Arama

Ekrem Demirli
Kasım 17, 2021
Sezai Karakoç’un Ardından
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Bahar, yaz güz kış

Ben sen İsa ve Yahya

Bir gülü yetiştirmek için

Yaratılmışız

Şükür Tanrı'ya

Galiba ilk karşılaşmada yaşadığım tecrübeyi bir çok insan yaşamış, F. Nietzsche'nin 'mütevazi duruşun ardında saklı sanatkar derinliği' deyişini hatırlatırcasına entelektüel yetkinliğin zarif görünümlerinden birisine şahitlik etmiştir. İmam Hatip'te okuma heyecanıyla dolu olduğumuz yıllarda Cağaloğlu'ndaki Diriliş yayınlarına gittiğimizde bizden birkaç yaş büyük bir satış sorumlusu ile üst üste iki gözlüğü takmış, daktiloyla yazılmış bir yazıyı okuyan birisiyle karşılaşmıştık. Kitapları aldıktan sonra masa başındaki görevli 'Sezai Bey!' diye işaret edince gayr-ı ihtiyari 'A! Sezai Bey mi?' gibi garip bir cümle kurmuştum. Eserlerini okuduğumuz bir yazarla ilk kez karşılaşmıyorduk, fakat Sezai Bey hakkındaki beklentim biraz farklıydı. O yıllardan itibaren Sezai Bey'in eserlerini okumak, arkadaş guruplarımızda müzakere etmek, ondan ezberlediğimiz şiirleri veya cümleleri aktarmak, en kıymetli işlerimizden olmuştu. Zaman içinde dikkatimiz daha çok şiirlerine yönelmiş olsa bile Sezai Bey, İsmet Özel ile birlikte en çok yakınlık duyacağımız isim olacaktı.

Tevazu ile iddia, daha doğrusu yaptığı iş hakkında bilinç sahibi olmak arasında hiç çelişki görmem. Haddi zatında insanın yaptığı iş hakkındaki bilinci onun ahlaki görevi olarak kabul edilebilir. Necip Fazıl'ın abartılı sayılabilecek üslubunu Sezai Bey'de bulamayanlar bu noktada yanlış kanaatlere varabilirler: Sezai Bey, kendisi ve eserleri hakkında güçlü bir bilinç sahibi idi, kendisini ve eserlerini tarihsel bir zemine yerleştirmiş, bir misyonu hamil olduğunu düşünmüştü. Galiba yazı yazmanın en güçlü saiki böyle bir bilinç idi. Yayınevindeyken ziyaretine gelen bir akademisyenin şöyle bir soru yönelttiğini hatırlarım: 'Üstat! Bir karşılaştırma yapmak istiyorum: Mehmet Akif ile Tevfik Fikret, Nazım Hikmet ve üstat Necip Fazıl, Cemal Süreya ile zat-ı aliniz. Böyle bir değerlendirme hakkında ne dersiniz?' Bu sözleri söyleyince Sezai Bey'den ve kendisinden etkilenmiş bir çok isimden dinlediğim böyle bir benzetmenin makul olabileceğini içimden geçiriyordum. Sezai Bey, meseleyi biraz geniş ele alarak mealen şöyle demişti: 'Tanzimat ile birlikte başlayan düşünce hayatı batıcı kanatta en önemli temsilci olarak Tevfik Fikret'i çıkardı. Sonra milletimiz onun karşısında Mehmet Akif'e teveccüh etti. Cumhuriyet döneminde Batıcılık başka bir noktaya vardı ve Nazım Hikmet'in etrafında toplandı. Bu kez manevi değerler üstat Necip Fazıl'da karşılığını buldu.' Buraya kadar söyleyebileceklerini az çok herkes tahmin edebilirdi, fakat esas merak ettiğim kendisi ile Cemal Süreya arasındaki ilişki hakkındaki değerlendirmeleri idi. Sezai Bey biraz durdu, sonra bir yazarın kendisi hakkındaki bilincin -yanlış veya doğru olmasının ötesinde kalemi yönlendiren esas saiktir o - bir ifadesi olmak üzere şöyle dedi: 'Cemal Süreyya ile benim aramda bir karşılaştırma yapmak hiç mümkün değil. O bir şair, ben ise medeniyeti bütün meseleleriyle üstlenmiş birisiyim.'

Söyledikleri bana hiç garip gelmemişti, en azından defalarca okuduğumuz ve tartıştığımız eserleri benim zihnimde de öyle bir etki bırakmış olmalı.

Sezai Bey, yirminci asrın ikinci yarısından itibaren mütedeyyin kesimleri yoğun bir şekilde etkileyen en mühim bir kaç isimden birisiydi, hiç kuşkusuz. Onun eserleri, devrindeki öteki yazarların eserleri gibi genel kavramlar ve anlatılar üzerine kurulu retorik bir dile sahipti. Bununla beraber daha açık referanslar ve takip edilebilir bir üslupla yazmıştı eserlerini. Bu nedenle eserlerini okuyanlarda İbnü'-Arabi'yi, Yunus'u, Mevlana'yı okuma arzusu oluşur, onun yaptığı atıflarla İslam metafizik geleneğinin kurucu isimlerine ve konularına yönelme iradesi şekillenir. Bu yönüyle onu, kaynakları daha açık bir yazar olarak kabul edebiliriz. Zamanla onun düşüncesinde kurucu kavramlardan birisi olan medeniyet üzerinden bir takım tereddütler ortaya çıksa bile, düşüncesinin bir çok kısmı hali hazırda da değerini korumaktadır. Bu meyanda, "Hızır ile Kırk Saat" başta olmak üzere şiirlerinde dile getirilen unsurlar, modern dönemlerde Müslüman toplumlardaki aydın krizi, iman, ahlak gibi ana konulara dair değerlendirmeleri hala mühim konulardır. Mevlana ile Şems'in karşılaşması için söylediği 'bir evet bir hayır demedi, hep evet dedi' veya İbnü'l-Arabi'yi tasvir ederken söylediği 'Mürsiye'de, Malatya'da, Şam'dayız, yolları bir urgan gibi ayağına sarmış Muhyiddiniz' gibi tespitleri, meselelere dair vukufiyetini gösteren nefis örneklerdir. Yitik Cennet'te 'Adem'in cennetteki hayatı gibiydi Batıyı tanımadan önceki hayatımız' Fusus'un izlerini takip eden çağdaş bir aydın idi. Hz. Peygamber'den söz ederken, 'O cennetin kapısı değil, yitik cennetin kendisiydi' diyerek Hakikat-i Muhammediyye'yi anlatıyordu. Hızır ve Musa hikayesini yorulaması bir tefsir kitabında bulamayacağınız kıymette açıklamalardı. 'Güneşi bahardan koparıp … bir tuz bulutu gibi savuran yüreğime' ifadesi ancak Hz. Peygamber sevgisi hakkında anlam kazanabilecek müstesna bir benzetmedir.

Bu meyanda bir hususa daha değinmek gerekir: Bir çok insanın Sezai Bey'i parti kurarak düşüncelerini siyaset alanına taşıması sebebiyle eleştirmiş, düşünür ve şair olarak kalmak yerine siyasete yönelmesini kayıp olarak görenler olagelmiştir. Böyle eleştirilere bir keresinde kızgın bir şekilde cevap verdiğini hatırlıyorum. Bir insanın düşüncesine değer verirken onun ne yapmayacağını söylemek insafla bağdaşmayan çelişkili bir tutumdur. Bununla birlikte Sezai Bey'de de tecelli eden daha ciddi bir sorunumuzu fark etmemiz gerekir: Bir çok yazar, şair veya akademisyen, temel eserlerini yazı hayatlarının erken bir evresinde vermiş, uzun ömürlerini de geçmişin hatıralarından kazanılan itibar ve vefa beklentisi ile geçirmişlerdir. Öyle ki ülkemizde zihinsel emeklilik yaşı kırka güç bela ulaşır. Eserlerinin ilk yayın tarihlerine göz atınca benzer bir durumun Sezai Bey için de geçerli olduğunu üzüntüyle fark ederiz. 'Marifet iltifata tabidir' gibi anlamsız cümlelere sığınmadan cevabı bulunması gereken mühim soru şudur: Niçin ömrümüzü dolduran bir kalem hayatımız olamıyor?

'Bir ömür seninle söyleştim durdum' diyen Sezai Bey'e Allah'tan rahmet, niyaz ederim. Mekanı cennet, makamı ali olsun.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN