Arama

İsmail Güleç
Ocak 17, 2024
Mesâi denilen vefâlı silah

Dil ile kültür, kültür ile de millet olmak arasında sarsılmaz derecede kuvvetli bir bağ olduğu hususu tüm sosyologların müşterek kanaatidir. Bir milletin bekası ancak diliyle ve kültürüyle kâimdir. Bugün tarih sahnesinden çekilen milletlerin dillerinin de unutulması millet ile dil arasındaki ilişkinin kuvvetini gösterir. Taha Kılınç, son kitabı Dil ve İşgal Eliezer Ben-Yehuda ve Modern İbranicenin Doğuşu ile herkesin bildiği bu hakikatleri bir kez daha bize gösteriyor.

Son dört aydan beri İsrail'in yaptığı insanlık dışı zulmü seyrediyor ve lanetliyoruz. Koca dünyanın bu haksızlık karşısında aciz kalması ve bir şey yapmaması veya yapamaması karşısında bizim payımıza düşen duyduğumuz üzüntü ve utançtan başka bir şey değil. İsrail'in bu gücünün kaynağını ister istemez sorguluyor ve anlamaya çalışıyoruz. Her şeyi bilen yorumcuların günlük hezeyanları ile meseleyi kavramak ise pek mümkün değil. Çünkü mesele dört ay önce başlamadı ve dört ay içinde bitecek de değil.

İsrail'in yüzyıllık bir süreç içinde üzerine güneş doğmayan imparatorluk kuran İngilizlerin 19. asrın ikinci yarısından itibaren İsrail'e vatan bulma ve devlet kurma çabaları, Siyonist Kongreler, Baron Rothschild başta olmak üzere Yahudi zenginlerin ve güç sahibi erklerin müşterek ve planlı gayretleri sonucunda kurulduğunu biliyoruz. I. Dünya Savaşı'nı kaybedenler tarafında olmamız dolayısıyla Kudüs, İngilizler tarafından işgal edilince devlet kurma planının ikinci aşamasına geçildi. Herkesin siyasi ve ekonomik olarak İsrail devletinin kurulması için çalıştığı esnada bir adam, kurulacak devletin bir dili olması gerektiğini düşünerek bir devleti dilini kurmaya kendini adadı.

Güçlükler karşısında pes etmedi

Yahudilerin kurdukları devletin bir dile ihtiyacı olduğunu önceden gören ve düşünen Eliezer Ben-Yehuda hayatını bu işe adadı. Taha Kılınç'ın çok akıcı, anlaşılır ve sade üslupta kaleme aldığı kitapta bu adanmışlığın öyküsü anlatılıyor. Böyle söyleyince Ben Yehuda'nın yaptığı işin çok kolay olduğu zannediliyor ancak ne gibi sıkıntılar çektiği, güçlükleri nasıl aştığını, çok daha rahat bir hayat sürme imkanı varken kendini gelecekte kurulacak devletin dilini inşaya adayan bir adamın yaşadıklarını okuyunca işin o kadar kolay olmadığını anlıyor ve görüyoruz.

Taha Kılınç'ın anlattıklarından anladığım kadarı ile aynı zamanda bir Osmanlı vatandaşı olan Eliezer Ben-Yehuda'nın modern İbraniceyi inşa ederken karşısında aşması gereken beş büyük engel vardı.

  1. İbranicenin din ve ibadet dili olması, günlük hayatta ve sıradan işlerde İbranicenin kullanılmasının Yahudi din adamlarınca yasaklanması, haram kabul edilmesi. Günlük dilde kullanmak din adamlarınca kafirlere özenmek olarak değerlendiriliyordu.
  2. İlk Yahudi yerleşimciler Seferad ve Aşkenazların dillerinin birbirinden çok farklı dillerde konuşması, birinin İspanyolca, diğerinin Almanca ile karışmış olması ve her iki gurubun dillerine sahip çıkma gayreti ve kullanmakta ısrarcı olması.
  3. Özellikle eğitimli Yahudilerin İbraniceyi küçümsemesi ve İbraniceden bilim ve sanat üretilemeyeceğini, devrinin geçtiğini düşünmeleri.
  4. Yahudilerin farklı ülkelerde yaşaması dolayısıyla farklı dilleri konuşmaları ve ibadet dili dışında ortak bir dillerinin olmaması,
  5. İbranice yazılmış din kitabı dışında okuma kitaplarının neredeyse hiç olmaması, İbranicenin öğretim metoduna dair kitapların bulunmaması.

Eliezer Ben-Yehuda bir yandan İbranice gramerini ve öğretim metoduna dair çalışmalar yaparken diğer yandan bu beş önemli sorun ile boğuşuyordu. Özellikle hahamların ve dindar Yahudilerin düşmanlık derecesine varan tepkileri ile Seferadlar ve Aşkinazların dillerini kullanmadaki ısrarlarını ve inatlarını kırması çok zamanını aldı. Ancak inandığı bir davada bıkmadan, küsmeden ve yorulmadan çalışmanın karşılığını almayı da başardı. Anadili İbranice olan ilk çocukları o yetiştirdi. Bir aile ile başlayan, sonra dörde ve ona çıkan İbranice bugün bir devletin ve milletin dili haline geldi.

Eliezer Ben-Yehuda'nın İbraniceye 800-1000 kelime kazandırdığı söylenir. Bir de tamamının baskısını göremeden öldüğü Antik ve Modern İbranice Sözlük çalışması var. Fakat İbranice dilbilimcilere göre onun en büyük katkısı getirdiği kurallar ve kelimelerin kullanılmasına dair yaptıklarıdır.

Bize düşen nedir?

Kitabın bizi ilgilendiren kısmı da var tabi ki. Özellikle Türkçenin yozlaşması, temel kavramlarımızı ve anlam dairesi zengin kelimeleri unutmak ve kullanmamakla neler kaybettiğimizi gözümüze sokuyor. Elli sene önce yazılmış metinleri anlamayanların sayısının artması, bir diğer deyişle çocuklarımıza bizim kelimelerimizi ve kavramlarımızı öğretemememiz, aziz milletimizin bekasını tehdid eden en büyük tehlike olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Bu kitaptan öğrendiğim ikinci şey, kim olursak olalım uğruna adayacak bir davamız olması, sonuna kadar inanmamız ve karşımıza çıkan tüm engellere rağmen yılmadan, bıkmadan usanmadan çalışmamız gerektiği. Yazının başlığını ödünç aldığım Mehmet Akif'in;

Kimin kolunda mesâî denen vefalı silah.
Görülmüyorsa, ümid etmesin sonunda felâh.

Veciz bir şekilde ifade ettiği gibi kimin kolunda çalışma silahı yok ise rahatlık ve zafer ümit etmesin. Onun için yapılması gereken ise çok basit:

Allah'a dayan, saye sarıl, hikmete râm ol...
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.

Alalh'a dayanıp ve güvenip yorulmak nedir bilmeden çalışacağız ve hikmetine rıza göstereceğiz. Bundan başka ne bir çare var ne de bir yol. Çünkü Allah çalışanlara veriyor. O halde bize düşen oturduğumuz yerden lanet okumak, karşımıza çıkan engelleri bahane edip söylenmek değil, engellemelere rağmen durmadan, bıkmadan çalışmak. İsrail'in vahşetini ancak bu şekilde durdurabiliriz.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN