Varlığın Haritası: Vahdet-i Vücut, Ayan-ı Sabite ve Kevn-i Cami
Ekrem Demirli'nin Klasik Düşünce Okulu'nda gerçekleştirdiği "Fütûhât-ı Mekkiyye Okumaları" semineri, İbn Arabi ve Sadreddin Konevi'nin İslam metafiziğini vahiy tecrübesiyle yeniden inşa etme çabalarını merkeze alıyor. Demirli, tasavvufun yaygın kanaatin aksine "bir hal" ya da "bir zevk işi" olmadığını, fıkıh ve kelam gibi kapsamlı bir bilim dalı olduğunu vurguluyor. Bu makalede, Demirli'nin seminerde vurguladığı temel noktaları detaylı bir şekilde sunmayı amaçladık.
➡ Ekrem Demirli, tasavvuf "bir haldir" ya da "bir zevk işidir" gibi yaygın kanıların bütünüyle yanlış olduğunu belirtiyor. Demirli'ye göre, tasavvuf literatürü içinde fıkıh ve kelam gibi bir bilim dalıdır; zira bu alanda çok sayıda eser üretilmiş, önemli kavramlar ve güçlü bir dil oluşturulmuştur. Bu yanlış algının, modern dünyadaki din eleştirileriyle paralellik gösterdiğini, zira modern eleştirinin de vahyi sübjektif görmesiyle benzerlik taşıdığını ifade eder. İbn Arabi ve Sadreddin Konevi'nin metinlerinin bu yanlışlığı açıkça ortaya çıkardığını ekler.
➡ Demirli, İbn Arabi'nin geniş şöhretine rağmen, eserlerinin Osmanlı bilim mutfağına tam olarak giremediğini ve tam anlamıyla okunamadığını belirtir.
➡ Sadreddin Konevi'nin ise, İbn Arabi'nin dağınık görünen malzeme ve fikirlerini sistematize eden kişi olduğunu vurgular. İbn Arabi'nin eserlerinin ansiklopedik bir dağınıklık taşıyormuş gibi görünse de güçlü bir ana fikre sahip olduğunu ve Konevi'nin bu derindeki yapıyı ortaya çıkardığını ifade eder. Osmanlı geleneğinde İbn Arabi'nin "Sufi-Hakim," Konevi'nin ise "Hakim" olarak tanımlanmasının, biçimsel farklılıklara rağmen özde aynı olduklarını gösterdiğini belirtir. Demirli, İbn Arabi üzerine çalışmalarda netliğe ulaşmak için Sadreddin Konevi metinlerinin anahtar rol oynadığını ifade eder.
➡ İbn Arabi ve Sadreddin Konevi'nin, metafiziği (mevzusu, meseleleri, yöntemi ve amacı bakımından) yeniden inşa etmek istediklerini belirten Demirli, bu çabanın özellikle vahiy tecrübesiyle metafizik mirasın ilişkisi sorununu çözme amacı güttüğünü aktarır. Tanrı'nın varlığının onlar için kanıtlanması gereken değil, bir kaziye-i müselleme (kendiliğinden açık önerme) olduğunu ifade eder. Düşüncenin Tanrı'nın varlığından ve O'nun isimleri (Esma-i Hüsna) ile alemle irtibatı üzerine konuşmaktan başladığını kaydeder. Demirli, İbn Arabi'nin giriş cümlelerinin dahi kelam ve felsefe literatürüne birer reddiye niteliği taşıdığını belirtir, zira onlar Tanrı'nın varlığını kanıtlamayı değil, varlığı izah etmeyi merkeze alırlar.
EKREM DEMİRLİ: "İBN'ÜL ARABİ CÖMERT VE SOFRASI OLAN BİR YAZARDIR"
➡ Demirli, Vahdet-i Vücut'un iki ana önerme üzerine kurulduğunu açıklar:
• Birinci Önerme: Cenab-ı Hakk'ın Vücut Olması (Vücud-u Mutlak): "El Hakku vücudun min vücud" önermesi, Allah'ın mutlak varlık olduğunu ifade eder. Bu yaklaşım, sufileri kelamcılardan uzaklaştırıp felsefeye yaklaştıran bir yaklaşımdır. Abdurrahman Cami'nin ifadesiyle, sufiler Allah'a vücut deyince O'nun varlığını kanıtlama külfetinden kurtulmuşlardır. Çünkü metafiziğin maksadı genellikle Tanrı'nın varlığını kanıtlamak iken, sufiler Tanrı'nın varlığını zaten kabul ederek işe başlar.
• İkinci Önerme: Eşyanın Hakikatinin Tanrı'nın Bilgisinde Sabit Olması (Ayan-ı Sabite):
Bu ikinci önerme (eşyanın hakikati Tanrı'nın bilgisinde sabittir), Vahdet-i Vücut'a özgün kimliğini kazandıran temeldir. Ayan-ı Sabite, eşyanın kendisi bakımından yok, fakat Tanrı'nın bilgisinde var olması anlamına gelir. Demirli, Fütûhât-ı Mekkiyye'nin girişindeki "eşyayı bir yokluktan ve yokluğun yokluğundan var eden" ifadesinin, aslında Ayan-ı Sabite'nin tarifi olduğunu ve "yokluğun yokluğu"nun "varlık" (el-vücut) demek olduğunu vurgular. Bu paradoksal dil, İbn Arabi'nin düşüncesinin merkezindedir ve insanın kevn-i câmi düzeyine çıkmadan tam olarak anlaşılamayacağını belirtir. Ayan-ı Sabite düşüncesi, eşyanın kıdemi fikrine yaklaştığı için daha sonraki tasavvuf tartışmalarının merkezinde yer alır.
➡ İbn Arabi'nin, yaratılmış olan her şeye "kelime" denilebileceği görüşünü savunduğunu belirten Demirli, zira her şeyin "kün" (ol) emriyle var olduğunu ifade eder.
➡ İbn Arabi'ye göre, eğer Kur'an Kadim ise, alem ve insan da kendi bilgileri bakımından Kadimdir, yani hadis-kadim paradoksu tüm varlıklar için geçerlidir. Bu durum, Alem'in ilkesel olarak Tanrı'da var olan bir şey olduğu, yani bilgisi Tanrı'da sabit olduğu gerçeğinden hareketle ele alınır.
➡ Metafizik düşüncenin ana problemlerinden olan birlik ve çokluk (varlıktaki tezat ve farklılıklar) sorununa İbn Arabi'nin cevabının, Tanrı'nın isimlerindeki (Esma) farklılıklar olduğunu ifade eder. Demirli, bu yaklaşımın, felsefenin Tanrı'yı selbi kavramlarla (mesela "bir" veya "hayr-ı mahs" gibi) tanımlamasından farklı olarak, Esma'nın olumlu ve farklı tezahürleriyle varlıktaki çokluğu ve zıtlıkları açıklamayı mümkün kıldığını belirtir. Bu, felsefenin "birden bir çıkar" ilkesiyle çözemediği "neden farklılıklar ve eksiklikler var?" sorusuna bir cevaptır.
ÖRTÜ VE DELİL ANLAMIYLA PERDE: METAFİZİK DÜŞÜNCEDE BİR PARADOKS
➡ İbn Arabi'ye göre insan, Aristoteles'in "düşünen canlı" tarifinden öte, kevn-i camidir. Bu, insanın hak ve halk mertebelerini, kevni ve hakkı kelimeleri kendinde topladığını ifade eder.
➡ Makrokozmos-mikrokozmos anlayışı da buradan çıkar. Bu anlayış, paradoksal dili kavrayabilmek için insanın duyuların ve hatta akli düzeyin ötesine geçerek yüksek bir yetkinleşme düzeyine, miraca ve uruca ulaşmasını gerektirir. Demirli, İbn Arabi'nin, herkesin muhatap alınabileceği bir dil arayışında olduğunu ve bu nedenle kavramları "bir aşağıya çekerek" (örneğin "Fas" kelimesini yüzük kaşı anlamında kullanarak) daha çok insanı düşünmeye katmayı hedeflediğini belirtir. Tasavvufun, bu "tümel" ile "tikel" arasındaki farkı ortaya çıkaran ve insanı ciddiye alan bir bilim olduğunu savunur.
➡ Ekrem Demirli, İbn Arabi ve Sadreddin Konevi'nin, klasik İslam düşüncesinde tasavvufu sistematize etmenin ötesine geçerek, vahiy tecrübesiyle derinlemesine ilişkilendirilmiş, özgün bir metafizik düşünce sistemi kurduklarını ve bu sistemin insanı "kevn-i cami" düzeyine yükseltmeden tam olarak anlaşılamayacak paradoksal bir dil içerdiğini sözlerine ekler. Onların eserleri, İslam metafizik mirasını anlamak ve yorumlamak için başvurulması gereken temel metinler arasında yer almaktadır.
Seminerin tümüne buradan ulaşabilirsiniz....