Mehmet Emin Ay
16.01.2021
Mehmet Emin Ay
Değişen dünya şartlarında İlahiyat fakülteleri nasıl olmalıdır?
Tüm Yazıları

Değişen dünya şartlarında İlahiyat fakülteleri nasıl olmalıdır?

Sözlerimizin başında şu husus ifade etmekte fayda var. Başlık, bir yüksek lisans tezi, bir proje veya en azından bir tebliğ veya makaleye konu olacak kadar geniş muhtevaya ve değere sahip… Ancak biz bu önemli konuyu bir köşe yazısı çerçevesinde ele alacağız. Zira maksadımız, öncelikle bir farkındalık oluşturarak ivedilikle çözülmesi gereken bazı sorunlara dikkat çekmek; nihayet çözüm hususunda -karınca kararınca- birtakım tekliflerde bulunmaktır.

Malum olduğu üzere, bundan tam bir ay önce, 19 Aralık 2020 tarihinde "120. Yılında İlahiyat Fakülteleri ve İslami İlimler Çalıştayı" adlı bir online toplantı gerçekleştirildi. Dört ayrı konu başlığı altında akademisyenlerin sundukları tebliğler, yine bu müesseselerde görev yapan idareci ve öğretim üyelerince müzakere edildi. Sorunlar ve beklentiler ortaya konuldu ve hepsi tevhid edilerek bir metin halinde "Çalıştay Sonuç Bildirgesi" olarak okundu ve yayınlandı. Ancak üzülerek ifade etmek durumundayız ki, ne canlı olarak yayınlandığı esnada ne de sonraki süreçte hak ettiği ilgiye mazhar olamadı.

Zira, Anadolu Ajansı'nın paylaştığı 19 Aralık 2020 tarihli haberiyle 19-20-21 Aralık günlerinde bazı yerel basın-yayın araçlarında yer alsa da çalıştaya ait değerlendirme yazılarına neredeyse hiç rastlanmamıştır. Aradan geçen bir aylık süreçte sanal mecralarda takip edilme oranları ise 3-5 bin civarında gerçekleşmiştir (ilgi duyanlar küçük bir tarama işlemiyle, ilgili rakamlara ulaşabilirler.) Bütün bu göstergeler, bir yandan devasa bir öğretim üyesi/öğrenci kitlesine sahip ve her biri ilim yuvası olan İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin, toplumda henüz farkındalık oluşturabilecek bir "tanınırlığa" ulaşamadığını ortaya koyarken; öte yandan böyle bir çalıştayın gerçekleştirileceği bilgisinin bu kurumların mensupları ve kamuoyunca ne derece paylaşıldığı sorusunu da gündeme getirmektedir. Her ne suretle olursa olsun, çalıştayın öncesi ve sonrasında "tanıtım ve değerlendirme" adına yapılanlar/yapılması gerekenler hususunda, konuya bir de "iletişim" kuralları perspektifiyle bakma gereği ortaya çıkmıştır.

Çalıştaydan bugüne kadar sekiz köşe yazısıyla size hem bu kurumlar hem de adı geçen çalıştayda ele alınan konuları aktarmaya gayret ettik. Bugünkü son yazımızda konuya ilişkin aktarılanların hasılası olarak dünyamızın değişen şartlarında İlahiyat Fakültelerinin nasıl olması gerektiği hususunda kişisel gözlem ve tespitlerimize dayanarak birtakım teklifleri maddeler halinde sunacağız.

  1. İlahiyat Fakültelerinin sorunları ve beklentileri konusunda irili-ufaklı pek çok bilimsel çalışma, alan araştırması, tez, makale ve raporların olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar YÖK Dokümantasyon Merkezi sisteminde kayıtlı olan bilimsel çalışmalardan (kitap vd) ve DergiPark gibi dijital platformlardaki makalelerden de tespit edilebilir ve incelenebilir. Problem, tüm bu ilmî birikime ilgi duymamak, hak ettiği değeri vermemek ve bu önemli bulguları sahipsizliğe terk etmektir. Bu birikime ilave olarak aynı zamanda söz konusu son çalıştayta dile getirilen önemli tespitleri de ekleyebiliriz. Dolayısıyla şimdi artık yapılması gereken şey, kısa adı TİDKONSEY olan Türkiye İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri Dekanları Konseyi'nin hiçbir görevlendirme beklemeden bu konuya el atması ve hiç olmazsa son çalıştayda dile getirilen ve Sonuç Bildirgesine de maddeler halinde yansıyan sorun ve beklentilere yönelik hususları ivedilikle masaya yatırmasıdır. Zira bu konsey, ülkemizin her köşesinde hizmet veren yüksek din öğretimi kurumlarımızın, artık daha verimli, çağın getirdiği şartlar ve gerektirdiği durumlar çerçevesinde yeni eklenecek dersler ve programlarla desteklenmesi, yenilenmesi, geliştirilmesi, müfredat ve program bazında değişikliğe gidilmesi icab eden kurumlar olduğunu kabul etmesi ve hem sorunların çözümü hem de beklentilere cevap verecek adımların atılması yönünde ciddi bir inisiyatif üstlenmelidir. Unutulmamalıdır ki, ilmî toplantılarda varılan sonuçlar ancak pratiğe aktarıldığı zaman bir anlam taşımaktadır. Ne var ki, ülkemizdeki ilmî toplantı, sempozyum ve çalıştaylarda elde edilen sonuçların kaderi, sadece sonuç bildirgesindeki maddelerden biri olmaktır. Bu makus talihi tersine çevirmek adına bu çalıştay bir dönüm noktası olabilir kanaatindeyiz. Dolayısıyla Dekanlar Konseyi'nin üstleneceği bu görev diyebiliriz ki, "tarihî bir görev üstlenme" olacaktır!
  2. Bu kurumların, üç alanda "ilahiyatçı akademisyen, öğretmen ve din hizmetleri görevlisi" yetiştirdiği kabul edilmekte ve fakat "bir müfredat ile üç ayrı programa hitap edildiği" hususunda eleştirilmektedir. Gerçekten de "bir ağaçtan üç ayrı meyve devşirilmeye çalışıldığı" söylenebilir. Geçmiş dönemlerde öğrenci kontenjanlarının yeterliliği ve hizmet alanlarının çeşitliliği sebeplerine dayanılarak teklif edilen yeni program ihdası, üst bürokratik birimler tarafından kabul görmedi. Ama günümüz dünyasının değişen şartları, artık lisans döneminde ihtisaslaşmayı gerekli kılmakta, 4-5 yıllık bir yükseköğretim sürecinin de bunun için yeterli olduğu öngörülmektedir. Bu realiteler doğrultusunda biz de -biraz sonra ifade edeceğimiz üzere- bu kurumlarımızın üç ana programa sahip olmasını teklif etmekteyiz. Ancak İlahiyat alanı için "olmazsa olmaz" kabul edilen ana/temel derslerin her programda ortak ve eşit ağırlığa sahip "müşterek" dersler olması; "programa özel derslerin" ise "müstakil" ve farklı olması gerektiği kanaatindeyiz. Ana/temel derslerin ortak olarak her program öğrencisine aynı ağırlık ve eşdeğer özellikte okutulmasının, daha önce yaşanan ve kısa adı DİKAB olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği programında uygulanan düşük yoğunluklu temel/meslek dersleri öğretimiyle ortaya çıkan "yetersizlik" sonucunu ve bu talihsizliği bir kez daha yaşama ihtimalini ortadan kaldıracaktır.

    Bu teklifimizle ilgili şu hususları da vurgulamak isteriz. İlahiyat veya İslami İlimler Fakültelerinden mezun olan bütün öğrencilerin temel İslam bilimleri alanında yeterli ve kaliteli bir eğitim-öğretim süreci yaşaması esas olmalıdır. Zira dinin temel kaynakları olan Kur'an ve Sünnetin doğru okunması ve doğru anlaşılması; bu iki kaynağı doğru okuyabilmek ve anlayabilmek, böylece sahih bilgiyi elde etmek için yeterli Arapça Dilbilgisi; Kur'an'ın ayetlerini/surelerini doğru bir şekilde okumak, anlamak ve anlatabilmek için Kıraat, Tefsir ilmi ve Metodolojisi; Hz. Peygamber'in sözlerini doğru anlamak ve günümüz insanına aktarabilmek için Hadis ilmi ve Metodolojisi; yine günümüzde farklı versiyonlarıyla özellikle gençlerin inanç dünyasında oluşan soru ve sorunlarına cevap verecek Akaid ilmi; gündelik hayatındaki ibadet ve insanlar arası ilişkilerindeki tüm sorunlarını çözebilecek Fıkıh ilmi ve metodolojisi… Bu ve benzeri ilimler, adı üstünde "temel" ilimlerdir; ve hem bu ilimler hem de bu ilimlerin en mükemmel yöntemlerle eğitim-öğretiminin gerçekleştirilmesi, İlahiyat ve İslami İlimler fakültelerinin en temel ve öncelikli hedefi olmalıdır. Çünkü bu kurumlardan mezun olan öğrencilerin yeniden birtakım sınav, seminer, kurs vb. ayıklama, seçme işlemlerine yahut yeni bir eğitim-öğretim sürecine tâbi tutulmaları her bakımdan israftır…
  3. İkinci maddede zikrettiğimiz ve ihdas edilmesi teklif edilen programların ilki, "Öğretmenlik Programı" olmalıdır. Adı ve detay özellikleri, yapılan istişarelerle belirlenebilecek bu bölüm, İlahiyat özel alanının gerektirdiği tüm bilgilerle donanmış, alanın temel bilgilerini –bahsini ettiğimiz nitelikte- temel alan dersleriyle elde etmiş, ayrıca sağlıklı/yeterli bir pedagojik formasyon süreciyle MEB, DİB veya diğer alanlarda öğretmenlik görevine hazır halde mezunların verildiği bir program olmalıdır.

    İkinci program, yine İlahiyat özel alanının gerektirdiği tüm bilgilerle donanmış, alanın temel bilgilerini yine –bahsini ettiğimiz nitelikte- temel alan dersleriyle elde etmiş ancak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yurtiçi ve yurtdışındaki dinî hizmetlerinde insanlara İslam dinin anlatacak, rehberlik edecek "Din Görevlileri" ihtiyacını karşılayacak bir donanımla yetiştirilen ve din hizmetlerine hazır olan öğrencilerin mezun olduğu "Din Hizmetleri Programı" olmalıdır.

    Üçüncü program ise Batıda çok önceleri başlayan ve daha ziyade Kilise'nin yönettiği hizmetler olarak bilinen "Manevi Danışmanlık ve Rehberlik" alanını hedefleyen bir program olmalıdır. İsmi yine istişare ile konulabilecek bu program, günümüzde artık son derece ihtiyaç duyulan bir alan haline gelmiştir. Aile içi iletişim, kuşaklararası çatışma, mahremiyet, dijitalleşme, bağımlılık, vb. pek çok kavram bugün artık beraberinde "sorun" kelimesiyle anılmakta ve insanların neredeyse bunların herhangi birini hayatında mutlaka yaşayacağına inanılarak çözüm önerileri araştırılmakta/sunulmaktadır. "Dinin, insanoğlunun hem bu dünyada hem de ahiretteki mutluluğunu sağlamak için var olduğu" düşünüldüğünde, ona bu dünya sıkıntılarını çözebilmesinde yardımcı olmak, yol göstermek… Kısacası rehberlik etme görevinin, en çok İlahiyatçılara düşen bir sorumluluk olduğu kanaatindeyiz. Manevi Danışmanlık ve Rehberlik alanını İlahiyat Fakültesi bünyesindeki bir program olarak bilerek ve isteyerek seçen her bir öğrenci, aldığı temel İslami ilimler birikimiyle; felsefî, pedagojik, psikolojik, sosyolojik ve diğer din bilimleri donanımıyla gerek DİB teşkilatı bünyesinde ihtiyaç duyulan manevi danışmanlık hizmetlerinde istihdam edilebilecekler ve gerekse diğer alanlarda (cezaevleri, huzurevleri, yetiştirme yurtları) görevlendirilebileceklerdir.

Biz bu üç ana programın İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin ihtiyacını karşılamaya yeteceği kanaatindeyiz. Bu kurumların ilahiyatçı akademisyen yetiştirme görevini unutmuş değiliz. Herhangi bir program mezunu olan öğrencinin, elindeki İlahiyat Lisans diplomasıyla üniversitelerin Lisansüstü Programlarına başvurarak dilediği bir alanda ilerlemesi hususunda hiçbir engel bulunmamaktadır.

120 yıllık bir geçmişe sahip olan bu değerli yükseköğretim kurumlarımızı ele almaya çalıştığımız yazılarımızın sonuncusu da yine bir nebze uzun oldu. Sabrınız için şükranlarımı arz ederim. Bu kurumlarımız, tüm yurdumuzda dal budak salmış bir "Asırlık Çınar"dır; ve çınarlar, ancak bakılarak, beslenerek, budanarak, kısacası ilgi ve alaka gösterilerek uzun yaşarlar…

Sağlık, afiyet ve esenlik içinde bir hafta sonu geçirmeniz dileğiyle…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Mehmet Emin Ay

Mehmet Emin Ay Diğer Yazıları