Arama

Zekeriya Erdim
Nisan 9, 2020
Korku imparatorluğunun kulu olmayalım
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Genel kabule göre; çoğunlukla, olgular ile algılar arasında ciddi farklar yahut mesafeler vardır. Onun içindir ki; düşmanın gücü, bizim korkularımız kadardır.

Şimdilerde, ülkemizin ve toplumumuzun, dünyamızın ve insanlık âleminin gündeminde; bir "korku imparatorluğu" muhabbeti var. Özellikle, virüs salgınının "kurgusal" olduğu ihtimalini öne çıkaranlar; bu vesileyle, bir korku imparatorluğu kurulmaya çalışıldığı tezini savunuyorlar.

Etkili, yetkili ağızlardan; virüs belasından kurtulduktan sonra, "hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı" vurgusu yapılıyor. Yeryüzünde "güç" dengelerinin değişeceği, "güvenlik" politikalarının yeniden tanımlanıp bambaşka bir formata dönüşeceği, etkin çevrelerin ve lobilerin "yeni bir dünya düzeni" kurgusunun peşine düşeceği anlatılıyor.

Kişisel, kurumsal ve toplumsal olarak bu sürecin iyi yönetilebilmesi için; öncelikle sükûnetin sağlanması, tutunacak dalın yakalanması, Allah'a tevekkül edilerek tüm korkuların ayaklar altına alınması gerekir. Çünkü, sel önünde sürüklenmekten kurtulup, sahil-i selamete çıkabilmek; iyi "tedbir" ve güçlü "özgüven" ile gerçekleşecektir.

Evet, ülke ve toplum, dünya ve insanlık âlemi olarak; büyük, yoğun ve yaygın bir "travma" hali yaşıyoruz. Zihinsel ve fizyolojik, sosyal ve psikolojik, siyasal ve ekonomik sarsıntılara yol açan; "ümit" ve "güven" duygularını zayıflatıp "korku" ve "endişe" duygularını kuvvetlendirerek toplumun genel ruh halini "panik atak" düzeyine taşıyan olaylarla, durumlarla uğraşıyoruz.

Ancak, herkese ve her şeye rağmen; aklımızı başımıza devşirip duygularımızı ve düşüncelerimizi iyi yöneterek iş içindeki işi, leş içindeki dişi görme, bilme ihtiyacımız var. Çünkü, olaylara ve durumlara aktif müdahale ederek tarih yazabilenler; rüzgarı, hatta fırtınayı iyi yöneterek güce, imkana, enerjiye, sinerjiye dönüştürebilen kahramanlar.

Bunun için, önce bir "durum tespiti" yapalım. Arkasından, kendimize ve çevremize; "çözüm teklifi" olabilecek imkânları ve ihtimalleri hatırlatalım.

OLGULAR VE ALGILAR

Türkiye'de, "virüsle mücadele" süreci; dünya ölçeğinde örnek gösterilebilecek kadar iyi yönetiliyor. Devlet-millet iş birliği içinde; ihtiyaca uygun imkânlar, soruna uygun çözümler üretiliyor.

Sayısal verilere baktığımızda; dünyanın pek çok ülkesinden "daha iyi" yahut "daha az kötü" durumda olduğumuzu açıkça görebiliyoruz. Kamu kadrolarının ve kurumlarının, özel sektör firmalarının ve sivil toplum kuruluşlarının, kültür ve medeniyet geleneğimize yakışır bir şekilde ortaya koydukları gayretleri, fedakârlıkları; gün gün, hatta saat saat, yakından takip edebiliyoruz.

Fakat, buna rağmen; doğal olarak, korkuların kaynağı olan "olgular" zinciri var. Hastalananlar ve ölenler, işsiz kalanlar ve üretimi sona erenler, kendi yağıyla kavrulamayıp yardıma muhtaç hale gelenler, krizin mümkün ve muhtemel sonuçları hakkında söylenenler; ister istemez bir kaygı iklimi yahut atmosferi oluşturuyorlar.

Öte yandan; "gaflet" ya da "ihanet" çukuruna düşen, siyasi veya ideolojik "muhalefet" gerekçesi ile felaket tellalına dönüşen, ticari istismar çarkını çalıştırıp kat kat "menfaat" bölüşen bir güruh da ufkumuzu karartıyor. Suları bulandırarak, zihinleri dolandırarak olumsuz "algılar" yumağını büyütebilmek için; yalan-yanlış haberlerle, yorumlarla, olayları ve durumları abarttıkça abartıyor.

Basılı, sesli, görüntülü yayınlar ile sosyal medya; bilgi ve algı kirlenmesinin bazen kaynağı, bazen de aracısı durumunda. Kirli mahfiller, karanlık lobiler; virüsten daha tehlikeli bir kriz üreterek, sözü edilen korku imparatorluğuna "kul" yahut "köle" devşirme yolunda.

Anlaşılan o ki; "yağar eser yolcu havasıdır" deyip, uzun ve yüksek atlamalı engelleri aşa aşa yürümeye devam edeceğiz. Ülkenin ve toplumun "ümit" ve "güven" kaynaklarını korumak ve geliştirmek için; olgularla birlikte algıları da iyi yöneteceğiz.

TESPİTLER VE TEKLİFLER

Yıllardır okuyup araştırarak elde ettiğimiz bilgilerden, şahit olarak veya bizzat yaşayarak kazandığımız tecrübelerden sonra; insanların akıl-ruh-beden hastalıklarının tedavisinde ve toplumların sosyal ya da psikolojik travmalarının rehabilite edilmesinde, adına "moral" yahut "motivasyon" dediğimiz manevi güç dinamiklerinin en az aşılar ve ilaçlar kadar etkili olduğunu biliyoruz. Hatta tıbbın aciz kaldığı, yapacak bir şey yok dediği hastalardan ve hastalıklardan bazılarının bile; başta dua olmak üzere, bu manevi dinamikler sonucu şifa bulduklarını görüyor, duyuyoruz.

Çünkü; süvari ne yana bakarsa, at da o yana yöneliyor. Hücrelerimiz, dokularımız, organlarımız, organizmalarımız; içinde bulunduğumuz kişisel ve toplumsal ruh halinden, olumlu ya da olumsuz yönde etkileniyor.

Toplumun tıbbi teşhis ve tedavi çalışmalarına yoğunlaştığı bu günlerde; bazı uzmanlar, meselenin sosyal ve psikolojik yönlerine de kıyısından köşesinden temas eder oldu. Sağlık Bakanlığı ise; sürecin istişare ve irşat mekanizmasını oluşturan "Sağlık Bilimleri" kuruluna ilave olarak, bir de "Sosyal Bilimler" kurulu oluşturma noktasına geldi.

İşte bu noktadan hareketle; benzeri olaylarda ve durumlarda olduğu gibi, virüsle mücadele konusunda da "ekonomik destek" paketleri ile "koruyucu ve tedavi edici hekimlik" tedbirlerine, "sosyal ve psikolojik telkin" uygulamalarının da eklenmesi gerekir. Artık, kültürümüzün ve medeniyetimizin temel dinamiklerini oluşturan "değerler sistemi" üzerinden; "tedbir" sorumluluğunun kula ama "takdir" iradesinin Allah'a ait olduğu, "kaderin üstünde bir kader" bulunduğu, "hasta olan" kimselerin değil "eceli gelen" kimselerin öldüğü, fani olan "dünya" hayatından sonra baki olan "ahiret" hayatının geldiği değişik yollardan ve kanallardan dile getirilmelidir.

Geçmişte olduğu gibi bu günlerde de "ilim" nimetinin yanına "iman" nimetini de eklemeliyiz. Müslüman olmayan ülkelerin ve toplumların bile bariz bir şekilde dine ve diyanete yöneldikleri bu felaket günlerinde; her hal ve şart altında muhalif olacağını ve kalacağını bildiğimiz "azınlık" yüzünden, "çoğunluk" dini ve değerleri konusunda çekingen davranıp kem-küm etmemeliyiz.

Ayrıca, süreci iyi yönetme konusunda, alınması gereken ilave bir tedbire daha ihtiyaç var. Devlet ve millet, tam bir "seferberlik" hali içinde virüsle ve doğurduğu yahut doğuracağı sonuçlarla mücadele ederken; birileri kelimenin tam anlamıyla "karşı cephe" oluşturup, bünye direncini düşürecek kadar kirli ya da zehirli bilgiler, haberler, yorumlar yayıyorlar.

Bunun için de etkili, kapsayıcı, kuşatıcı bir "tedbir paketi" üretilmeli. İnsanlara "hareket kısıtlaması" ve gereğinde "ceza uygulaması" getirildiği gibi; bu olumsuz algı operasyonlarının kaynaklarına ve kanallarına da kısıtlayıcı, engelleyici, cezalandırıcı kıstaslar ve yaptırımlar getirilmeli.

Sonuç olarak; krizi fırsata dönüştürüp, mümkün ya da muhtemel korku imparatorluğunun kulu, kölesi olmayalım. Cüzi iradenin sırlarını ve sınırlarını sonuna kadar kullandıktan sonra, külli iradenin şefkatine ve merhametine sığınarak; nefsimizin, şeytanın, dâhili ve harici düşmanın kurduğu tezgâhlarda, tuzaklarda takılıp kalmayalım.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN