Arama

İsmail Güleç
Ağustos 25, 2023
Aslanlar kimlerin odununu taşır?

Sözleri türbesi Şehremini'nde olan ve Oruç Baba olarak bilinen Şabanî şeyhi Mustafa Zekâî Efendi'ye ait,

Âh ey sipihr-i gaddâr
V'ey tâlî-i sitemkâr
Rahmetmedin bu zâre
Her demde kıldın azâr

Dörtlüğüyle başlayan nihavent bir şarkı var. Benim şarkı olduğunu düşündüğüm bu güfteyi ilahi olarak değerlendirenler de var. Kanaatimce bunun iki nedeni var. İlki daha çok tasavvuf mahfillerinde okunması ve icracıların tasavvuf musikisi ile tanınmış olması. İkincisi de kimi dörtlüklerde aşk-ı İlâhî ile yanan bir dervişin duygularının terennüm edilmesi.

Sipihr-i gaddar kim?

Bu şarkıda kendisine seslenilen sipihr-i gaddarın kim olduğuna dair bir hikâye anlatılır. Rivayete göre bir şeyh efendinin huysuz ve geçimsiz bir hanımı varmış.

Mahalle hanımlarına hamam ısmarlamak için Şeyh Efendi'den para istemiş. Şeyh Efendi param yok deyince merdivenden aşağı yuvarlamış. Aynı zamanda dervişi olan yeniçeri ağası ziyaret maksadıyla şeyhinin evine gittiğinde manzarayı görünce ulufe olarak aldığı keseyi verip şeyhini kurtarır. Şeyhi "Aman oğlum dur. Ben ona yıllardan beri katlanıyorum, ben olmasam kim bilir kime eziyet ederdi?" diyerek yeniçeri ağasının karısına ceza vermesini engeller. Rivayete göre Mustafa Zekai Efendi bu sözleri karısının bu ve buna benzer zulümleri karşısında yazmıştır.

Yıllar sonra bir gün karısı şeyh efendinin yanına gelir ve ona "Ben ben sizin imtihanınızdım, siz bu imtihanı kazandınız." der ve göçer.

Harakanî Hazretleri ve hanımı

Bu hikâyeyi Allah'ın sevgili kullarından birinden dinleyince Mesnevî'de geçen Şeyh Hasan-ı Harakani'nin -Allah sırrını kutsasın- müridinin hikâyesi'ni hatırladım. Hikâyeyi kısaca özetleyeyim:

Bir derviş, Ebu'l-Hasan-ı Harakani'nin şöhreti nedeniyle Talekan şehrinden yola çıkar. Dağları ve vadileri bin bir güçlük içinde eziyet çekerek geçtikten sonra şeyhinin evine varır. Evde kapıyı şeyhinin karısı açar ve derviş sebeb-i ziyaretini söyleyince "Hele bak şunun sakalına" diyerek kahkahayla güler ve "Şu çıktığın sefere, şu perişanlığa bir bak!" dedi. "Orada hiç işin gücün yok muydu da boş yere bu yola çıkmaya azmettin? Akılsızca dolaşma hevesine mi kapıldın, yoksa yerinde yurdundan usanç mı geldi sana? Yoksa şeytan sana boyunduruk vurdu da yolculuk vesvesesine mi düşürdü seni?" Ona kocası hakkında burada yazamayacağım uygunsuz ve boş laflar söyler, sövüp sayar.

Şeyhi hakkında bu kırıcı sözleri işiten derviş kederler içinde umutsuzluğa düşer ve ağlayarak "Bütün bunlara rağmen, o adı tatlı padişah nerede?" diye sorar. Kadın saydırmaya devam eder:

  • O, içi boş, ikiyüzlü düzenbaz, ahmakların tuzağı, yoldan azanların kemendi mi nerede?" Onun yüzünden senin gibi yüz binlerce ham sakallı, yüzlerce serkeşliğe kapıldı. Onu görmeden sağ salim geri dönersen senin hayrına olur, onun yüzünden sapıtmazsın. O, laf ebesi, çanak yalayıcı ve hazır yiyici bir adamdır. Bu hazır yiyiciye aldanan herkes, geceleyin leştir, gündüz işsiz güçsüz. Bu topluluk, yüzlerce ilmi ve kemali bırakıp hileyi ve düzeni aldılar; işte durum bundan ibaret. Git de bu evin barkın köpeği olduğuna dua et, yoksa şimdi yapacağımı yapardım ben.

Bu hakaretleri işiten derviş şeyhini aramaya başlar. Derken birisi ona: "O ülkenin kutbu, dağdan odun çekmeye gitti" deyince derhal şeyhi bulma arzusuyla ormana gider.

Yolda şeytan, "Ay, toz içinde gizlenir" diye adamın aklına vesveseler getiriyordu. Bir şeyh efendi, böyle bir kadını neden evinde yar ve arkadaş olarak tutuyor? Zıt, zıtla nasıl uzlaşır? Maymun, insanların önderiyle nasıl beraber olur?" dedikçe derviş ateşli bir lâ havle çekip yürürken şeyhi bir aslanın üstüne binmiş bir halde karşısına çıkar.

Kükreyen aslan odunu taşıyordu, o kutlu kişi de odunların üstüne oturmuştu. Kırbacı da bir erkek yılandı; yılanı bir kamçı gibi eline almıştı. Şeyh efendi, dervişi uzaktan görünce gülümsedi ve "A şeytana aldanan, onu dinleme" dedi. O büyük şeyh [dervişin gönlünden geçeni bilerek ikinci kez keramet göstermişti.

Şeyh efendi, şimdiye dek dervişin başından geçenleri birer birer anlattı. En sonunda da karısının sözlerinin hikmetini açıkladı.

  • Ben o kadının yükünü çekmeseydim bu aslan da benim yükümü çekmezdi. Ben, Hakk'ın yükleri altında, öne geçmek için, sarhoş, kendinden geçmiş yük devesiyim. Ben onun emri ve fermanı karşısında ham halat bir kişi değilim ki halkın kınayışını düşüneyim. Bizim avamımız da seçkinimiz de onun buyruğudur; canımız yüz üstü koşarak onu aramaktadır. O ahmağın da onun gibi yüz tanesinin de nazını çekeriz; ama bu ne renk aşkındandır ne koku sevdasından. Bu kadarcığı bizim talebelerimizin dersidir; savaş meydanındaki şan ve şevketimiz nereye varır, sen düşün.
  • Sözü alçalttıysam senin için, çirkin huylu arkadaşla uzlaşsın diye. "Sabır, genişliğin anahtarıdır" sözü ardınca, darlık yükünü güle oynaya çek diye. Bu alçakların alçaklığıyla uzlaşırsan, sünnetlerin nuruna ulaşırsın. Çünkü peygamberler alçakların eziyetini çok görmüşlerdir; böylesi yılanlar yüzünden çok kıvranmışlardır. Çünkü bağışlayıcı olan Allah'ın muradı ve hükmü̈ ezelde tecelli ve zuhur etmekti. Zıt olmadan, onun zıddı görülemez; ama o eşsiz benzersiz padişahın zıddı yoktur.

Zekâî Dede bu şarkının sözlerini dinlediği bir hikâyeden sonra mı yazdı yoksa başından geçtiği için mi bilmiyorum. Meraklıları bu konuyu araştırsın.

Şarkı mı ilahi mi?

Ben, bu sözlerin bir şarkı olduğunu düşünenlerdenim. Şarkının sözlerini günümüz Türkçesi ile ifade edeyim:

Âh ey sipihr-i gaddâr
V'ey tâlî-i sitemkâr
Rahmetmedin bu zâre
Her demde kıldın azâr

Ey gaddar, zalim ve acımasız talihim. Şu ağlayıp inleyen adama bir kez olsun acımadın. Her vakit incittin, üzdün, kırdın.

Derd ile yandı cismim
Kan ile doldu çeşmim
Mahvoldu ism ü resmim
Kaldım garîb ü nâçâr

Bu bedenim dert ile yanıp durdu. Gözlerim kanla doldu. Ne namım kaldı ne de o namı taşıyacak bedenim. Garip ve çaresiz kaldım.

Derdim benim bilinmez
Eşk-i terim silinmez
Emvâc-ı gamım dinmez
Mânend-i seyl-i enhâr

Kimse benim derdimi bilmiyor ve gözyaşlarımı silmiyor. İçimde taşıp coşan nehirler gibi çağlayan gam dalgaları duracak gibi değil.

Kurtulmadım elemden
Derd ü belâ vü gamdan
Mecrûh olup sitemden
Sînemde yâreler var

Dertten sıkıntıdan, beladan kurtulmadım. Eziyetten, haksızlıktan göğsüm yara ile doldu.

Bilinmez oldu hâlim
Kalmadı hiç mecâlim
Çerh-i felekse zâlim
Cevr eylemekde her bâr

Halimi kimse bilmez ve benim dayanacak gücüm kalmadı. Felek de çok zalim ve bana seferinde zulmetmeye devam ediyor.

Dâim yanar derûnum
Hem zâr ü hem zebûnum
Müstağrak-ı cünûnum
Bend-i gama giriftâr

Kalbim yanar durur. Hem ağlayıp inliyorum hem de düşkün ve perişan oldum. Gam zincirine bağlanmış bir deliyim.

Ağyâr eder cefâyı
Yâr eylemez vefâyı
Bilmem niçin Zekâî
Bu mihnete sezâvâr

Başkaları bana çektirir, zulmederken dostlar da hiç vefa gösterip halimi sormazlar. Zekâî'nin böyle bir cezaya neden layık görüldüğünü de bilmiyorum.

Hikâyeyi dinledikten ve sözlerini de okuduktan sonra size soruyorum. Şeyh Mustafa Zekâî Efendi'nin bu güftesinin şarkı olduğunu düşünmekte haksız mıyım?

Ancak seneler boyunca büyüklerimizin çok aşklı bir zikir ilahisi olarak okumasının da bir hikmeti olmalı. Kanaatimce Mustafa Efendi'nin naz makamında yazılmış bu şiiri, mürşide karşı yazılmış bir şiir olarak de değerlendirildi. Hiç şarkı olarak okunmamasının da bir sebebi olmalı. Dolayısıyla mutlaka şarkı olmalı şeklinde bir hükümde bulunamam da.

O zaman niye yazdın dediğinizi duyar gibiyim. Erenlerin gözü Hak'tan başka bir şey görmez. Tevhid ehlidir. Benim gibi bu işlerden behresi olmayanlar sözlerine bakar şarkı der, işin hakikatini bilenler manasına bakar ilahi der.

Aramızda kafası karışanlar olabilir. Kafa karışıklığı iyidir. Karışmadan düzelmez.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN