Arama

Mustafa Özcan
Nisan 25, 2020
Şevkani’nin tasavvurundaki Hallac!

İran toprakları Emeviler döneminde çalkantı yeri haline gelmiştir. Mevali ile Arapların ya da iki şuubi damarın (Araplar ile Persler) çekişme alanı olmuştur. Eba Müslim Horasani de hareketini bu kaygan ve siyaseten volkanik zemin üzerinde inşa etmiştir. Özellikle de Taberistan bölgesi tarihi süreçte çalkantı yeri olmuştur. Bu topraklarda birçok mezhep ve batini fırka türemiş, boy göstermiştir. Bunları yıkan dalga ise Sünnilikten ziyade Hülagu Han ve Moğol istilası olmuştur. Ardından da farklı Şii unsurları yeraltına iten, ortadan kaldıran On İki İmam Şiiliği ve Şah İsmail dalgası olmuştur. Bu dalga sözgelimi Şii ekolden sayılan Zeydilerin köküne kibrit suyu dökmüştür. Yerle bir etmiştir. Keza gizli imam doktrinini vazeden İsmaililik de bu topraklarda barınamamıştır. Hasan Sabbah ile Alamut Kalesinden geriye efsaneler ve tarihi harabeler kalmıştır. İranlı İsmaili topluluk Yemenli ve Mısırlı İsmaililer ile birlikte yeni topraklarda Bombay'da boy göstermiş, buluşmuştur. Türkiye'de bazı çevreler Yavuz Sultan Selim'in Kızılbaşları kırdığını ve 40 bin kişinin başını gövdesinden ayırdığını ileri sürmektedir. Sünni tarihçiler Yavuz'un tenkil politikasını doğrulamakla birlikte bunun kırım boyutuna vardığını reddetmiş ve dolayısıyla bu anılan rakamların doğru olmadığını ifade etmektedirler. Şah İsmail ise milyonluk bir Sünni kitleyi ya tehcir etmiş ya da katletmiştir. İspanya'da Ferdinand ile İsabella'nın pogrom politikasını uygulamıştır. Bunun dışında diğer Şii kollara aman ve hayat hakkı tanımamıştır. Bu arındırma politikaları üzerine Sünniler bir zaman Harici fırkaların yaptığı gibi ülkenin uçlarına çekilirken Zeydiler On İki İmamcı Şii kitle arasında eriyip gitmiştir. Geride ne sanları ne de yadlar kalmıştır. Kısaca Şii dailiği acımasızdır ve Ehl-i Beyt adına büyük bir siyasi mühendislik yürütmüştür. Bunun artçılar bugün dahi Irak ile Suriye ve hatta Yemen'de hissedilmekte ve yaşanmaktadır.

Vaktiyle Gilan'dan yola çıkan Abdulkadir Geylani selefi Gazali gibi bu topraklardan süzülerek İslam'ın o dönemki pay-ı tahtı ve merkezi olan Bağdat'a ulaşmıştır. Kendisiyle anılan büyük müteşerri bir sufi ekol kurmuştur. Her sağlıklı bünyeye yapışan mübalağa ve asalaklar gibi Geylani ile anılan ekole de mübalağa ve bidatlar bulaşmıştır. Ama yine de her devirde onun özüne temsil eden kişiler de var olmuştur. Merhum Macid Arsan Geylani çağımızın Geylanileri arasındaydı. Yine gazi şehir Hama Gazalilerle anılmıştır. Hazreti Pir doğduğu topraklardan barışın kaynağı ve kenti olan Bağdat'a geldikten bir süre sonra Şafii mezhebini bırakarak esere daha sıkı bağlı olan Hanbeli mezhebine geçmiştir. Bunu yapmasının gerekçesi Bağdat'ta zayıflayan Hanbeli mezhebine rüzgar vermektir. Hem İbni Cevzi gibi Hanbeli vaizler arasında sivrilmiş hem de Hanbeli mezhebi içinde güçlü bir tasavvuf damarı geliştirmiştir. Geylani de İbni Cevzi gibi akait meselesinde Eş'ari meşrep yani tevil anlayışına bağlıdır. Hanbeli mezhebine geçerek İslam'ın başkenti sayılan Bağdat'ta gerileyen Hanbeli nüfuzunu ve anlayışını pekiştirmek istemiştir.

Yemen de İran'a benzeyen beldeler arasındadır. Burası da mezheplerin kaynaşmasına sahne olmaktadır. Bohra ve İsmaili mezhebinden Mutezile-Zeydi ve Şafii mezhebine kadar bir sürü mezhep cirit atmaktadır. Ülke Şafii-Zeydi dengesi üzerinde durmaktadır. Genellikle de Zeydi mezhebinden Şafii mezhebine geçişler yaşanmaktadır. Zeydiler dağlık bölgelerde yaşamaktadırlar ovaya indiklerinde karşılaştıkları Şafii mezhebinin çekim alanına girmektedir. Ovada en çok ehli hadis ve hadis ekolüyle tanışmakta bu da onları mezheplerini tashihe sevk etmektedir. Burada mezhep değişimi zorlama olmadan sosyolojik ve ilmi zeminde gelişmiştir. Zorlamaya dayanan İran'dan çok farklıdır ve bu nedenle Yemen hala birçok mezhebin taraftarını ve kalıntısını barındırmaktadır. Bununla birlikte tarihte Şii ve özellikle de Fatimi dailiğinin cirit attığı bölgeler arasında sayılmaktadır. Sosyolojik ve ilmi nedenlerden dolayı Kadı Muhammed Ali Şevkani gençlikte Zeydi iken bilahare Şafiilerle kaynaşması sonucu bu mezhebi benimsemiş, ihtiyar etmiştir. Lakin daha sonra mezhepler arasında gezinmiş ve bağımsız davranmıştır. Bu yönüyle biraz Abdulkadir Geylani'yi andırsa da onun ötesine geçmiş bir mezhebe bağlılık noktasında gevşek İbni Teymiye'nin çizgisine gelmiş belki de onu da aşmıştır. Mezhepler arası gezinti yapmak isteyenler ve naslar üzerinden yeni tercihler geliştirmeye hevesli olanların birinci adresi İbri Teymiye ise ikinci adresi Şevkani ve onun Neylü'l Evtar isimli eseri olmuştur. Bizde sınırlı fıkhı çevreler dışında Şevkani pek tanınmamaktadır. Halbuki, Şevkani çok yönlü bir adamdır ve her alanda cevelan etmiş ve kalem oynatmıştır. Onun tanınmış eserleri arasında el Bedru't Tali isimli eseri de vardır. Bu eserin kaynakları arasında Osmanlı müelliflerinin eserleri de bulunmaktadır. Bu esere tasavvufla ilgili bazı görüşlerini de serpiştirmiştir.

İbni Teymiye teorik anlamda tasavvuf karşıtı sayılır ve bazı isimler üzerine rezerv koymuştur. Tasavvufu Kur'an ve Sünnetle irtibatlı saymaktan öte 'haadis' yani sonradan teşekkül etmiş, oluşmuş bir ilim dalı olarak değerlendirmektedir. Bununla birlikte Gazali'nin de ifade ettiği gibi tasavvuf değerler üzerinden giden fıkhı batindır. İç fıkıhtır. İbni Teymiye'nin bu uzlaşma kabul etmeyen anlayışı zamanla retçi Vehhabiliği doğurmuştur. Vehhabiler de Haricilik damarını siyasi alandan ziyade tasavvuf karşıtlığıyla dışa vurmuşlardır. İbni Teymiye bazı isimler üzerinde meseleyi çekişmeye götürmüştür. Bugün Cezayir sufileri tartışmalı olduğu gibi İbni Teymiye döneminde de tartışmalıdır. İbni Teymiye tartışmaya açtığı kişilerle birlikte kendisini de tartışmalı hale getirmiştir. Onun veya ekolünün tartıştığı sufi isimlerden bazları İbni Arabi, Hallac Şahabeddin Sühreverdî gibi isimlerdir. Zamanla bu ekol bütün sufileri tartışmaya açmış ve sufileri şeriat dışına çıkmakla (müteşerri olmamakla) suçlamıştır.

İbni Teymiye'nin hilafına en azından Yemenli Kâdî Muhammed Alî Şevkânî bu gibi isimlere mazeret kapısı aralayarak kutuplaşma yerine buluşmayı ve etkileşimi (geçişlilik) esas almıştır. Bu gibi umuma mal olmuş şahsiyetlerin tarihi ve gerçek karakterleri küllenmiş ve yerine ve yüzeye ikame ve algı şahsiyetleri geçmiştir. Dolayısıyla bu şahsiyetlerle uğraşmak yerine onlara mal edilen fikirlerle meşgul olmak, ayıklamak, harmanlamak daha yerinde bir davranış olacaktır. Şevkani de bunu yapmaya çabalamıştır.

Şevkani'yi belki de İbni Teymiye'den ayıran iki husustan birisi mezhep bağımlılığı meselesinde tamamen bağımsızlığını ilan etmesi ve ikincisi de tartışmalı tasavvufi şahsiyetler noktasında da özgün bir duruşu benimsemesi ve sergilemesidir.

Şevkani'nin iade-i itibarda bulunduğu şahsiyetler arasında Hallac da vardır. Genellikle fıkhı ekoller onun batini olduğunu ve hac gibi ibadetleri tevil yoluyla saptırdığını ileri sürerler. Kimileri onu Maniheizm dalgaya mal eder. Özellikle kendisi de yaşantısı itibarıyla bir sufiden farksız olan merhum Mısırlı yazar Enver Cündi de özellikle batini akımla uğraşırken yer yer Hallac'a temas etmiştir. Hallac'ın tarihi şahsiyeti tartışmalıdır. Sufiler nezdindeki şahsiyeti ise algı bir şahsiyet olsa da yüce bir şahsiyettir. Şehabeddin Sührüverdi gibi idam olmasıyla birlikte sufilerin bayraktarı haline gelmiş ve tarih boyunca sufi muhayyileyi süslemiş, zenginleştirmiş ve beslemiştir. Ondan menkul sözlerden birisi şudur: Şibli'nin gülü bana diğerlerinin attığı taşlardan daha ağır geldi! İmam Şibli darağacında iken Hallac'a bir gül atar. O gül kadar kendisine hiçbir şeyin yaralamadığını, incitmediğini söyler.

Rabia ile ilgili anlatılanların kaçta kaçı hakikatine tekabül eder? Hasan Basri, Yunus Emri için de bu soru geçerlidir. Bununla birlikte sufi algıyı ve muhayyileyi beslemiştir. Dolayısıyla onların gerçek şahsiyetleri muhayyel şahsiyetleriyle perdelenmiştir. Dolayasıyla hangi şahsiyetini esas alarak analiz edeceğiz; yereceğiz ya da yücelteceğiz? Hallac ile ilgilenenlerden birisi Fransız oryantalist Louis Massignon'dur.

Onun da muhayyilesini güçlendirmiştir ve bu sahneler ile Hazreti İsa'nın 'çarmıha gerilmesi' arasında köprü kurmuştur. Hazreti Hüseyin ile Hallac gibilerle bundan dolayı biraz daha yakından ilgilenmiştir. Bu nedenle de eserleri üzerine eğilir. Yaşar Nuri Öztürk de ilk devrelerinde Hallac üzerine eğilmiştir. Tartışılır kişiliğini belki daha da tartışılır hale getirmiştir. Yine Türkiye'den Prof. Niyazi Öktem ile bazı Alevi kesimler de Hallac ile ilgilenmiştir. Orada kendilerine tarihi bir zemin bulmak istemişlerdir. Ene'l hak (ben hakkım)sözü tasavvuf erbabının garip saylan şatahat türü sözleri arasındandır.

Romanlara yansıyan ifadelerinden birisi şu sözleridir: Ya sikati uktuluni feinne hayatı fi memati! Bu mücerrep yani sınanmış bir sözdür. Mahiyeti şudur: Dostlarım! Beni öldürün zira hayatım ölümümdedir! Seyyid Kutup da kendisini darağacından çekip almak isteyenlere Hallac ile hiç ekol itibarıyla benzerliği olmasa da benzeri bir cevap vermiştir. Nasirüddin Elbani gibi bazı selefiler de, tefsirinde özellikle İhlas ve Hadid sureleri tefsirinde Afganistan asıllı sufi Hace Abdullah Herevi'ye dayandırdığı bazı görüşler nedeniyle Seyyid Kutup'u vahdet-i vücutçu ilan etmiştir. Abdullah Azzam da Elbani'ye karşı Seyyid Kutup'un sahasını savunmuştur. (1)

Seyyid Kutup hayatına karşılık kelimelerine can verdiğini ifade etmiştir. Irak Müftüsü Emced Zehavi ile birlikte vaktiyle Irak cumhurbaşkanı olan Abdusselam Arif, Nasır nezdinde yapacakları iltimas girişimleri ile Seyyid Kutup'u darağacından alıp yanlarında Bağdat'a götürmek istemektedirler. Seyyid Kutup şaşmaz kaderine doğru koşarken Nasır'dan kurtulmakla sözlerinin zayi olacağını, anlamını ya da ağırlığını kaybedeceğini düşünmektedir. Onun sözlerine hayat veren Nasır'ın darağacıdır. Şehadeti yazdıklarının sağlaması niteliğindedir.

Hallac'ın tarihte gerçeği olmasaydı bile üretilirdi. Zira muhayyilenin böyle bir figüre ihtiyacı kaçınılmaz, vazgeçilmez düzeydedir. Bu nedenle de hakkında bir sürü roman, piyes yazılmış ve sahnelenmiştir.

2019 yılı ramazan alında Ebu Zabi Kanalı Hallac dizisini gelen tepkiler üzerine yayından kaldırmıştır. Tepkilerin nedeni Hallac'ın batini eğilimi ve tartışmalı kışlığıdır. Belki de kendince tasavvufi zemine destek vermek isteyen Ebu Zabi Kanalı Hallac etrafında tartışmalı konuları tartışmasız hale getirmek ve algıyı bilince çevirmek istemiştir. İşin sıkıntılı tarafı tasavvufi zemini Ebu Zabi'nin sahiplenmesidir. Esasında burada yapılması gereken husus şu olmalıdır: Hallac'ı Birleşik Arap Emirlikleri gibi istismara açık odakların elinden alarak Şevkani gibilerin eline teslim etmelidir. Onlara teslim etmek yerine Şevkani gibilerine teslim etmelidir. Elbette Amerikan halkı da tasavvufla ilgileniyor, Pentagon da tasavvufla ilgileniyor. Dolayısıyla Pentagon Mevlana ile ilgilendiğinde ve onu istismar ettiğinde Amerikan halkı ilgilenmesin diyemeyiz. İkisi aynı şey değil. Tasavvuf İslam'ın yumuşak gücüdür. İbni Teymiye Moğollarla ilmi ve fiziki alemde boğuşurken Mevlana da manevi alemde onlara ağını uzatmış ve onları can evlerinden yakalamıştır. İbni Teymiye fiziki olarak vururken Mevlana metafiziki olarak vurmuştur. Aksi taktirde, ne bu tartışmaların ne de çekişmelerin sonu gelir. Önü arkası kesilmez. Ebu Zabi'nin Hallac dizisine yöneltilen tepkiler aynı çevreler tarafından Diriliş Ertuğrul dizisindeki İbni Arabi sahnelerine ve göndermelerine de yöneltilmiştir . Birleşik Arap Emirliklerinin üretmek istediği sufi form ile buna karşı çıkan Davetu'l Selefiyye akımının Sisi nezdinde temsil ettiği form aynıdır. Sisi'nin elinde benzeri hem selefi hem de sufi formu vardır.

Zıt görünenleri veya farklı boyutları çarpıştırmak yerine kıvamda buluşturmak gerekir. Kıvam da Selefilerin aşırılıklarının budanması sufilerin de müteşerri bir çizgide tutulmasıdır.

Hallac İbni Teymiye ve İbnü'l Kayyım gibi bazı Hanbeliler tarafından reddedilirken kimi Şafiilerce sahip çıkılmıştır. Şirazi, Remli, İbni Hacer el Heytemi, Şemseddin el Hatip Hallac'a sahip çıkanlar arasındadır. Bazları da onu katıksız tevhidin şehidi saymıştır. Hakkında günümüzde de tasavvuf şehidi/şehid es sufiyye başlıkl kitaplar yazılmıştır. Ekollere göre şehitlik mertebesi üretilmesi meseleyi sulandırmak olsa da bu Hallac'ın ne kadar sevildiğini de göstermektedir. Her kesimden taraftarı vardır. Bu sahip çıkma edebi alana da yansımıştır.

Kelamcı Abdulkahir Bağdadi Usulu'd din veya diğer kitaplarında Hallac'ın benzeri birkaç isimle birlikte Ehli Sünnet dairesinin dışında ve dolayısıyla merdut olduğunu savunmuştur. Bazı selefiler kendilerini yontulma makamında görmedikleri için hep karşıtlarını yontuyorlar. Bütün mesele olaylara tek gözle bakmakta yatmaktadır ve bu da çıkmaz üretmektedir. Hakikati bulmak için çapraz okumalara ihtiyaç vardır.

Gençliğinde Hallac karşıtı olan Şevkani yaşlılıkta meseleye daha etraflıca yaklaşmıştır.

Bugün tersi olsa da Hanbeli ekolü vaktiyle Eş'arileri tekfircilikle suçlamıştır. Nedeni de ehli tahkik olmayan avamın imanını yok saymaları ve avamı 'teklifi mala yutak/çapını aşan yükle mükellef kılma' cinsinden zorlama içine girmeleri ve nazara tevcih etmeleri. Yani imanlarını delil üzerine kurmalarını istemeleridir. İmam Kuşeyri'nin Şikayetü Eh'lis Sünne adlı eserinde İmam Ebu'l Hasan el Eş'ariye yapılan iftiraları saymaktadır. Bunlardan birisi de Eş'ari'nin nazar üzerinden avam- Müslimini tekfir etmesi iddiasıdır (1). Bugün ise Hanbelilik veya Selefilik Eş'ariliğin yerine geçmiş ve onun koltuğunda oturmuştur. Yani tekfirle suçlanmaktadır. Kimi Selefiler ise çağdaş tekfircilik suçlamasını Seyyid Kutup'un üzerine boca ederek, yıkarak, atarak kurtulmak istiyorlar. Arapların deyimiyle 'remetni bidaiha ve insellet/hastalığını, kabahatini benim üzerime yıktı ve sıvıştı'. İmam Eş'ari İstihbsanu'l Havd Fi İlmi'l Kelam adlı eserinde nazarı teşvik etmiştir. Gazali ise kelama mutlak bir meşruiyet vermemiş belki bazı seviyelerde erbabı için gerekli olduğuna hükmetmiştir. Herkes için mutlak yararlı saymamıştır. Herkes doktor olamayacağı gibi kelamcı da olamaz ve olmamalıdır. Gazali'nin görüşü budur. İlcamu'l Avam Min lmi'lKelam kitabı da avamı kelamdan uzak tutma yönünde kaleme almış olduğu bir risaledir. Zaman zaman kelamcıların nazar konusunda aşırı gitmeleri gibi Selefiler de fıkhiyyat alanında avamı zorlamışlar ve delil üzerinden bir fıkıh anlayışını ilzam etmişlerdir. Kendi kendilerinin fakihi olmalarını istemişlerdir. Avam çiftten çubuktan vakit bulup da nazar üzerinden tahkiki imana ulaşamayacağı gibi delil üzerinden de bir fıkıh inşa edemeyecek, geliştiremeyecektir. Gününüzde bazı heva ehli Ezherli hocalar ile başı dönmüş selefiler herkesi potansiyel müçtehit kalıbında görmektedir. Bunlar saçmalıktan ibarettir. Eş'arilik bir zamanlar eğer halktan herkesi potansiyel bir kelamcı görmüşse selefiler de her avamı delile dayanan potansiyel bir müçtehit görmüştür. Bunlar fantaziden öte gidemez. Nazar kelamda avamı içtihada zorlamak olduğu gibi fıkhiyat alanında da taklidi kırmak yani delilden hüküm çıkarmayı istemek de başka bir alanda avamı içtihatla yükümlü tutmaktır. 'Avamı içtihatla yükümlü kılmak, tutmak 'teklifi mala yutaktır' yani avamı altından kalkamayacağı bir yükle yükümlü kılmaktadır. Tasavvufu anlamada olmasa bile yaklaşımda İbni Teymiye yerine Şevkani tarzını esas almakta fayda var. Böylece potansiyellerinizi muhafaza etmiş olursunuz. İmam Eş'ari de son demlerinde ehli kıbleyi tekfir noktasında fazladan bir hassasiyet göstermiştir. Aksi takdirde derinlik yerine sığlık ve kucaklaşma yerine kavga üretirsiniz.

1- https://www.facebook.com/notes/1606924692866715/

1-Şikayetü Ehli'sSünneti Bihikayeti Ma Nalehum Min Mihnetin, İmam el Kuşeyri tahkik: Muhammed Halid Zülgani, Muhammed Yusuf İdris Daru'n Nur, s: 102…

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN