Arama

Prof. Dr. Sefa Saygılı
Mart 31, 2023

İngilizlerin Hindistan Müslümanlarını dinlerinden çıkarmak ve özellikle cihad ruhundan uzaklaştırarak emperyalizme karşı dirençlerini kırmak için destekledikleri Kadıyanîlik hareketinin kurucusu peygamberlik iddiasında ruhen hasta biridir.

"Ümmetimin içinden otuz tane yalancı çıkacak ve her biri kendisinin peygamber olduğunu iddia edecektir. Oysa Peygamberin sonuncusu benim ve benden sonra da peygamber yoktur." (Ebu Davut)

İslam dünyasındaki bazı hareketleri değerlendirebilmek, devrimizde de rastlanan yalancı mehdi ve peygamberlerin kimin hesabına çalıştıklarını ve nasıl bir kişiliğe sahip olduklarını bilebilmek için tarihteki örneklerinin gözden geçirilmesi şarttır. 14. asrın yalancı peygamberi Mirza Gulam Ahmed Kadıyani'yi bu sebeplerle incelemek hem ilginç, hem de ibretli olacaktır.

Mirza Gulam 1835 yılında Hindistan'da Pencap Kadiyan'da doğdu. Çocukluk ve ilkgençlik yılları bu kasabada geçti. 1864-1868 arası Sialkot'ta Bölge Mahkemesi'nde küçük bir memurdur. Onun bu dört yıl süren memuriyet hayatı, iddiaları için esaslı bir zemin ve basamak oluşturmuştur.

Şöyle ki: Gulam, ruhen ve bedenen çeşitli hastalıklara müptela idi ve ahlaken de aşağılık bir seviyedeydi. Marjinal bir aileden geliyordu, Hindistan'da diğer sınıflarla uçurum farkı olan asil ve zengin kesime imreniyordu. Sınıf atlayabilmenin, meşhur olabilmenin kestirme yollarını bulabilmek için kafasını çatlatırcasına yoruyordu. Peygamberliği ilanından bir süre sonra, kavuştuğu emelini şöyle açıklıyordu: "Ben zavallı biriydim. Kimseler beni tanımazdı. Hayatta geçim vasıtalarımda rahatlık ve kolaylık temin edecek kadar bir şey değildi. Bütün elimdeki mal, babamdan kalan az bir mirastan ibaretti. Daha sonra ayda on rupi kazanma imkânı yokken, Allah dünyayı emrime verdi. Bununla Allah durumumu değiştirdi ve elimden tuttu. Şimdiyse ayda üç bin rupiden daha çok para elde ediyorum."

Tabii, elde ettiği sadece para değildi. Şöhret, kendine köle olan binlerce kişi, makam, itibar ve evlendiği birçok kadın...

Hindistan'ın durumu

Gulam Ahmed'i değerlendirirken yaşadığı ortamı da gözden geçirmek gerekir. Müslümanlar, üzücü ve acıklı bir haldeydiler. Hindu ve Hıristiyanlar, Müslümanları yaylım ateşine tutmuşlardı.

Hindistan, İngiltere'nin sömürgesi durumundaydı. 1857'de ayaklanan Müslümanlar ve Hindular, zalimce imha edilmişlerdi. Böyle üzücü vasatlarda, insanların bir "kurtarıcı"ya daha çok ümit bağladıkları bir gerçekti. Müslümanlar, içlerine uydurma rivayetlerin de karıştığı rüyalara, nebevi haberlere ve kıyametle ilgili tefsirlere düşkündüler. Geniş halk kitleleri bu neviden haberlerle maneviyatlarını üstün tutmaya çalışıyordu. İngilizlerle mücadele yerine "Vaadolunmuş Mesih"in inerek ve "Beklenen Mehdi"nin zuhur ederek öçlerini alacağı tahayyül ediyorlardı.

İşte Gulam, Hintli Müslümanların bu zaafını ve Hıristiyan misyonerlerinin müslümanlar üzerindeki tesirlerini yakından tetkik etmişti. 1868'de Kadıyan'a döndüğünde İslam ilimleri ve diğer dinler üzerinde daha kesif bir çalışmaya girişti. Gerekli dersleri almıştı, faaliyete başlayabilirdi.

Faaliyete başlıyor

Mirza Gulam, 1879 yılında mahalli gazetelerde İslam'ı savunma faaliyetine girişir. Hindu ve Hristiyanlara çatar. Ezik haldeki Müslümanlar arasında oldukça ilgi toplar ve önceleri kimsenin aldırmadığı kişiliği ön plana geçmeye başlar.

1888 yılına kadar devam eden bu devrede, sadece İslam'a davet eden ve dinsizlere karşı İslam'ı müdafaa eden sıradan bir mücahittir. Bütün inanç ve düşüncelerinin diğer Müslümanlarınki ile uyuştuğunu izah etmeye çok düşkündür. Diyordu ki: "Benim inançlarım, ehli sünnetin inançları gibidir. Ve Muhammed (sav) en son peygamberdir. O'ndan sonra kim peygamberlik iddia ederse o bir kâfirdir, bir yalancıdır. Bunun sebebi ise, iman ederim ki, peygamberlik Âdem'le başlamış ve Resulüllah ile sona ermiştir."

Fakat uyanık müminler bu devrede onun kitaplarında birtakım garip iddialar seziyorlar ve bunları aleyhine kaydediyorlardı. Çünkü Mirza kendisinin ümmetin evliyalarının en üstünü olduğunu ima ediyor, lakin daha sonra itirazlar üzerine yaptığı tevillerle gazapları söndürüyordu. Zor günlerde İslam'ı müdafaası, Müslümanlar arasında büyük teveccüh doğurmuştu ve bu şekil iddiaları göz ardı ediliyordu.

Mücedditliğini ilan ediyor

1888 (1307) yılında Mirza, Müslümanlara hitap ederek, onları kendisine biat etmeye çağırdı. İslami faaliyeti sırasında etrafında halkalanan Müslümanlardan birçoğu biati kabul etti. Kendisinin "Allah tarafından gönderilmiş 14. asır müceddidi (yenileyicisi)" olduğunu iddia ediyordu. Her asırda bir müceddid gelirdi. 14. asra gireli birkaç sene olmuştu ve beklenen müceddid kendisiydi.

Derken İsa ve Mehdi oluyor

Mirza Gulam, "müceddid"liğine önemli itiraz bir yana, birçok Müslümanı kandırmasının ve kendine bende yapmasının verdiği güvenle, 1891 yılında, İsa'nın öldüğünü, kendisininse beklenilen Mehdi ve İsa olduğunu ilan etti.

Peygamberlik devresi

Halk tabakasının akın akın kendisine bağlandığını gören Mirza, 1900 yılında makamını daha da yükseltir: Artık peygamberliğini açıklamanın zamanı gelmiştir.

Biat şartları on maddedir: Gulam Ahmed'in buyruğuna giren kimse şirkten, her türlü büyük günahtan sakınacak; beş vakit namazını, hatta teheccüt (gece) namazını kılacak, bütün insanlara iyilikle davranacak, her durumda Allah'a bağlı kalıp kendini O'na adayacak, Kur'an'ın yolunda yürüyecek, dine, İslâm'a bağlılığa, kendi hayatı ve malından, şerefi, çocukları ve kıymetli bildiği her şeyden çok değer verecek, dini dünyanın üstünde tutacak ve son olarak da her iyi şeyde kendini Gulam Ahmed'e kopmayacak şekilde bağlayacak ve ölünceye kadar ona itaat edecektir.

İngilizlerin maşası

Bütün bu faaliyetlerin işgalci İngiliz Hükümeti'nin dikkatini çekmemesi mümkün değildi. İngilizler, halkın ve özellikle Müslümanların her hareketini gözaltında tutuyorlardı. Gulam Ahmed, sinsi ve aşağılık zekâsını iyi kullanmış, daha başından itibaren, hareketinin siyasî olmadığını bildirmiş, İngiliz Hükümeti'ne de methiyeler düzerek kılıçla cihad etmenin gereksizliği üzerinde ısrarla durmuştur. İngilizlerin başlarında olmalarının onlar için bir nimet olduğunu ve uzaklaşmamaları için dua ettiğini her fırsatta tekrarlıyor, davranışları ile de sadakatini ispat ediyordu.

19. asırda Müslümanlar her ne kadar acıklı ve üzücü durumlardaysa da, bir potansiyel güç olarak düşmanlara korku salıyordu. Dünyanın en ücra köşesinde dahi İslam'a ve Müslümanlara saldırı olsa, diğerleri ayağa kalkıyordu. İstanbul'daki halife, en azından manevi destek oluyordu. Her türlü oyun ve baskı, Müslümanların birbirlerine bağlılığını sarsmıyordu: Çünkü hepsi aynı kitaba, peygambere ve kutsal yerlere bağlıydılar.

Sömürgecilerin önünde geriye tek yol kalıyordu: Müslümanları itikatta birbirine düşürmek. İşte Kadıyanilik bu emel için biçilmiş kaftandı. Kadıyani, "Ben mehdiyim ve İngiliz Hükümeti benim kılıcımdır" diyordu.

Kadıyaniler, Hinduların desteğini de almakta gecikmediler. Bir Hindu lideri: "Bize göre Kadıyaniler Müslümanlardan daha iyidir. Çünkü onların peygamberi buralıdır. Ve bütün mukaddes yerleri de yine bu topraklardadır" diyordu.

İslam düşmanları, İslam'ı yıkmak için kullanacakları maşayı çok iyi bulmuşlardı. Müslümanlar arasında, İslam adına çıkan ve İslam'la savaş veren süslü püslü bir din çıkartılmış oldu.

Kadiyaniliğin özellikleri

Şimdi de Kadıyani'nin ve dininin, tarihteki diğer sapık dinlerle benzer olan özelliklerini sıralayalım:

*Kadıyanilik, Müslümanların zor ve ezilmiş oldukları günlerinde ortaya çıktı. Bir İslam mücahidi olarak, Müslümanlara kendini sevdirdikten sonra kademe kademe peygamberliğini ilan etti. Başlangıç devresinde en üstün mücahid kendisinin olduğunu iddia ediyor, büyüklük fikirleri seziliyordu.

*Zordaki Müslümanlara hem dünyevi hem de uhrevi vaatlerde bulundu ve birçoğunu dinine bağladı.

*İngilizlerin yakın desteğini ve işbirliğini sağladı. Egemen güçlerin maşalığı rolünü üstlendi. Öldürülen asrımızın sahte peygamberi Reşat Halife'nin ABD uşaklığı bu açıdan ilginçtir.

*Kadıyani'nin, istilacı ve işgalci emperyalistlere karşı İslam'ın en önemli silahı olan cihadı kaldırması da dikkat çekicidir. İngilizlere silah çekmek dinsizlikti ve caiz değildi.

*Gulam Ahmed'in aşağılık kişiliği ve hastalıklı bünyesi vardı. Yarım baş ağrısı, histeri, baş dönmesi, karasevda, cinni hastalıklar, verem, idrarını tutamama, sinir zayıflığı, unutkanlık, esrar ve alkol kullanma bunlardan bazılarıydı.

*Kadıyani'de de -benzerlerinde olduğu gibi- mantıkdışı ve gülünç teviller, kurduğu dinin esasını teşkil ediyordu.

Mesela, hadis-i şerifte Mesih'in iki sarı örtü içinde nüzul edeceği haberini, "İşte o iki sarı örtü şudur: Şiddetli baş dönme hastalığım ve idrarımı tutamamam. Öyle ki bazen yere düşerdim ve bazı zamanlar günde yüz kere küçük abdeste çıktığım olurdu" şeklinde tevil ediyordu.

"Muhammed Allah'ın resulüdür. O ve onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı çok çetin, birbirlerine karşı ise çok merhametlidir" ayetinde geçen Muhammed'in kendisi olduğunu iddia ediyordu.

Gulam Ahmed, kendini Allah'tan vahiy alan peygamber kabul ettiği için, "Sözüme ters düşen her hadis ya sahih değildir veya tahrif edilmiştir" diyordu. Kur'an'ın manalarını bu yönde değiştiriyor, tefsirleri ifsat ediyor ve batıl fikirleri moda haline getiriyordu. Bunları yaparken de Kur'an ve hadislerin teviline dayanıyordu.

*Gulam Ahmed oportünistti (fırsatçı). Her şeyi her an, kendisi için kullanabileceği imkânlardan faydalanmayı ilk ve esaslı iş bilen biriydi. Kendisine fazlaca güvenen, iddialarına büyük değer veren, bunlarla övünen ve böbürlenen bir karakter yapısına sahip olduğu göze çarpıyordu.

*Kadıyanilik, bağlılarının Peygamberimize (sav) sadakatini azaltıyor ve ümmeti birlik olmaktan çıkarıyordu. Bu yüzden İslam'a düşman bütün güçlerce destekleniyordu. Müslümanlar arasında inançsızlık propagandası yapmaktansa, bu dini desteklemek çok daha karlıydı.

*Bu tip sahte mehdi ve peygamberlere en başta kendi yakınlarının inanmadığı da bir gerçektir. Oğlu, Kadıyani'nin yalancı olduğunu ve İslam'dan koptuğunu yüzüne haykırmıştı.

*Âlimler, ona her zaman karşı çıktılar. İslam'a dönmesi ve düzelmesi için boşuna uğraştılar. Gulam Ahmed ise yalanla, takıyye ve teville kendini savundu.

*Kehanetleri genellikle tutmadı ve hep yalan çıktı. Buna rağmen, zerrece ibret almadan yalanını sürdürdü.

Ölümü ve düşündürdükleri

1908 yılında koleradan oldukça ibretli şekilde, ishalden devamlı yatağına def-i hacet yaparak öldü. Hindistan gazeteleri: "Sahtekâr Kadıyani Gulam Ahmed, koleraya yakalandığında ağzından pislik geldi. Tuvalette, def-i hacet için otururken öldü" şeklinde ölümünü haber verdiler.

Hummalı çalışmalarına rağmen İslam dünyası üzerindeki hesaplarını gerçekleştiremeyen şer güçler, bugün de aynı oyunu sürdürmekte ve Müslümanların Hz. Muhammed'e (sav) bağlılıklarını zayıflatmak, onları birbirine düşürmek istemektedirler. Halen dünyada 2-10 milyon taraftarı olan, etkili yayın organları bulunan Kadıyanilik dininin tetkiki, emperyalist güçlerin İslam üzerindeki emelleri hakkında birçok fikirler verir.

Prof. Dr. Sefa Saygılı

KAYNAKLAR

1- İngiliz Emperyalizmi Kadıyanilik, İhsan İlahi Zahir, Ebru Yayınları, 1985.
2- Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığralı, Selçuk Yayınları, 1986.
3- Kadıyanilik Nedir?, Mevdudi, İhya Yayınları, 1975.
4- Ana Britanicca, Kadıyanilik maddesi.
5- Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi. Risale Y.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN