Arama

Zekeriya Erdim
Mayıs 5, 2020
Salgın günlerinin sosyolojisi ve psikolojisi
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Hemen her dönemde, yaşadığımız iyi ve kötü günlerin; insan ve toplum hayatına, muhtelif yansımaları oluyor. Sosyal, psikolojik, siyasal, ekonomik, kültürel, akademik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik işler ve ilişkiler; ister istemez, dönemin şartlarına ve özelliklerine uyumlu hale geliyor.

Geçmiş yıllardaki savaş, deprem, yangın, sel, kıtlık, salgın hastalık gibi "afet" yahut "felaket" günlerine benzer bir şekilde; içinde bulunduğumuz "virüs salgını" döneminde de böyle yansımalar oldu. İyi yönetilmeye çalışılan safha ve süreçleri, doğru tahmin edilmeye çalışılan çok yönlü sonuçları bakımından; herkesin ortak, öncelikli, önemli gündemi haline geldi.

Bir yandan acılarını hisseder, korkularını yaşar, sıkıntılarına katlanmaya çalışırken; öte yandan şiirlerini yazma, bestelerini yapma, belgesellerini çekme, fıkralarını anlatma, derslerini ve ibretlerini akıl defterimize not etme yoluna girdik. Kişisel, kurumsal, toplumsal, evrensel sorumluluklarımız açısından ise; bu günlerin duygu-düşünce-davranış durumlarını, "adamlığımızın ölçeği, ahlakımızın ve ahvalimizin ölçüsü" haline getirdik.

KAYGILAR

Bu dönemin en belirgin özelliklerden birisi olarak; yoğun ve yaygın bir "kaygı iklimi" oluştu. Olgular ile algılar arasındaki açı büyüdü; varsayımlara dayalı "panik psikolojisi" gelişti.

Bu yüzden; bazılarımız, zaman zaman kontrolden çıktık. Küçük bir tehlikenin kenarından kaçıp kurtulmaya çalışırken; daha büyük bir tehlikenin içine doğru aktık.

Şüphesiz, kaygıların başında; kendimizle, dostlarımızla ve yakınlarımızla ilgili "ölüm korkusu" vardı. Arkasından; ekonomik hayatın kötüye gitmesi halinde işimizden, işletmemizden, malımızdan, mülkümüzden, keyfimizden, lüksümüzden "zayiat" verme ihtimalleri de tespih taneleri gibi sıralanıyorlardı.

Bu listeye; kalıcı bağımlılık haline gelen alışkanlıklarımızın kısıtlanmasından yahut terk etmek zorunda kalınmasından doğan "gerginlik" de ilave edilmelidir. Çünkü, bazı alışkanlıkları değiştirmek yahut terk etmek; taşı delmekten, demiri yumuşatmaktan daha zahmetlidir.

Böyle durumlarda, yangında ilk kurtarılması gereken şey; irade ve inisiyatif kullanma gücünü elimizde tutmamızı sağlayacak "sükûnet" olmalıdır. Kurulu düzenin bozulmasına ve yeni bir olağanüstü hal düzeninin kurulmasına sebep olan zor zamanlarda; cüzî iradenin imkân verdiği her türlü "tedbir" alındıktan sonra, külli iradenin himayesine sığınma anlamına gelen "taktir" yahut "kader" inancı da yanına konmalıdır.

Ümit ve güven; ipin ucunu bırakıp düşmemize sebep olacak acizlik yahut yetersizlik sendromunun sigortası gibidir. En olumsuz şartlar altında bile gidilecek bir "yol", geçilecek bir "köprü", açılacak bir "kapı" olduğu yahut olacağı algısının ve altyapısının oluşturulduğu ortamlarda; her türlü kriz, daha kolay ve daha etkili bir şekilde yönetilebilir.

DUYGULAR

Salgın döneminin, külfetleri ile birlikte bazı nimetlerine de şahit olduk. Hayatımızın hal ve gidişi üzerinde düşünüp değerlendirme yapma; arkasından, bazı yeni kararlar alma fırsatı bulduk.

Her şeyden önce; aynı azgın denizde yüzdüğümüz ve "aynı geminin yolcuları" olduğumuz gerçeği iyice anlaşıldı. Dünyada herkesin herkesle ve her şeyin her şeyle ilgili olduğunun, bir kez daha farkına varıldı.

Rüzgâr tersinden estiğinde; siyasi ve ekonomik gücün, bilimin ve teknolojinin, silahın ve cephanenin, paranın ve petrolün bir işe yaramadığını gördük ve bildik. Büyük bir kısmımızın algı dünyasındaki "süper güç" tanımı değişti; yeniden, âlemlerin ve içindekilerin rabbi olan Allah'ın, herkesten ve her şeyden daha büyük olduğuna karar verdik.

Bu duygunun oluşturduğu değişim ve dönüşümle; dünyada da ülkemizde de genelde dine, özelde ilahi iradeye yönelişler arttı. İnsanlar, birbirlerine; kendileri, dostları, yakınları için yoğun "dua" ve "helalleşme" mesajları attı.

İyilik ve yardımlaşma duygularımız, yeni bir derinlik ve değer kazandı. Devlet-millet yakınlaşması tavan yaptı; "biz bize yeteriz" kampanyası, bugünden yarına uzanan güncel bir "kızıl elma" ruhunun rengine boyandı.

Kapatılan okullar, camiler, iş yerleri; ihtiyaçlarımızı gidermek için yeni yollar ve yöntemler bulmamıza vesile oldu. Vefat eden dostlarımız ve yakınlarımız için gıyabi cenaze namazları kılmaya başladık; pencereleri açılmış odalarımız, balkonlarımız ve teraslarımız, hem anma ve kutlamaların hem de toplu teravih ve mukabele seanslarının merkezleri haline geldi.

Vücut ve çevre temizliği konusunda hassasiyet göstermenin, doğal ve doğru gıdalarla beslenmenin, bünyeye zarar veren maddelerden uzak durmanın, moral ve motivasyon değerlerini yüksek tutmanın, fıtrata uygun bir çevre-ortam ve yaşama biçimini tercih etmenin gereği ve önemi; hem uzman kişiler ve kurumlar tarafından yapılan açıklamalarla, hem de korunma tedbirleri kapsamındaki muhtelif uygulamalarla tekrar tekrar vurgulandı. Bedenlerimizle birlikte, akıllarımız ve ruhlarımız; duygularımızla birlikte düşüncelerimiz ve davranışlarımız; anlayışlarımızla birlikte alışkanlıklarımız ve yaşayışlarımız inşallah kalıcı bir "bağışıklık" kazandı.

SANCILAR

Bu arada içimizi sızlatan, yüreğimizi hoplatan, zamanımızı ve imkânımızı israf etmeye yol açan sancılar da eksik olmuyor. Şeytanın adamları ve adımları; dini ve ahlaki, sosyal ve psikolojik, siyasal ve ekonomik, askeri ve diplomatik alanlarda kötülük üretmekten bir an bile geri kalmıyor.

Büyük salgın, umumi felaket günlerine ve gündemlerine rağmen; "gaflet" ve "ihanet" girişimlerinin kol kola girip köşe bucak gezdiklerini görüyoruz. O kadar ki; yalanın yalanına, iftiranın iftirasına, istismarın istismarına bile şahit oluyoruz.

Kimileri, hususi sancılarını umumi karın ağrısı gibi gösterip felaket sendromuna dönüştürmeye; kimileri, gözlerimize perde çekip gönüllerimize gölge düşürmeye çalışıyorlar. Daha ileri gidip; devletin ve milletin yarınlarına uzanan yollara yeni tezgâhlar açma, tuzaklar kurma peşinde olanlar da var.

Hâsılı; bir yandan "salgın" ile mücadele sürecini iyi yönetmeye çalışırken; öte yandan, içeriden ve dışarıdan gelen "saldırı" girişimlerini de engellemek ve etkisiz hale getirmek zorundayız. Dönemin sosyolojisini ve psikolojisini iyi okuyup; ona uygun savunma ve korunma formülleri geliştirmek durumundayız.

En önemlisi, devlet-millet işbirliğini korumak ve geliştirmek. Yekvücut duruşumuzu; "dosta güven, düşmana korku" veren bir güce dönüştürmek.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN