab Scientific Publishers

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Mustafa Özcan

Mustafa Özcan Diğer Yazıları