Toplum İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerine nasıl bakıyor?
Yeni bir senenin ilk günlerindeyiz. 2021 yılının, sağlık ve esenlik, huzur ve mutluluk, barış ve güven dolu günlerle başlamasını ve geçmesini temenni ediyorum.
Dinî yükseköğretim kurumları olan İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin geride bıraktıkları 120 yıllık geçmişi incelemek ve bu sayede tarihine, sosyal hayattaki yerine, akademik hayatımıza katkılarına ve yapısal sorunlarına değinerek bu kurumlar hakkında kamuoyunu bilgilendirmek yanında hem problemlerini tespit etmek hem de beklentilerini dile getirmek maksadıyla, 19 Aralık 2020 Cumartesi günü gerçekleştirilen "120. Yılında İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri Çalıştayı'ndan, bundan önceki yazılarımızda söz etmiştik, hatırlayacağınız üzere…
Bugün, sözü edilen çalıştaydaki oturumlardan birinin başlığı olan "İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin Toplumun Dinî Hayatındaki Yeri" konusunda, problem ve beklentilere, -sunulan tebliğ katkısıyla- değinmeye çalışacağız. Elde edeceğimiz bilgilerin, bu kurumlarımızın toplum tarafından ne şekilde görüldüğü ve tanındığı; yaşanan birtakım olaylar sebebiyle nasıl algılandığı gibi önemli hususları anlamamıza yardımcı olacağını söyleyebiliriz.
RTEÜ Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Karaman tarafından yönetilen oturumda sunulan tebliğin sahibi, Prof. Dr. İhsan Çapçıoğlu idi. Slaytlar eşliğinde sunulan -aynı zamanda kaydına internette de ulaşabileceğiniz- tebliğden, sizler için tespit ettiğimiz önemli hususlar şunlardır:
"İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin, toplumun dinî hayatındaki yeri konusunda yeterli araştırmaların olmadığı" tespitiyle sunumuna başlayan tebliğ sahibi, bu önemli eksikliğin giderilmesi gerektiğini ifade ederken, aynı zamanda "Asırlık Çınar" olarak nitelediğimiz bu kurumların hak ettiği ilgiyi göremeyişine de işaret etmekteydi adeta… Çünkü üzerinde yeterli ve nitelikli araştırmalar yapılmayan, sorunları ve beklentileri gereğince tespit edilmeyen bir kurumun, toplumun dinî hayatında nasıl bir yere sahip olduğu ve toplum tarafından nasıl algılandığı sorularına nasıl cevap bulunacaktı?..
Görüşlerine temel teşkil eden bir araştırmanın varlığından söz ederek sunumuna devam eden ve tebliğinin bu araştırma sonuçlarına dayandığını ifade eden Prof. Çapçıoğlu'na göre:
"İlgili araştırmanın sonuçlarından biri, toplumda eğitim düzeyi yükseldikçe din eğitimine olan talebin de arttığını ortaya koymaktadır. Bu ise beklentilerin aksine bir durum olarak gerçekleşmektedir. Dolayısıyla -ister dindar ister seküler olsun- insanlar din eğitimine ihtiyaç duymakta ve bunun sağlıklı bir şekilde devlet tarafından verilmesi gerektiğine inanmaktadır." Bu bulguyu paylaşan tebliğ sahibi, devletin bu görevi üstlenmemesi durumunda insanların –özellikle de gençlerin- bu ihtiyaçlarını karşılamak için internete başvurduğunu, bunun da niteliksiz bilgi ve istismar ile karşılaşmaya kapı araladığını ifade etmektedir.
Dinî yükseköğretim kurumlarının toplumda görünürlüğü, araştırma, eğitim-öğretim ve toplumsal katkı şeklinde üç yolla gerçekleşmektedir. Değişken toplumsal hayatta bu kurumlar, temel dinî bilgileri, sağlıklı bir şekilde yeni döneme taşımalıdır. Bu sebeple günü okuyabilen, anlayabilen İlahiyatçı profiline sahip olunmalıdır. Bu sayede İlahiyatlar, dinî ve ahlakî öğretilerin aktarılmasının yanı sıra ihmal, istismar, şiddet, terör, intihar, doğal ve toplumsal afet gibi sosyo-kültürel sorunların çözümünde de işlevsel roller üstlenebilir.
Bu kurumların mezunları, muhtelif sivil toplum kuruluşlarında, çeşitli grup ve cemaatler içinde ve özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde görev almış durumdadırlar. Ancak özellikle DİB personeli olarak görev yapanlar, söylem-eylem bütünlüğüne sahip, örnek ve model insanlar olmalıdır. Aksi takdirde hem İlahiyat fakülteleri hem DİB adına genelleştirilen olumsuz yargılar oluşabilmektedir. Toplum içinde İlahiyatçının nasıl bir profile sahip olması gerektiği hususunda tebliğ sahibi, AÜ. İlahiyat Fakültesi'nin 70. Yılı münasebetiyle düzenlenen programda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın da benzer görüşleri dile getirdiğini ve şu ifadelerde bulunduğunu aktarmaktadır: "Her bir ilahiyatçımız, bilgisiyle, duruşuyla, samimiyetiyle, ahlâkıyla, ibadetiyle örnek olmak mecburiyetindedir…"
Tebliğ sahibinin dikkat çektiği bir başka husus da şudur: Araştırmaya katılanların çoğunluğu, İlahiyatçılığı "Peygamber Mesleği" olarak görüyorlar ve onların 2/3'lük önemli bir kısmı da İlahiyatçıların medyadaki temsillerine özen gösterilmesini istiyorlar. Zira onlar, faydalı bazı bilgiler yanında, söylemleriyle kafa karışıklığına sebebiyet verildiğinden de şikayetçidirler.
Prof. ÇAPÇIOĞLU'nun tebliğindeki son sözler şunlardı: "İlahiyat ve İslami İlimler fakültelerinin müfredat programları, istihdam alanlarına yönelik olarak yeniden yapılanmalı ve bu kurumların sayılarındaki artış, nitel artışı da beraberinde getirmelidir."
Tebliğ sahibi öğretim üyesinin dikkat çektiği konular arasında belki de en önemlisi, İlahiyat ve İslami İlimler fakültelerinin toplum tarafından nasıl görüldüğü, ne şekilde algılandığı konusunda mevcut araştırma ve bulguların son derece az oluşu'na dair tespittir. 70 veya 120 yıllık bir geçmişi olan bu kurumların toplum için ne ifade ettiği hususunda sahip olunan bilgilerde niçin böyle bir yetersizlik; ve bahsi edilen konuya dair neden böyle ilgisizlik söz konusu olmuştur? Bunun iç ve dış sebepleri neler olabilir? Kanaatimizce bu soruların cevapları, bu kurumlarımızda görev yapan, öğrenci yetiştiren, bilim üreten akademisyenlerimizin, özellikle sosyal ve beşeri bilimler alanında çalışanların yöneleceği ve yürütecekleri çalışmalarla gerçek cevaplarına kavuşmuş olacaktır. Zira hiçbir kurum ve kuruluş, toplumda "görünürlüğü" olmadan tanınmaya muvaffak olamadığı gibi, toplumun her kesimi tarafından nasıl algılandığı, nasıl tanındığı-bilindiği hususunda da birtakım bilgilere ve tespitlere sahip olmaktan müstağni kalamaz… Bu durumda, yaşadığımız toplum içinde en sade vatandaştan entelektüel olana, en alt kesimden en üst tabakaya, kendisini "en dindar" olarak nitelendirenden seküler olana kadar; dinî cemaat ve gruplara mensubiyeti olanlardan, kendisini inançsız olarak nitelendirenlere varıncaya dek her kesimden insanın "yüksek din öğretimi kurumları hakkındaki görüşleri", bu kurumların toplumun dinî hayatındaki yerini belirleme adına son derece önemlidir.
Acaba, konuyla ilgili olarak sunulan bu tebliğe müzakereciler nasıl bir katkı sundular? Cevabını, TİDKONSEY Çalıştayı'ndan izleyebilirsiniz ancak biz de konuyu birtakım değerlendirmelerle birlikte gelecek yazımızda ele alacağımızı ifade edelim ve sözlerimize son verelim. Sağlıcakla kalınız.
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.