Bilgi güvenliği ve güvenilirliği
Her zaman, her yerde; insanların, içinde bulundukları hal ve gidişin gerektirdiği bilgiye sahip olma ihtiyaçları var. Çünkü hayatları boyunca, bildiklerine göre amel ediyor ve tavır belirliyorlar.
Huzur ve güven içinde yaşayabilmeleri için; elde ettikleri bilgilerin "doğru" ve "tam" olması gerekiyor. Bu da bilgi kaynaklarının usul açısından "güvenli", muhteva açısından "güvenilir" olması anlamına geliyor.
Son yıllarda, daha çok bilişim teknolojileri bağlamında; "bilgi güvenliği" çok önemli bir alan ve konu haline geldi. Belirli safha ve süreçlerden geçtikten sonra; "gizlilik" (yetkisiz kişilerin eline geçmemesi), "bütünlük" (muhtevasının değiştirilmemesi), "erişilebilirlik" (ihtiyaç duyulduğunda ulaşılabilmesi) diye özetlendi.
Günümüz dünyasında; bilgiyi "elde etme kolaylığı" kadar, "yanılma tehlikesi" de arttı. Algı yönetiminin yahut toplum mühendisliğinin ahlak tanımayan yolları ve yöntemleri; "bilgi güvenliği" binasının duvarlarını yıktı, perdelerini yırttı.
Özellikle, medya iletişim mecraları; "yalan dünya" düzeninin sesi, soluğu haline geldi. İlmin kapısı, kat kat kilitlendi; hikmet, derin dehlizlerin dibinde kaldı.
Hakikate ulaşmak ve onu hayata geçirmeye çalışmak; haz ve hız tutkunu, ehli keyif insanlara zor geliyor. Olayları ve durumları anlatmak, bilgileri ve yorumları aktarmak; işportacı ve istismarcı kimselerin eline, diline kalıyor.
Büyük bir çoğunlukla; ayakta uyuyor yahut uyutuluyoruz. Tuzağa düşürülmüş balıklar gibi; derelerin gittiği denizlerde değil, serbest dolaşımın bittiği havuzlarda tutuluyoruz.
Özgür ve özgün iradenin kaybolduğu, kontrol altında tutulduğu bir anaforun içindeyiz. Boğazımıza geçirilecek kancayı fark etmeden; oltanın ucuna takılan yemlerin peşindeyiz.
Bir başka ifadeyle; "bilgi kirliliği", yaygın bir hastalık haline geldi. Yalan beyanlar ve yanlış yönlendirmeler yüzünden akıllar, ruhlar ve bedenler zehirlendi.
Oysa, "bilgi kaynakları" konusu; asırlar ve nesiller boyunca, yeteri kadar incelenmiş ve irdelenmiştir. Ancak; yaşadığımız "hafıza kaybı" sendromundan sıyrılarak, bilgi ve bilinç denklemimizi güncelleyip, yeniden gündeme getirmemiz gerekir.
Ayetlerde, hadislerde, temel kaynaklardaki muteber metinlerde; yalan söylemek yahut yanıltmak "büyük günah" eylemleri ve söylemleri arasında yer alır. Bunu anlayış ve alışkanlık haline getirenler; "zalim, hain, alçak, ahlaksız" kimseler olarak tanımlanır.
Yalan günaha, günah cehenneme götürür. Ulaştığı yahut bulaştığı her yere; "fitne, fesat" getirir.
Sadece üç konuda ve iyilik için izin verilmiştir. Aralarında geçimsizlik bulunan eşleri barıştırma, savaş sırasında düşmanı şaşırtma ve insanlar arasındaki husumeti sona erdirme amacının dışındaki tüm yalanlar; "haram" kabul edilmiş, "suç" sayılmıştır.
Resulullah (SAV), ümmetini; yalan söylemekten kesin bir dille ve tekrar tekrar "men" etmiştir. Hz. Aişe (R.ANHA); "Ashab indinde, yalandan daha kötü bir şey yoktu; çünkü onlar, yalan ile imanın bir arada bulunamayacağını bilirlerdi" demiştir.
Râgıb el-İsfahânî; yalancılığı karakter haline getirmenin, "insanlıktan çıkmak" olduğunu söyler. Muhammed b.Kâ'b el-Kurazî ise; "Bir yalancı, ancak alçak ruhlu olduğu için yalan söyler" der.
İbn Hazm ve Mâverdî; yalanı, "bütün kötülüklerin anası" olarak görür. Allah'ı inkâr etmek de onun bir çeşididir, türüdür.
Maalesef; Müslümanlar arasında da yalan söyleyenler, yanlış bilgi verenler var. Bazıları Allah'ın emrini, Peygamber'in sünnetini kendi menfaatlerine ve maslahatlarına uygun hale getirerek anlatıyor, aktarıyorlar.
Dinimizin, dünya görüşümüzün "bilgi kaynakları" sistematiğini; hatırlayalım ve hatırlatalım. Hakikat güneşinin güçlü ışığıyla; karanlık dehlizleri aydınlatalım.
Bize bir lütuf ve ikram olarak verilen "beş duyu"; bilgi kaynaklarından biridir. Ancak, duyularımızın yanılma ihtimali olduğu, hayatın bütün alanlarını ve konularını kapsayamama zaafı bulunduğu için; gerekli olmakla birlikte, yeterli değildir.
İnsanları hayvanlardan ayıran özelliklerin başında gelen "akıl" nimeti; biraz daha ileri bir bilgi kaynağı sayılır. Fakat, duyu organlarından beslendiği için onun da yanılma ihtimali vardır; anlama, kavrama alanı ve oranı sınırlıdır.
Doğruluğunda ittifak sağlanan "mütevatir haber" yoluyla da bilgi sahibi oluruz. Ancak, sadece bu yol ve yöntemle yetinirsek; belirli alanların ve konuların sınırları içinde kalırız.
En geniş, en güvenilir bilgi kaynağı, ölçüsü; "vahiy" ve türevleridir. Kısaca; yazılı vahiy "Kur'an", yaşanmış vahiy "Sünnet", yaratılmış vahiy "Âlem" şeklinde özetlenebilir.
Mezheplerin, müctehidlerin vahyi esas alarak yaptıkları bilgi kaynakları tanımı içinde; "rüya, sezgi, ilham" yer almamıştır. Birileri, bu yollarla elde ettikleri bilgilere göre amel etme tercihinde bulunsalar bile; başkalarının da uymalarını isteme haklarının olmadığı hatırlatılmıştır.
Biz, bildiklerimizle amel edersek; Allah, bilmediklerimizi öğrenme fırsatı verecektir. Güvenli metotlarla, güvenilir kaynaklardan elde edilen doğru ve tam bilginin aydınlattığı yoldan yürürsek; dünya ve ahiret saadeti, sükûneti bir "hak ediş" haline gelecektir.
Zekeriya Erdim
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.