Ekrem Demirli
3.02.2025
Ekrem Demirli
Dindarlık, Borçluluk Olabilir mi: Sözlükçülüğün Açmazları
Tüm Yazıları

Dindarlık, Borçluluk Olabilir mi: Sözlükçülüğün Açmazları

Dine, anlam ve dindarlığa da gerekçe ararken ilahiyat mesleğinin alışkanlığı, kelimenin sözlük anlamına odaklanarak dine bir anlam tespit etmektir. Sözlükçülük olarak niteleyebileceğimiz böyle bir alışkanlık, sadece din için değil, hemen bütün kelimeleri ve terimleri anlamak için tercih edilen yaygın bir yaklaşım, daha çok da önyargıdır. Heidegger'in farklı bir gayeyle söylediği "Dil hakikatin evidir" cümlesi, ilahiyatçılıkta "Hakikat, sözlükte bulunur" tarzında söylenerek öteden beri uygulanmış bir yöntemle benzer bir biçimde düşünülmüştür. Bu nedenle de düşünürün bütün sözleri arasında en çok bilineni bu olmuştur ilahiyatçılar arasında. Kuşkusuz böyle bir tercihin anlaşılabilir nedenleri vardır. Müslüman geleneğinde vahiy, öteki dinlerden (bilhassa Hristiyanlık) farklı olarak güçlü şekilde dille ilişkilidir. Bu itibarla dil, vahiy ve zihin, Tanrı ile insan arasındaki ilişkinin zeminidir. Bilhassa Arapça ile ilgili yüceltici yaklaşımların temeli buradan çıkar. İlahiyatçı yaklaşım, dili ve sözlüğü muhtemel başka yorumları izale ederek 'sübjektif' yaklaşımı bertaraf etmek üzere yöntemin en önemli unsuru haline getirmiştir.

Sözlükçü yaklaşımın neticesinde din kelimesinin anlamlarından birinde, dindarlık ile borçluluk arasında zaruri bir bağ tesis edilmiş, Tanrı ile insan ilişkisi olabildiğince antropomorfik çerçevede tahlil edilmiş, Tanrı'nın çeşitli isimlerini bu anlamı tahkim etmek üzere yorumlamak ise dindarlığı, Allah'a borç ödemek şeklinde mütalaa etmeyi güçlendirmiştir. Dindarlar arasında ne kadar yaygın ve köklü bir düşünce olursa olsun Tanrı ile insan arasındaki ilişkiyi, 'insanlar arasındaki ilişkiler gibi' borçluluk ilişkisi şeklinde düşünmek, anlaşılması zor, meseleye biraz dikkatle yaklaşınca izah edilmesi mümkün olmayan bir yaklaşım olarak görülebilir. Hatta bu yaklaşım, teşbihçi anlatımın aşırı örneklerinden biri olarak değerlendirilebilir. Böyle bir yaklaşımın neticesinde ibadet hayatı, borcun ödenmesi için ifa edilen yükümlülüklere dönüşür, insan -tıpkı Hristiyanlıkta günahkarlığı yüklenmek gibi- aşina olmadığı hatta taraf sayılmadığı ezeli alışverişin baskısı altında Tanrı ile ilişkisini korku üzerinden inşa eder hale gelir. İnsanın ontolojik olarak 'fakir-mümkün' varlık olmasından neşet eden âcizlik, yoksulluk, zayıflık gibi özelliklere atıf yapan ifadeler sıklıkla ilâhî metinde yer alsa bile, dinî düşüncenin derin katmanlarında hakikatin böyle olmadığını bilmek gerekir. Bu yorumlara bakacak olursak, Tanrı ve insan ilişkisini borçluluk-alacaklılık ilişkisi şeklinde tasavvur etmek, hakikati göz ardı etmeye yol açacak, dinin asıl amaçlarını anlamaktan bizi uzaklaştıracak, neticesinde de tamamen insan merkezli bir evrende dini, insani amaçlarla yorumlamış olmanın ötesine gidemeyeceğiz. Öte yandan bu yaklaşım -sadece modern insan için değil- bütün dönemlerde ikna edici de olmayacaktır. İnsanın herhangi bir şekilde dahlinin olmadığı bir irtibat neden 'alacak-verecek' ilişkisi olarak isimlendirilsin, dindarlık neden alışverişin zararlı tarafı olarak insanın üstüne bir yük yüklesin?

Hiç kuşkusuz dinî gelenek içerisinde yaygın bir şekilde 'Allah'a karşı borçlu olmak' tabiri kullanılmıştır. Fakat böyle tabirlerin kullanılmasının nedeni, borçluluğu tespit etmek veya dindarlığı bu borca dayandırmak anlayışından daha çok, Allah'tan insana gelen nimetleri gasp ederek insanlar arasında mesnetsiz iktidar ilişkileri tesis eden zorba ve hırsızlara başkaldırı, Allah'a ait olan iktidarı hatırlayarak tarihe ve topluma, hatta doğaya karşı özgürlüğü göstermek için yapılmıştır. Başka bir anlatımla 'borcumuz sadece Allah'adır' demek, insan biçimli bir anlayış içinde alışveriş şeklindeki bir borcu düşünmeksizin, insanlara, doğaya kısaca evrene karşı doğuştan gelen herhangi bir borcu ve bağımlılığı reddederek özgürlük yolunu tutmak demektir. Binaenaleyh din-darlık ile borçluluk ilişkisi müspet (olumlama) anlamıyla değil selbî (olumsuzlama), yani ötekilere borçluluğu reddetmek anlamında kurulabilir.

Peki dinde ibadet ve şükür niçin vardır? İbadet ve şükrü kadim bir borcu ödemek şeklinde düşünmek, bizi dinin hakikatine yaklaştırmaz. Bu meyanda konunun anlaşılmasında bize katkı sağlayacak ifadelerden biri sûfîlerin varlığın gayesini -din de bu gayeyi anlamakla ilgili olmalıdır- açıklarken atıf yaptıkları 'bilinmek isteyen gizli hazine' tabiri olabilir. Böyle mühim konunun bu kadar mesnedi zayıf rivayetle açıklanması, dikkate değer bir konudur. Öyle ki konu, açıklanmak yerine tefekküre havale edilmiş gibidir. Lakin şükür ve ibadetin gerekliliğini bundan daha iyi anlatabilecek bir ifade de yoktur. İnsanın yaratılmış olması, büyük bir iyiliğin ortaya çıkması demektir, daha da önemlisi insanın, büyük bir hayra iştirak etmesi demektir. Bu sayede Allah'ın muradı gerçekleşecek, insan ise bu murada vesile olarak ilâhî iradenin aracı haline gelecektir. Bu bakımdan insanın yaratılmış olması, Tanrı'da (insanca bir düşünmeyle) alacaklılık hali ortaya çıkartsa idi, Tanrı kerem ile nitelendirilmez, sadece cömert olmakla nitelenebilirdi. Halbuki Tanrı kerîmdir ve keremin en önemli özelliği beklentisizce ihsandır. Başka bir anlatımla kerem, nimetin karşılığını beklememektir.

Kanaatimce dindarlığı, ibadeti ve şükrü borçluluk ilişkisine cevap sadedinde düşünmek bizi Mu'tezile'nin va'd ve vaîd açmazından öteye götürmeyecektir. Halbuki ibadet ve şükür, gerçekte idrak, marifet ve müşâhede meselesi olarak zihnin yetkinleşmesine işaret eden bir sürecin adı olmalıdır. Bu yönüyle ibadeti ortaya çıkartan temel fiillerde sürekli başa dönme, bireyselleşme (hac), ayağa kalkma (namaz), kendini geri çekme (zekat) ve eylemsizlik (oruç) bulunmasının nedeni bu olmalıdır. İnsan ibadet ederken bir şey yapmıyor, bir fiili, yani gerçekte borç ödemeyi -kendine veya topluma- bırakarak borçsuzluğun özgürlüğü halinde hakikati temaşa etmeye yöneliyor. Bu anlamıyla dindarlık, insanın üzerinden yükün kaldırılmasından başka ne olabilir? İnsan secde ederken, gerçekte insan dünyasında bilinen anlamıyla secde etmiyor, başkasına yaptığı secdeyi bırakarak Tanrı'yı temasa ediyor. Dini, 'borçlanmak' şeklinde düşünmenin yol açtığı ciddi yanılgı da hiç kuşkusuz ibadeti bir yer değiştirme şeklinde ele almak yanılgısıdır: Başkasına borçlu olmak yerine Allah'a borçlu olmak veya başkasına secde etmek yerine Allah'a secde etmek gibi. Dindarlık, özgürlüktür ve dindarlık, sırtındaki yükü bırakmaktır.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ekrem Demirli

Ekrem Demirli Diğer Yazıları