Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ağustos 18, 2021
Büyük bir “fesâd”ın acıya döndüğü yer: Kerbelâ…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Birkaç günden beridir, ülkemizde yaşanan tabii felaketler ve musibetler sürecinde bir de bunlara eklenen sosyal âfet niteliğindeki olaylar üzerine Kur'an-ı Kerim'in rehberliğinde birtakım tahliller yapmaya, konuyla ilgili ayetler hakkında tefsirlerimizdeki değerli bilgileri sizlerle paylaşmaya çalışıyoruz. Maksadımız, ayetle bizden istenen "hatalarımızı anlayıp yanlıştan geri dönmek" adına bir katkıda bulunmaktır. Evet Rûm suresinin konuyla ilgili 41. ayetinin "Umulur ki insanlar, kendi elleriyle sebep oldukları bu âfet, bela, felaket ve musibetlerden dersler alıp ta hatalarından geri dönerler." ifadesi, başa gelen bu tür olaylarda insana düşen, "nerede hata yaptığını" anlamaya çalışması, farkında olması, tespitlerde bulunması ve hatasını kabullenerek bundan vazgeçmesidir. Bunu başaran kimsenin "Allah'a dönerek hatasını kabullenip af dilemesi" anlamına gelen "tevbe" davranışı, hem kulu Allah katında makbul biri haline dönüştürmekte hem de o hatayı sanki hiç işlememiş gibi değerlendirilecek bir konuma yükseltmektedir, aynı zamanda… Tabii ki bu hatanın, kul hakkına yönelik bir durumu söz konusu değilse…

Dile getirdiğimiz bu husus öylesine önemlidir ki, Hz. Adem ile İblis'in, işledikleri hatalardan sonraki tutumlarının nelere yol açtığını hatırlarsak eğer, meselenin insan için ne derece can alıcı yönü olduğunu kavramakta zorlanmayız… Mesele şudur: İblis, bilgili ve itibarlı biri olduğu halde yeryüzüne halife olarak tayin edilen Hz. Adem'e saygı göstermesi hususunda Allah'ın emrine uymadı ve bunu yerine getirmekten kaçındı. Hz. Adem ise eşiyle beraber yerleştirildikleri cennette kendilerine yaklaşılması yasaklanan bir ağacın meyvelerinden yiyerek –önceden bilgilendirildikleri/uyarıldıkları bir konuda- yasağı çiğnediler. İşlenen iki hataya karşılık İblis, saygı anlamında Hz. Adem'e secde etmeyişinin gerekçesi olarak kendisinin daha üstün özelliklere sahip olduğunu ifade ederek haklılığında ısrar etti; Allah'ın emrine itaatsizlikte bulunduğu hatasını kabullenmedi ve geri adım atmadı, af dilemedi… Hz. Adem ise eşiyle beraber bu yasağı çiğnemekle hata ettiklerini kabullendiklerini, eğer kendilerini bağışlamazsa hüsrana uğrayacaklarını büyük bir alçakgönüllülük ile dile getirdiler ve Allah'tan affedilmelerini talep ettiler... İblis, bu tutum ve davranışıyla "şeytan" olarak anılacak biri haline gelirken, Hz. Adem ve eşi ise "affedilmiş kullar" oldular…

İşte bu bağlamda diyebiliriz ki, eğer bir felaket ve musibet, insana durup düşünmeyi, hatasını arayıp bulmayı; ve yakalayabildiği hususları kendi eksiği olarak kabullenmesini sağlıyorsa, bu onun için önemli bir kazançtır. Belki bu sebeple atalarımız "Bir musibet, bin nasihatten evlâdır" demişlerdir… Zira felaket ve musibetler, aynı zamanda, ders almayı başarabilirse eğer, insana "ders" niteliğinde nice ibretler de ihtiva eder…

Şimdi tekrar konumuza dönelim ve Kur'an'da geçen "fesad" kavramına dair son sözlerimizi söyleyelim.

Hatırlayacağınız üzere dünkü yazımızı "Kur'an bize bu konuda daha pek çok şeyler söylenebilecek bilgiler sunar. Doğrusu biz de bunları sizlerle paylaşmak isteriz." ifadeleriyle bitirmiştik. Bu sebeple Rûm suresinin 41 ayetine dair, çağımızın önemli müfessirlerinden Muhammed Esed'in görüşlerini bugün sizlerle paylaşmak istiyoruz. Ayette geçen "fesad" kelimesine "bozulma/çürüme" karşılığını veren merhum Muhammed Esed şöyle demektedir:

"Böylece, günümüzde korkunç bir şekilde –üstelik henüz kısmen– ortaya çıkan doğal çevremizdeki yoğun çürüme ve tahribat, burada 'insanın kendi yapıp ettiklerinin bir sonucu', yani insanın, kendini tahrip eden –çünkü katı materyalist bir temele dayanan– teknolojik gelişmelerin ve insanlığı daha önce hayal bile edemediği ekolojik felâketlerle karşı karşıya getiren çılgınca faaliyetlerin bir sonucu olarak öngörülmüştür: Toprağın, havanın ve suyun, sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden dizginlenemeyen bir şekilde kirlenmesi; bitki örtüsü ve denizlerin artan bir şekilde zehirlenip yok olması; yaygın uyuşturucu ve görünürde 'faydalı' ilâç kullanımı sebebiyle insanın kendi bedeninde ortaya çıkan her türlü genetik bozukluklar ve insanlara yararlı birçok hayvan türünün giderek yok olması… Bütün bunlara, insanın sosyal hayatındaki hızlı bozulmayı ve çürümeyi, cinsel sapıklıkları, suçları ve şiddeti; ve son aşamada nükleer dehşeti ilâve edebiliriz. Bunların tamamı, son tahlilde, insanın Allah'a ve mutlak mânevî/ahlâkî değerlere karşı umursamazlığının ve bunun yerine, 'maddî ilerleme'yi tek önemli hedef sayan inançlara tutsaklığının bir sonucudur."

Doğrusu bugün, merhum M. Esed'in tespitlerine birçok ilavede bulunmak durumunda kaldığımız bir dünya var karşımızda… İletişimi bir nimet olmaktan çıkarıp külfete dönüştüren; iyilik namına kullanılabilecekken onu kötülüklerin kaynağı ve yatağı haline getiren insanoğlu, bugün için "sosyal medya terörü" denilen bir terör biçiminin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Doğrusu yalan ve iftira dolu haberler üreterek ne kötü ve zararlı fırtınaların esmesine, bilinçleri talan eden ne kasırgaların oluşmasına, sosyal hayatta ne yıkıcı depremlerin yaşanmasına sadece birkaç parmağıyla ve dokunduğu birkaç tuşla, yani tam manasıyla "kendi elleriyle" sebep teşkil edebiliyor...

Yine insanoğlu, kendi elleriyle, dere yataklarına evler kurulmasına müsaade eden ruhsat izinlerini imzalıyor, bu izinlerle ya kendileri ya da müteahhitleri kendi elleriyle, depremlerde, sellerde, toprak kaymalarında yerle bir olacak "tabut evler" inşa ediyor…

Ne dersiniz, bundan 600 yıl önce Muslihiddin isimli bir Osmanlı mimarının, 30 metre genişliğindeki Ergene Çayı üzerine, -1.300 metre uzunluğu sebebiyle "Uzunköprü" adıyla anılacak- bir köprü yaptığında, çevre şartlarını dikkate alan firasetiyle şimdinin çevre, tabiat ve iklim şartlarını gözetmeden sadece demire-betona dayalı köprüler inşa eden mühendislerini kıyasladığımızda hangisi daha ileri görüşlüdür?..

"FESÂD"IN ACIYA DÖNDÜĞÜ GÜN: 10 MUHARREM 61

Aslında "Aşûre" olarak dilimizde yer eden Muharrem ayının 10. Günü, insanlık tarihinde muhtelif peygamberlerin farklı şekillerde muhatap oldukları mucizelere, olumlu ve hayırlı neticelere sahne olan bir gündür. Ancak takvimler hicri 61 yılını gösterdiğinde (miladi 10 Ekim 680) Irak'ın Kûfe şehri yakınlarında sonradan "Kerb u belâ" toprağı olarak anılacak çölde, yanındaki 70 kişiyi aşkın bir grupla susuz bırakılan ve sonra da şehid edilen Sevgili Peygamber torunu Hz.Hüseyin'e yaşatılan bu elim hadise, o günden tâ bugüne kadar artık 10 Muharrem'i, Kerbelâ Faciasının yaşandığı bir matem gününe döndürmüştür.

Üzücü olan bir başka husus ise şudur: Kerbelâ hadisesi, Yezîd isimli zalimin ve çevresinin fesat dolu düşüncelerle gerçekleştirdiği tarifi imkansız bir cinayet ve fecaat iken, ondan sonra gelen toplumların bu olaydan ibret almak yerine bunu vesile edinerek ortaya yeni fesat ortamlarının çıkmasına sebep olmalarıdır. İslam dünyasının Sünni-Şiî olarak ikiye ayrılması, uzun süre bu ayrılıktan doğan husumetle anlaşmazlıklar ve çatışmaların/savaşların yaşanması maalesef Kerbelâ faciasını, bitmez-tükenmez bir fesat kaynağı haline getirmiştir diyebiliriz. Umarız İslam dünyası için bu yılki yıldönümü, çeşitli felaket ve musibetlerle sınanan, uyarılan insanlık için ve özellikle Müslümanlar için bir muhasebe, bir özeleştiri imkanı sağlar da yeni Kerbelâ misali hadiselerin yaşanmasına engel teşkil eder.

Bundan -hicri takvim ile- tam 1382 yıl önce bugün, Kerbelâ'da susuzluktan kavrulan bedenlerinden kanları çöl topraklarına dökülen Hz. Hüseyin (r.a) Efendimizi, âl-i beytini ve onlarla birlikte cân veren yakınlarını hüzün ve rahmetlerle anıyor; Rabbimiz Teâlâ'dan, böylesi facia, bela, felaket ve musibetleri doğuracak fesat ortamlarından bizleri, ülkemizi, İslam dünyasını ve tüm dünyamızı muhafaza etmesini niyaz ediyoruz…

Sözlerimizi kıymetli şair Mustafa Asım Küçükaşcı'nın güne dair beyitlerinden oluşan şiiriyle tamamlamak istiyoruz. Sağlık, selamet ve afiyet dileklerimizle…

Mehmet Emin Ay

Adl-i Mutlak Rabbim'in devrân eden icrâ günü…
Nûh'a tûfandan halâs, mü'minlerin büşrâ günü…

Yol verir mazlûma deryâ, kan olur zâlimlere,
Tûr'a Mûsâ, Arş'a Reyhâneyn için mecrâ günü…

Âdem'in, İbrâhim'in, hem Yûnus'un, hem Eyyub'un
Affolup, âteşten âzâd, pür şifâ, ibrâ günü…

Onda gerçekleşti, peydâ oldu birçok mûcize…
On Muharrem, enbiyânın âdetâ şûrâ günü…

Bir tedâvül içredir, dünyâda ikbal takvimi,
Dem gelir Dâvud güler, bir dem olur Kisrâ günü!

Bekliyorlarmış kıyâmet, on Muharrem'dir diye,
Altı yüz seksende kopmuş, âlemin kübrâ günü…

Kalbi dostun sayma şayet hasmın emrindeyse kol,
Ehl-i fıskın izdiham, insanlığın ücrâ günü…

Cümle İslâm ehli sâim, değmesin vicdâna su,
Ehl-i beytin çölde geçmiştir susuz, zîrâ, günü…

Bağrı, yoktur Kerbelâ mislince yakmış bir belâ…
Soldu güller, kıpkızıl bir kan boyar, sahrâ, günü…

Fahr-i Âlem'den emânet Can Hüseyn olmuş şehîd;
Kabr-i pür hüznünde mağmum yâd eder Zehrâ, günü…

Tek tesellî Kadr u Kevser'den tilâvet eylemek;
En yanık besteyle nâlân eylesin, kurrâ, günü…

Bundadır mazlûma dünyâdan veyâ gökten felâh…
Kör Yezîd'in, zâlimin alnında kor tuğrâ günü!..

Bunda mâtem, bunda hâtem, bunda âlem hâsılı,
On Muharrem, ibretin fihristi âşûrâ günü…

Ehl-i beyt âşıklarından yükselen feryâdı duy,
Kurtarır zannetme, Tâlî, üç kırık mısrâ, günü…

Mustafa Asım Küçükaşcı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN