Problem yönetmeliklerde mi?
Türkiye'nin temel tartışma alanlarından biri yükseköğretimdir. Yıllardan beri kahir ekseriyet elbirliği etmişçesine YÖK'ten ve 2547' Sayılı Kanun'dan şikâyet eder. Sanki YÖK kaldırılınca sorunlar da ortadan kalkacakmış gibi konuş dururlar. Ancak yükseköğretimi gerçekten bilen kimselerin ağzından YÖK'ten kurumsal olarak şikâyet ettiklerini hiç duymadım, işitmedim.
Daha da ötesini söyleyeyim, üniversite sayısı 20 civarında olduğu bir dönemde hazırlanan YÖK Kanunu, hazırlandığı dönem için çağının ötesindedir ve Türk üniversitelerinin gelişimine çok şeyler kattığına inanırım. Hatta, bugün herhangi bir üniversitenin Dünya'nın en iyi üniversitelerinden biri olmasında mevcut yasa ve yönetmeliklerin asla engel olmadığını bile söyleyebiliriz. O zaman "Öyleyse sorun nedir, üniversitelerimiz neden o kadar başarılı değil?" sorusunu sorabilirsiniz ve böyle bir soru soru sormakta yerden göğe kadar haklısınız.
Yarım asrı devirdiğim şu yaşımda gördüklerim ve yaşadıklarım, bana sorunun insandan kaynaklandığını gösterdi. İyi idareciler olduğu dönemlerde her şey yolunda giderken beceriksiz ve üniversite kültürü ve ahlâkından habersiz yöneticiler kırk yılda tuğla tuğla örülen duvarı birkaç yılda yıkabiliyor. Başarılı olmak için gereken en önemli şeyin insan olduğu o kadar açık ki!
Yasa ve yönetmelikler bıçağa benzer. İyi bir cerrahın elinde insan hayatını kurtarırken bir katilin elinde insanı doğrar.
Eğitimde durum farklı mı?
Yükseköğretimimizde Bologna ile başlayan eğitimi güncelleme ve geliştirme çalışmaları kalite süreçleri ile daha da ileri bir noktaya taşındı. Ancak bu süreçler maalesef kâğıt üstünde oldu ve olmaya da devam ediyor. Birkaç sene önce kurulan Yükseköğretim Kalite Kurulu üniversitelere yol gösteren çok değerli ve önemli dokümanlar üretti. Çoğu yönetici ve öğretim üyesi kalite süreçlerinin üniversiteye bir faydası olmadığını düşündüğü için bu metinlerin kılavuzluğundan yeterince yararlanamadı maalesef. Öte yandan bulunulan rekabet ortamı üniversitenin üzerinde akredite olmak konusunda bir baskı oluşturuyor. Çözüm ise -mış gibi yapmak, kâğıt üstünde yapıyor görünmek.
Birkaç örnek verirsem meramımı daha iyi ifade etmiş olacağım. Bologna denilince akla gelen ilk şeylerden biri belki de birincisi AKTS'dir. Sistemin doğası gereği tüm derslerin AKTS değeri farklı olmalıdır. Biz ise işi standarda bağladık. Tüm derslerin saatini 3, AKTS'sini 3-4 yaptık. Bir dönemde bir öğrencinin alması gereken 30 AKTS'yi bulmak için eğer 8 ders varsa altısı 4, ikisi 3, 7 ders varsa beşi 4, ikisi 5 yapılarak 30'u bulduk. Öğrencinin o dersin kazanımlarını elde etmek için harcaması gereken vakti hesap etmek zor geldiği için 30 AKTS'yi toplama-çıkarma yaparak bulduk.
Bir diğer yanlış uygulama derslerin ölçme ve değerlendirilmesi. Yeterlilikler Çerçevesi ve bölüm çıktılarına göre öğrencinin kazanması gereken bilgi ve becerileri farklı yöntemler kullanarak ölçmek gerekirken biz vize-final ile ölçüyormuş gibi yapıyoruz.
Bir diğer yanlış uygulama bütünleme. Dönemlik derslerde öğrencilerin başarısının ölçülmesi bir saatlik sınavla olmaz, öğrencinin dönem boyunca gösterdiği performansa bakılarak değerlendirilir ve ölçülür. Ama biz sistemin doğasına aykırı bir şekilde bütünleme sınavları yapıyoruz.
Bir örnek de lisansüstü eğitimden vereyim. Lisansüstü Yönetmeliği hazırlayanlar bir doktora eğitiminin nasıl olması gerektiğini adeta tarif etmişler, adım adım yazmışlar. Ama biz yönetmeliği anlayıp uygulamak yerine işimize ve kolayımıza geldiği gibi yorumlamayı tercih etmişiz.
Bugün çoğu üniversitede doğru dürüst yapılmayan seminer dersi mesela. Bu dersin ne kadar önemli olduğunu yeterince kavrayamamış gibi davranıyoruz. Düzenli yapıldığında ve öğrencinin gelişimi takip edildiğinde öğrenciyi doktora tezi için araştırma yapmaya hazırlayacak olan bu ders sene başı verilen ödevle geçiştirilmekte.
Bir diğer güzel uygulama Tez İzleme Komite'sidir. Yasayı hazırlayanlar çok haklı ve doğru bir şekilde üç kişilik komitenin birinin anabilim dalı dışından olması gerektiğini düşünmüşler. Danışman hoca ve öğrenci açısından çok faydalı olduğunu düşündüğüm bu uygulamayı bir başka üniversitenin aynı anabilim dalından hoca alarak uygulayan birçok üniversite var. Bir yasa veya yönetmelikte anabilim dalı denilince bir başka üniversitenin anabilim dalı anlaşılmaz. Dolayısıyla bir başka üniversitedeki aynı ana bilim dalı öğretim üyesi farklı anabilim dalı olarak kabul edilemez, edilmemesi gerekir.
Söylediklerimi bir örnek üzerinden somutlaştırayım. Sosyoloji bölümünde doktora yapan bir öğrencinin tez izleme komitesindeki iki hoca Sosyoloji bölümünden, biri de Sosyoloji dışında bir bölümden olmalıdır. Hangi bölüm olacağı öğrencinin tez konusuna bakarak belirlenir. Konuya yakınlığına bakılarak Felsefe, Psikoloji, Tarih, Edebiyat, Hukuk, Siyasetbilim veya bir başka bölümden hoca olabilir. A Üniversitesi Sosyoloji bölümündeki öğrencinin komitesine B Üniversitesi Sosyoloji bölümünden hoca çağrılmaz, çünkü ikisi de aynı bölüm veya anabilim dalıdır. Farklı üniversitede olması farklı anabilim dalı olduğu anlamına gelmez.
İşin daha vahim tarafı bu tür yapılan yanlış uygulamalara kimsenin ses çıkarmaması ve yasa ve yönetmeliklere aykırı bir şekilde uygulanmaya devam edilmesidir.
En başta söylediğimi tekrar ederek yazımı bitireyim. Bugün Türkiye'de bir üniversiteyi dünyadaki iyi ve mükemmel örnekler gibi yönetebilmenin önündeki engel yasalar ve yönetmelikler değildir, o yasaları ve yönetmelikleri eski alışkanlıklarına ve kendi anlayışlarına göre uyarlayan yöneticilerdir.
İsmail Güleç
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.