İlahiyat Fakülteleri toplum tarafından nasıl tanınıyor?
Hatırlayacağınız üzere bundan önceki yazımızda toplumun İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerine nasıl baktığı konusunu ele almıştık. Konu, "120. Yılında İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri Çalıştayı"nın oturumlarında birinin adıydı ve sunulan bir tebliğ ile bu önemli mevzu gündeme getirilmişti.
Bir kurumun nitel ve nicel şartları onun mâhiyeti hakkında bir bilgi edinmeye imkan verebilir elbette… Ancak onun nasıl ve ne şekilde tanındığı-bilindiği konusu da son derece önemlidir. Çünkü kurumlar da insanlar gibi, şehirler gibi, çevresiyle "iletişimi" olan varlıklardır; ve insanlar ancak kendisiyle iletişim kurabildiği, tanıdığı ve benimsediği kurumlara sahip çıkarlar. Bu bakımdan memleketimizin yüksek din öğretimi kurumları olan İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin kendisini topluma yeterli bir şekilde tanıtması da önemlidir; toplumun da bu kurumları yeterli ve doğru bir şekilde tanıması ve iyi bilmesi de önemlidir.
Konuya dair AÜ. İlahiyat Fakültesinden Prof. Dr. İhsan ÇAPÇIOĞLU'nun sunduğu tebliğle, bu kurumlarımıza toplum tarafından nasıl bakıldığı hususunda elimizde yeterli araştırmanın olmadığı gerçeği ortaya çıkmıştı. Eldeki son derece kısıtlı veriler ve hepimizin az çok tahmin ettiği mevcut olumsuz algı ve imaj ise düşündürücüdür? Peki bunun sebepleri nedir veya nelerdir? İşte bu son derece önemli soruya cevap bulmamıza, tebliğe müzakeresiyle katkı sunan BUÜ. İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Vejdi BİLGİN'in ortaya koyduğu görüşler yardımcı olacaktır kanaatindeyiz.
Bir Din Sosyologu olan Prof. BİLGİN'in de görüşlerini şu cümlelerle özetleyebiliriz:
1949'dan günümüze 70 yıllık süreçte İlahiyat Fakülteleri ile toplum arasındaki ilişki üç başlık altında toplanabilir:
1) Olumlu ilişki: Daha çok geleneksel dindarlığa sahip olan toplum kesimi, muhafazakâr siyasi görüş sahipleri, herhangi bir dini gruba bağlı olmayan oluşumlar ve sadece din anlayışı açısından bazı radikal dini hareketler, İlahiyat Fakültelerine olumlu yaklaşıyor. Dolayısıyla toplumun çoğunluğunun müspet bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebiliriz.
2) Nötr ilişki: Dini yaşantısı düşük düzeyde toplum kesimi, merkez sağ, bazı liberal ve sosyal demokrat siyasi görüş mensupları, az sayıdaki dini grup İlahiyat Fakülteleri konusunda daha çok nötr bir yaklaşıma sahip. Onlara göre yüksek din öğretiminin olup olmaması kendi düşünce ve yaşantıları açısından çok önemli değil.
3) Menfi ilişki: Dine karşıt ideoloji mensupları, dini grupların çoğunluğu, dini inanç düzeyi yüksek veya dini yaşantısı hiç olmayan toplum kesiminin bir kısmı İlahiyat fakültelerine karşı olumsuz tutuma sahip.
Siyasi görüşten veya düşük inanç düzeyinden dolayı nötr veya menfi tutum anlaşılabilir bir durumdur. Ancak özellikle dinî gruplarda ve dinî yaşantısı belirli bir seviyede olan toplum kesimlerindeki olumsuz tutumun sebeplerini anlamak için sosyolojik bir analize ihtiyaç vardır. Kanaatimizce bunun sebepleri "konjonktürel-tarihsel şartlar", "dâhili sebepler" ve "harici sebepler" olmak üzere üç başlık altında incelenebilir.
Prof. BİLGİN, ilk sebep olarak zikrettiği konjonktürel-tarihsel şartların, toplum nezdinde var olan "geleneksel hoca" imajını yıkıp "modern ilahiyatçı" imajı doğurduğu kanaatindedir. Müzakeresinde bu kanaatine dair sunduğu bilgiler dikkat çekicidir. Zira 1949 yılında Ankara Üniversitesine bağlı olarak kurulan İlahiyat Fakültesi, tüm lise mezunu öğrencileri kabul ederken 1968 yılına kadar başörtülü bir kız öğrenciye sahip değildi. Toplum tarafından İlahiyat Fakültelerinin tanınmaya başlamasında rol oynayan bazı gelişmeler de olumsuz nitelikteydi. Bunlardan ilki, 1960 ihtilalinden sonra kaleme alındığı bilinen, 1964 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları'ndan neşredilen ve dinî gruplardan birini İslam dininden ayrılmakla itham eden bir kitaptı. Diğeri ise 1968 yılında okula ilk defa başörtülü bir öğrencinin gelmesi ve bir tarih profesörü tarafından sınıftan atılmasıydı…
Toplum artık İlahiyat fakültesini ve öğretim üyelerini daha ziyade bu özellikleriyle tanımaya başlamış, TRT ekranlarında haftada bir yayınlanan Din ve Ahlak programlarına konuk olan İlahiyatçılar aracılığıyla da bu kurumlar ve mensupları hakkında daha fazla bilgi sahibi olma imkânı bulmuştu. Prof. BİLGİN'in tespiti şöyledir: "Örneğin, 1990'lı yılların en popüler "ilahiyatçı"sı olan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, kadınların saçlarını örtmesinin Kur'an'ın kati bir emri olmadığını, karşıt cinsin olmadığı bir mekanda istenilen giysiyle ibadet edilebileceğini söylemekteydi."
Prof. BİLGİN, 1995 yılında, yine Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları logosu ile çıkan "İslam Gerçeği" isimli kitabın da bu kurumun olumsuz imajını pekiştirdiği kanaatindedir. Zira söz konusu kitapta, özellikle başörtüsünün farz olmadığı şeklindeki kanaat dikkat çekmektedir. Her ne kadar bir başka İlahiyat öğretim üyesinin ilgili kitaba cevap olarak kaleme aldığı "İslam Gerçeği Kitabı Üzerine" isimli çalışma ise toplumda İlahiyatçılara yönelik olarak oluşan "olumsuz algı"yı ve genellemeyi kırmak için yeterli olmamıştı.
Prof. BİLGİN'in zikrettiği bu faktör, toplumun İlahiyat Fakültesi özelinde yüksek din öğretimi kurumlarına bakışındaki olumsuzlukta önemli bir rol oynamıştır denilebilir. Bu olumsuzluğu besleyen diğer iki faktör ise bu kurumların içinde ve dışında yaşanan gelişmelerdir.
Müzakere sahibi Prof. BİLGİN'in, dahili ve harici olarak zikrettiği sebepleri kısaca özetleyecek olursak, bazı öğretim üyelerinin, "Kur'an ölçü alınarak herkesin sözü Kur'an'a göre değerlendirilecektir" görüşünü ileri sürerek binlerce yıllık birikimi oluşturan ilmî birikimi ve sahiplerini yetersiz gören bir fikir ve tutum sahibi olmaları, toplum nezdinde olumsuz algıya sebep olmuştur.
Buna bir de dinî grupların yüksek din öğretimi kurumlarına karşı mesafeli ya da menfi tavırla yaklaştığını da eklemeliyiz. Harici sebep olarak zikredilebilecek bu faktör de bu kurumların toplum nezdindeki olumsuz imajında önemli ölçüde rol oynamaktadır denilebilir. Prof. BİLGİN'in ifadesiyle, "Bu iki temel metnin oluşturduğu bakış açısı, günümüzde İlahiyat Fakülteleri ve ilahiyatçılar üzerinde etkisini sürdürüyor. Dinî gruplar içerisinde İlahiyat hocalarının itikatlarının bozuk, Mu'tezili, modernist, mezhepsiz, sahabe ve selef ulemaya karşı saygısız oldukları yönünde genellemeci bir yaklaşım hâkim."
Bu ifadelere şunları da eklemek mümkün. Son zamanlarda yaşanan bir hadise (bir İlahiyat öğretim üyesinin sosyal mecrada yayılan Kur'an ve Hz. Peygamber hakkındaki sözleri ve ardından istifası) ile yine yüksek din öğretimi kurumlarının gündemde olduğu şu günlerde, özellikle tarihçi akademisyenlerin İlahiyat Fakültelerine yönelik tenkitlerine şahit olunmaktadır. Nitekim son günlerde "Misyoner İlahiyatçılar" gibi, -matbuat jargonuyla ifade edelim- "vurucu" bir isme sahip olan ve yine bir tarihçi akademisyenin kaleminden çıkan eser de bunun en son örneği sayılabilir.
Son olarak şunları söyleyebiliriz. Yüz yıllık bir geçmişe sahip olan İlahiyat ve İslami İlimler fakülteleri, yetiştirdiği yüzbinlerce öğrenci, bünyesinde barındırdığı ve İslam dünyasında şöhret sahibi nice akademisyen, gerçekleştirdiği binlerce akademik araştırma ve çalışmalar, kucak açtığı ve yurtdışında desteklediği nice kurum ve kuruluşlar ile "müspet" anlamda tanınması ve bilinmesi gerekirken, birtakım örnekler sebep gösterilerek oluşturulan menfi algı çabalarıyla toplum nezdinde bugün olumsuz bir imaja sahiptir maalesef… Önümüzdeki yazıda değinmeyi düşündüğümüz üzere, pek çok ilmi-akademik eseri ortaya çıkaran-yayınlayan ve tanıtan bu kurumlar, artık bizzat kendisini de topluma anlatması ve tanıtması gerekmektedir vesselâm… Zira yıllardır hep "töhmet" altında kalmak/bırakılmak, "Asırlık Çınar"ımızı rencide ediyor...
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.