Mustafa Özcan
25.09.2018
Mustafa Özcan
Ateşi İran’ın içine yaymak!
Tüm Yazıları

Ateşi İran’ın içine yaymak!

Araplar genellikle Arap dünyası, İran ile Türkiye karşılaştırmalarında İran ve Türkiye'yi proje sahibi, proje bazlı, ağırlıklı ülkeler kapsamına, kategorisine sokmakta ve bu yönde değerlendirmede bulunmaktadırlar. Bu nazarla bakarlar. Onlara göre tek projesi olmayan millet Araplardır. Bunda doğruluk payı olsa da olmasa da Araplar bunu bir ön kabulle kabullenmektedirler. Keza Arap algısına göre, 2003 ve 2011 yılı sonrasında İran, ABD ile açıktan, İsrail ile de zımni olarak anlaşarak, hareket ederek Arap dünyasını karıştırmıştır. Bir kısmını da istila etmiştir. Bu gizli kapaklı ilişkiler doğru olabilir mi? Geriye baktığımızda 1986 yılında ortaya çıkan İrangate skandalı bu tür örtülü ilişkilerin mümkün olduğunu ispatlamıştır. İran rejiminin keza Amerikan ve İsrail rejimlerinin doğasında bu tür davranış modeli vardır. Öncesinde Saddam yönetimine yakın isimler bu gerçeği Kenan Evren'e fısıldadıklarında, ifşa ettiklerinde meseleye inanmakta zorlanmış ve güçlük çekmiştir. İran 2003 yılında ve ardından 2011 sonrasında ABD ile mutabakat sağlayarak ateşi ve fitneyi Arap dünyasının içine salmıştır. Suriyeli muhalif isimlerden Zuhayir Salim Türkiye ile bölgenin yükselen güçleri olarak isimlendirdiği İsrail ile İran'ın konumunu şöyle karşılaştırıyor: Bölgenin yükselen güçleri, yazdığım gibi Siyonist İsrail ile mezhebi ve Safevi İran ile birlikte Türkiye'den teşekkül etmektedir. İsrail ile İran bölgedeki devletlerin ve halkların hesabına ve aleyhine bir biçimde genişlemekte, zemin kazanmaktadır. Bölgedeki ülkelerin gücü İran ile İsrail'in zafiyeti sayılır. Türkiye ise yükselişinde hükümetlerinin yüzüstü bıraktığı bölgenin halklarına dayanmaktadır (https://twitter.com/zohersalm/status/1043810843492851713). Elbette Türkiye'nin de yeni Osmanlıcılık gibi bir projesi olduğunu düşününler var. Lakin bu husus yakıştırma mıdır yoksa atıf mıdır ya da gerçek midir, etrafındaki tartışmalar dinmeden, hız kesmeden devam ediyor. İran'ın içeride ve dışarıda rahatsızlık veren üç hususiyeti ve özelliği var. Bunlardan ilki İran halkı nazarında velayet-i fakih namıyla bilinen dini tiranlıktır. İkincisi ise Pers hâkimiyetidir. İran bu anlamda sadece milli bir devlet değil aynı zamanda milliyetçi bir devlettir. Üçüncüsü ise imparatorluk dürtüleriyle hareket ederek; çevresine yayılmakta ve sarkmaktadır.

Üç yıl kadar önce "Büyük İranlı Kimliği Konferansı"nda konuşan İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Yunusi: "Bağdat Bizim Başkentimizdir" demişti. Yunusi, İran kültür coğrafyasının Çin sınırından Hint alt kıtasına, Kuzey Kafkasya'dan Basra Körfezi'ne ulaşan coğrafyayı kapsadığını savundu. Kültür, medeniyet, din ve İranlılık ruhunun 'Büyük İran' coğrafyasına yayıldığını söyleyen Yunusi, "Bu bölgede doğal bir birliktelik söz konusudur. Her ne kadar bazı farklılıklar birleşmeyi engellese de, gerçekte İran coğrafyası; Çin sınırından bugünkü Afganistan ve Pakistan'a, Kuzey Kafkasya'dan Fars (Basra) Körfezi'ne kadar olan coğrafi alan bu birliğin içerisinde yer alır" değerlendirmesinde bulundu. Azınlıklardan sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yunusi, "İran kültür coğrafyasında yaşayan herkes İranlıdır ve bu yönüyle bizim korumamız altındadırlar. Onları İslam fanatizmi, ateizm, tekfircilik, yeni Osmanlıcılık, Vehhabilik, Batı ve Siyonizm tehdidinden koruyacağız" ifadelerini kullandı.

İran sınırlarını tarih, kültür ve coğrafyanın belirlediğini ifade eden Yunusi, "Bu bölgede stratejik kültürel ve tarihsel nüfuz oldukça önemlidir. Nüfuz coğrafyamızı göz ardı ederek menfaat ve güvenliğimizi koruyamayız" demiştir.

Binyamin Netanyahu'nun "İran, 4 ülkeyi yuttu" açıklamalarının bizzat Netanyahu'nun bölgedeki "İran'ın büyük etkisini itiraf" anlamına geldiğini belirten Yunusi, "Irak şu an sadece medeniyet etkimiz altında olan bir ülke değil. Kimlik, kültür merkezimiz ve başkentimizdir. Bu, dün olduğu gibi bugün de böyledir. Çünkü İran-Irak coğrafyası ve kültürünün birbirinden ayrılması mümkün değil. Biz ya birbirimizle savaşmalı veya bir olmalıyız" şeklinde konuşmuştur.

Ali Yunusi'nin sözlerinde birçok mühim unsur var. Bunlardan birisi Bağdat'ın başkentleri olması ikincisi de Basra Körfezi'nin Pers Körfezi yani gölü olmasıdır. Bu doğrudan Pers hâkimiyetine gönderme olduğu kadar aynı zamanda imparatorluk özlemini de yansıtmaktadır. Hem yeni Osmanlıcılık akımını veya iddiasını tekfircilik ve İsrail tehlikesiyle eşitliyor hem de katıksız Pers milliyetçiliği yapıyor. Hâlbuki bölgenin ortak böleni Pers milliyetçiliği veya Sasanilik değil Osmanlılıktır. Sasani Devleti sadece 400 yıl hüküm sürmüştür. Halbuki Selçuklularla birlikte Türkler İran'ı bin yıl boyunca yönetmişlerdir. Sasani Devleti tarihte sadece bir parantezdir İran zorlamalarla bu parantezi yeniden diriltmeye çalışmaktadır. Aynen ters dalga olarak takdim ettikleri anakronik İsrail gibi.

Bu durumda İran'ın doğrudan hedefi haline gelen Körfez ülkelerinin tepkileri pek mi haksız? Nikki Haley'nin dediği gibi İran'ın aynaya bakmaya ihtiyacı var.

AHVAZ'DA GEÇİT TÖRENİNDE PATLAMA

27 Aralık 2017 tarihinden beri kıpır kıpır olan İran'da takvimler 22 Eylül 2018 gününü gösterirken geçmişte Arabistan olarak anılan Huzistan'ın başkenti Ahvaz'da askeri geçit töreninde 12 veya daha çok sayıda asker olmak üzere 25 (29) kişi hayatını kaybetmiş ve 70 kişi de yaralanmıştır. Ahvaz olayı İran olaylarında nitelikli bir tırmanış olarak da okunabilir. Bölgenin isminden başlayarak esasında her şey tartışmalı. Bu tartışmalarında başında bu kutlamanın mahiyeti geliyor! Geçit töreni İran-Irak savaşının başını mı yoksa sonunu mu baz, esas almıştı? Bizdeki gazete ve televizyon kanalları genellikle geçit töreninin savaşın sonunu esas aldığını ileri sürüyorlar. Hâlbuki savaşın sonu belirsiz bitmişti daha doğrusu Amerikan iradesiyle savaş taraflar açısından na galip na mağlup bir biçimde sona ermişti. Humeyni'nin amacı ise Saddam'ı devirmek suretiyle kutsal dini eşiklere ulaşmak ve ötesinde belki de Kudüs'e kadar uzanmaktı. Lakin emelleri akim kalmıştı. Savaşın bitimine doğru ' Humeyni zafer ümidini kaybederek 'acı reçete veya şerbet içtiğini' söylemi eşliğinde savaşa son vermişti. İran Devrim Muhafızları bu sözleri mi kutluyorlar? Hâlbuki Türk basını veya televizyonlarının iddiasının tersine Reuters ve AP gibi haber ajansları kutlamaların 8 yıllık İran-İran harbinin başlangıcını esas aldığını doğruluyorlar (https://www.srnnews.com/rouhani-says-iran-ready-to-confront-u-s-after-military-parade-attack-2/ ). Bu doğru ise burada bir garabet var. Garabetin mahiyeti şu: İran 8 yıllık savaşı, dayatılan savaş ( The Imposed War) olarak takdim ediyor ve savaşı Saddam Hüseyin'in çıkardığını söylüyordu. O halde Saddam Hüseyin'in başlattığı savaş için niçin tören yapıyorlar? Bu kutlama neyin nesi? Bir başka ilginçlik de 22 Eylül'de geçit törenine yönelik anılan saldırıdan sonra Ruhani Saddam'ı tepeledikleri gibi sıranın Trump'ta olduğunu söylüyordu. İran'ın hezimetlerden zafer havası çıkarttığı malumdur, bu anlamda Çaldıran Seferini de bir zafer gibi kutlamaktadırlar. Osmanlı'nın en açık zaferlerinden birisi olmasına rağmen yaralı bilinçlerini tamir, tedavi etmek için belki de böyle bir terapi uyguluyorlar! 2003 yılında Saddam'ı deviren George Walker Bush olmuş İran'a da bu hususta yardımcı oyunculuk düşmüştü. Hatemi'nin Yardımcısı Muhammed Ali Ebtahi gibiler, ' Biz olmasaydık ABD Irak ile Afganistan'ı işgal edemezdi. Nall toplardı' diye böbürlenmişlerdi. Şimdi deviren ile devrileni sırt sırta koyarak İran'ın nihai zaferini ilan ediyorlar! Bu da İran'a özgü tarihin sonu nazariyesi olmalıdır!

Olayın bir terör olayı olup olmadığı tartışılıyor. Keza komplo olup olmadığı noktasında da taraflar birbirlerini suçluyorlar. Taraflara göre her iki taraf da açık bir komplonun içinde. Öncelikli olarak Araplar son sıralarda bir savunma doktrini geliştirme ihtiyacından bahsediyorlar. Bu doktrin şu: Arap dünyasını yangın yerine çeviren İran'a anladığı bir dilden cevap vermek gerekiyor. Yangının rüzgârını tersine çevirmek ve yangını İran içlerine doğru salmak. Ahvaz'da meydana gelen olay da kimileri tarafından bu stratejinin başlangıcı sayılmıştır. Nitekim Ebu Zabi Veliahdı Muhammed Bin Zayed'in eski danışmanı Abdulhalik Abdullah twitter hesabından ilk tepkisinde şunları söylemiştir: Askeri hedeflere saldırmak terör eylemi değildir. Çatışmayı İran'ın derinliklerine doğru yaymak ilan edilmiş bir hedeftir. Önümüzdeki dönemde bu örneklere daha fazla şahit olacaksınız. Burada Abdülhalık Abdullah iki şey söylüyor. Eylemler askeri hedeflere yöneliktir, bu nedenle de terör kapsamına girmez. İkinci olarak stratejik bir adımdır ve İran'a anladığı dilden bir cevaptır ve ateşin yönünü İran'a doğru çevirmektir. Yine BAE temsilcilerinden İbtisam Ketbi de bu saldırının cesur bir adım olduğunu ve İran direnişinin güçlendiğine ve Devrim Muhafızlarının da çaptan düştüğüne, çöküşe geçtiğine işaret ettiğini ileri sürmüştür.

Bu açıklamalar İranlıları çok öfkelendirdi. Bu tepkiler özellikle de BAE üzerine yoğunlaştı ve odaklaştı. 1971 yılında İran üç adasını (Küçük ve Büyük Tamp ile Ebu Musa adaları) işgal ettiği BAE temsilcisini dışişleri bakanlığına çağırarak twitlerin hesabını sordu. Bu açıklamaları, saldırının arkasında ABD ve bölgesel lejyonerlerinin bulunduğuna kanıt teşkil ettiğini ileri sürdüler. 22 Eylül Cumartesi günü gerçekleştirilen saldırıyla alakalı olarak Hamaney finansman açısından Suudi Arabistan ile BAE'nin rolünü veya mevhum rolünü kastederek, bunların lejyoner ve işbirlikçi rejimler olduğunu ve İran düşmanlığı yaptıklarını ileri sürmüştür. Elbette İranlıların Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen'de yol açtıklarını hiç değinmeden bu saldırıya azmettirenlerin taş kalpli olduklarını ve sivil kayıpları önemsemediklerini savunmuştur. ABD'den talimat alan bu işbirlikçi rejimlerin komplo işlemeye devam ettiklerini de söylemiştir. Karşılıklı terör iddialarında olduğu gibi komplo meselesinde de birbirini nakzeden iddialar yer almaktadır.

Saldırıyı üstlenenlere baktığımızda karşımıza iki örgüt çıkmaktadır. Bunlardan birisi bizatihi olmayan istihbarat örgütlerinin maske olarak kullandıkları IŞİD örgütüdür. Ebu Nidal gibi hayali veya kiralık örgüttür. Olayın akabinde birisi Farsça ikisi de Arapça konuşan üç kişinin ses kaseti yayınlanmıştır. Bu kasetin sıhhatine ne kadar güvenilir bilinmez. Zira IŞİD namına yayın yapan A'mak Ajansının yayınladığı sesli ve görüntülü kasette üç kişi görülmekte ve bunların olay mahalline intikal ettikleri ileri sürülmektedir. Lakin İran makamları eylemcilerin en az dört kişi olduklarını haber vermektedir. Burada IŞİD ile İran makamlarının azıklamaları arasında açıklar bulunmaktadır.

İkincisi, IŞİD hesabını kullanarak bu işi başka ülkeler tezgâhlamış olabileceği gibi İran da yaklaşık bir yıldan beri devam eden olayların önünü kesmek ve yeni filizlenen devrimi söndürebilmek için IŞİD meselesini kullanabilir. Nitekim IŞİD meselesini yerel, bölgesel güçler olarak Irak'ta ve Suriye'de en fazla İran ile onun uydusu görünümündeki rejimler kullanmıştır. Elbette burada küresel güçler olarak Rusya ile ABD'nin de payı unutulmamalı. Suriye halk ayaklanması IŞİD üzerinden söndürülmeye çalışılmış ve bu meyanda büyük bir mesafe de kat edilmiştir. Dolayısıyla IŞİD'in devreye girmesi İran üzerindeki kuşkuları dağıtmaz belki yoğunlaştırır. Zira İran'ın Kaide mensuplarına yardım ve yataklıkta bulunduğu genel bir kanaattir. Onları ABD'ye ABD'yi de onlara karşı kullanmıştır. Yeni İran devriminin merkez üssü Huzistan'dır. Bu bölgede devrim hareketi yeni bir niteliğe bürünebilir ya da yanlış mecralara sokularak söndürülebilir de.

Ahvaz yeni bir milatla karşı karşıya. Ahvaz tarih boyunca da fatihlerin İran kapısı olmuştur.

Saldırıyla alakalı olarak ortalıkta dolaşan ikinci isim ise Ahvaz Milli Direnişi ( Ahvaz National Resistance) hareketidir. İran rejim yanlıları zanlı ve sorumlu taraflar açısından yuvarlak konuşmuşlar lakin Devrim Muhafızları sözcüleri ayrılıkçı Arap direniş odaklarına işaret etmiştir. Nitekim İran resmi kanalları tekfirci gruplara işaret ederken İran Devrim Muhafızları Sözcüsü General Ramazan Şerif saldırganların Ahvaziye Hareketine bağlı olduklarını ifade etmiştir. Bu hareketin Suudi Arabistan gibi ülkelerden beslendiğini savunmuştur.

Londra'da bir yayına katılan örgüt sözcüsü önce anılan saldırıyı kabullenmiş ve üstlenmiş ardından da örgüt adına bunu yalanlayan yeni bir açıklama yapılmıştır. Bu çelişkiler zihinleri bulandırmıştır. El-Ahvaziye Örgütü, Huzistan'ın merkezi Ahvaz kentinde 22 Eylül cumartesi günü gerçekleşen silahlı saldırıyla ilgili suçlamaları reddederek olaydan İran Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Güçlerini sorumlu tuttu. Örgüte ait resmi internet sitesi "alahwaz"da Genel Sekreter Salah Ebu Şerif imzasıyla yapılan yazılı açıklamada, Ahvaz'daki saldırının İran Devrim Muhafızları'na bağlı "Kudüs Güçleri" tarafından düzenlendiği iddia edildi. İran askerlerine yönelik saldırının bölge ve dünya çapında "İran rejiminin çıkarlarını korumak" amacıyla düzenlendiği öne sürülen açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

"Bu girişimle İran rejimi, dünyada mazlum konumuna gelmek ve uluslararası sorumluluklarından kurtulmayı amaçlamaktadır. Hiç şüphesiz İran rejiminin cinayetleri tüm dünya için apaçık ortadadır, gizlenemez. Her türlü şiddet suçlamasını reddediyor, Kudüs Güçleri'nin Ahvaz'daki saldırısını kınıyoruz." Kısaca bu saldırıdan dolayı Kudüs Güçlerinin görünür-görünmez komutanı Kasım Süleymani'yi suçluyorlar. Peki! İran bu gibi durumlarda önleyici darbe olarak örtülü operasyon yapabilir mi? 2006 yılında Samarra'da Markadeyn'e yapılan saldırı ile 2014 yılında IŞİD'in Musul'a girmesi bu tarz İran'ın da rolü olduğu örtülü operasyonlara örnektir. Bunun amacı 8/10 milyonluk bir nüfusu sahip olan ve başkaldıran Ahvaz bölgesinde erken doğuma sevk etmek olabilir.

Perslerin bir kısmı da İran'daki dini rejimden memnun değiller. Bununla birlikte son sıralarda Pers nüfuzuna dayalı olması nedeniyle rejim dini olmayan kesimlerden de destek alıyor. İranlı ulusalcılar dini karakterli olan rejimin arkasında kenetlenmiş bulunuyorlar. Hatta Arap ulusalcıları ile Türk ulusalcılar da İran rejimine destek veriyorlar. Ortak bölen olarak menfilik veya olumsuzluk hepsini birleştiriyor olmalı. Bu açıdan İran uzmanlarından Abdullah Fehd Nefisi gibiler Pers unsurunun dışındaki kenardaki milletleri de İran rejimine karşı seferber etmeden, mobilize etmeden İran'da rejimle mücadeleden galip çıkılmasının mümkün olmadığını öngörmektedir. Ahvazlı Rejim muhaliflerinden Kerim Abdiyan Beni Said Pers Baharının Arap Baharına benzediğini lidersiz ve kendiliğinden olduğunu ifade etmektedir. Arap Baharı sandıklardan galip çıkmaya başladığında IŞİD yeraltına çekilmiş ve etkisini kaybetmişti. 2013 yılından itibaren darbeler sürecinde halk yeraltına çekilirken IŞİD yükselişe geçmiş ve rejimler bu hayali örgüt vasıtasıyla kendilerini konsolide etmişlerdi. Suriye'de sapmanın başlangıcı, rejimin öngördüğü şekilde ve tercihi ettiği gibi IŞİD gibi örgütlere ihale edilen veya onlar vasıtasıyla da hayata geçirilen devrimleri militarize süreci olmuştur. Arap Baharından ders çıkaran İran pekâlâ burada da IŞİD üzerinden barışçıl halk hareketini militarist bir harekete çevirerek akim bırakmak isteyebilir. İlk işaretler bu senaryoyu doğrular nitelikte bulunuyor. İran rejimi halka yönelik dış desteği kesebilmek için tehdit dilini kullanıyor. İslam'ın ilk zuhurunda olduğu gibi içeriye ve dışarıya karşı Sasani dilini yani üst perdeden buyurgan bir dil kullanıyor. Sürekli olarak suçluyor. Bütün kabahati başkalarına yıkıyor, atıyor. Hâlbuki denildiği gibi ne terör ne de komplo tek taraflıdır. İran komploya maruz kaldığı kadar komplo dolapları da çevirmektedir. Bir de tutarsız bir dil kullanılmaktadır. Hem Ruhani ABD'nin zorbalığından bahsetmekte hem de İran'da karışıklık çıkarma çabalarını fantastik olarak nitelendirmektedir. Bu kadar güçlüyseniz niye korkuyorsunuz? Böylece kendi inandırıcılıklarını kendileri darbe vurmuş oluyorlar.

İran Hollanda, Danimarka, İngiltere ile birlikte BAE ve Suudi Arabistan'a teki gösterdi. Nedeni ilgili örgütlere yardım ve yataklık yapmaları. Gerçekten de İsrailli gazeteci Yossi Melman Ahvaz direniş güçlerinin merkezlerinden birisinin Danimarka olduğunu ve hariçte göçmenler arasında odaklanan muhalif unsurlara karşı İran'ın suikast timlerini harekete geçirdiğini ileri sürmektedir. Ahvaz Direniş Hareketi gibi hareketler diaspora Arapları tarafından yönlendirilmektedir. İsrailli gazeteci, Ahvaz Kurtuluş Hareketinin şu anki liderinin Danimarka'da ikamet ettiğini ama önceki liderlerinin Hollanda'da İran suikast timlerince öldürüldüğü bilgisini paylaşıyor. Ahvazlılar gibi Belücileri temsil eden Cündullah gibi örgütler de Pers hâkimiyetinden kurtulmayı tasarlıyorlar.

İran sürekli olarak Sasani dilini kullanarak yıkıcı karşılıktan bahsetmektedir. Bu meyanda Tahran Belediye Başkanı Muhsin Rafsancani de konuya bigane kalamamış ve öne çıkmak için BAE'nin askeri karargahlarının hedefleri arasında olduğunu yerle bir edeceklerini söylemiştir. İran Düzeninin Maslahatını Teşhis Kurumu Genel Sekreteri General Muhsin Rızai BAE yetkililerini Saddam ve IŞİD'den de daha beter cezalandıracaklarını söylemiş ve Abdulhalik Abdullah'ı bizzat tehdit etmiştir: Ebu Zabi Veliahdının Danışmanı Abdulhamik Abdullah'ı ahmağın ve ajanın ta kendisi ilan etmiştir. Bu tehditler karşısında kendisine ayar veren ve alttan alan BAE yönetimi adına Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş İran'ın suçlamalarının temelsiz olduğunu ve BAE'nin terör ve terör eylemlerini desteklemekten daima kaçındığını söylemiştir.

İKİNCİ GEÇİT TÖRENİ HADİSESİ

Bilindiği gibi 10 Ramazan veya 6 Ekim 1973 Savaşı'nda Mısır İsrail'e karşı üstünlük sağlamıştı. Mısır bunu October/Ekim zaferi Suriye ise Tişrin zaferi olarak kutlar. Böyle geçit törenlerinden birisinde ordu içeresinde Tanzim el Cihad adıyla örgütlenen Halit Şevki İstanbulli ve arkadaşları geçit töreninde Sedat'ı infaz veya öldürme kararı alırlar. Onun ötesinde Mısır'ın genelinde de sivil isyan çıkartılacaktır. Bununla birlikte planın birinci kısmı sektirmeden işler ve bombalarla ve otomatik silahlarla geçit törenini basan Halit Şevki İstanbulli ve arkadaşları geçit törenini izleme platformunu ateş ve kurşun yağmuruna tutarlar. Bombalar etrafta uçuşur ve sonuçta Enver Sedat olay mahallinde can verir. Zaferin sekizinci yılında Enver Sedat kendi zaferini kutlarken öldürülür. Bilindiği gibi 1979 yılında Enver Sedat ABD'den kovulan İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'ye kapılarını açar ve bağrına basar. Belki de bu olayı unutmayan İran devrimcileri Sedat'ın öldürülmesinden sonra Halit Şevki İstanbulli'nin adını Tahran'da bir caddeye verirler. Onun ötesinde kardeşi Muhammed Şevki'ye sahip çıkarlar ve ağırlarlar.

Tarih bu noktada da tekerrür etmiş ve 38 yıl sonra İran rejimi İran-Irak savaşının başlangıcını kutlarken Sedat'ın akıbetine uğrar ve onlarca askerini saldırıya kurban verir. İsrailli gazeteci Yossi Melman da en azından teknik düzeyde bu benzerliği onaylar. Bununla birlikte Suriyeli askeri uzman General Ahmet Rahhal'ın da temas ettiği gibi Halit Şevki İstanbulli ve arkadaşları ordunun içindendir ve hazırlıklarını buna göre yapmışlar ve başarmışlardır. Ahvaz'daki saldırı ise buna göre meçhul görünmektedir. Üzerlerinde iken eylemi gerçekleştirdikleri askeri üniformaları veya Gönüllülere (Besiç) ait elbiselerinereden ve nasıl temin etmişlerdir? Ayrıca geçit töreninden önceki zafiyetleri nasıl tespit etmişler veya sıkı güvenlik koridorunu nasıl aşmışlardır? Bunlar cevaplanması gereken sorular. Bununla birlikte Ahvaz darbesi Devrim Muhafızlarının itibar ve heybetine indirilen en büyük darbelerden birisidir. Sayılarının 125 bine ulaştığı varsayılan güçlü Devrim Muhafızları sahada kaybettiği bu üstünlüğü söylem bazında tekrar kazanmaya çalışıyor. Siyasi mülahazalarla bu kadar bedeli göze alabilirler mi? Bununla birlikte 2017 yazında eş zamanlı olarak Humeyni'nin mezarı ile birlikte İran Parlamentosuna bir saldırı düzenlenmiş ve failleri olduğu gerekçesiyle 8 kişi bu olayla irtibatlı olarak idam edilmiştir.

İran ile ilişkileri normalleştirmenin önündeki engel olarak gördüğü Halit Şevki İstanbulli isminin Tahran caddelerinden kaldırılmasında direten Hüsnü Mübarek'in Ahvaz geçit törenindeki olayı nasıl değerlendirdiği, okuduğu merak konusudur. Ayrıca Sedat'ın askeri geçit töreni sırasında öldürüldüğü anda Hüsnü Mübarek de yanı başında bulunuyordu. Olaydan hafif sıyrıklarla kurtulmuştu. Kimileri de o günden beri Platform Saldırısını Mübarek'in komplosuna bağlıyordu. Tarih bu tür ibretler ve cilvelerle doludur.

AHVAZ İRAN'IN GEÇMİŞİNİ BELİRLEDİĞİ GİBİ GELECEĞİNİ DE BELİRYLEYECEK

Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölge el değiştirir ve İngilizler petrol bölgelerini istila ederler. Bu bölgelerden birisi de vaktiyle Arabistan olarak anılan Huzistan bölgesidir. İngilizler bölge hâkimi olan Şii mezhebinden Huza'l Kabi ve oğlu Abdulkerim'i alaşağı ederler. 1925 yılında İran'da yeni rejim kurulurken İngilizler petrol imtiyazı karşılığında olmalı bölgeyi içindekilerle birlikte Şah Rıza'ya tevdi ederler. Peşkeş çekerler. Şimdi yaklaşık olarak Huzistan veya eski adıyla Arabistan bölgesi İran'ın en zengin petrol yataklarına sahip olduğu gibi Arap olan nüfusu da 8/10 milyonu bulmaktadır. Pers ayrımcılığından dolayı Şii olan nüfusu da hızlı bir şekilde Sünniliğe kaymakta ve bu yönde İran rejimi için alarm zilleri çalmaktadır. İran rejimine Pers milliyetçiliğinden dolayı tepki gösteren yöre halkının yüzde 40'i Şiilikten Sünniliğe geçmiş bulunuyor ( https://www.alquds.co.uk/?p=1020752 )

AHVAZ İRAN'IN DOĞU TÜRKİSTAN'I!

Yüz ölçüm olarak eski ismiyle Arabistan yeni ismiyle Huzistan bölgesi Suudi Arabistan haricinde kalan Körfez ülkelerinin yüz ölçümüne denk düşmektedir. Nüfus olarak da 8/10 milyonu bulmaktadır. Petrol ve yeraltı kaynakları açısından Çin açısından Doğu Türkistan ne ise Huzistan da İran için o'dur belki fazlasıdır. İran bu özelliklerinden ve Arap unsurunun ağırlığından dolayı buranın demografik yapısını değiştirmek, bünyesiyle oynamak istemiştir. Çinlilerin Doğu Türkistan'a Uygurların haricinde Çin asıllı Hanları getirmesi, yerleştirmesi ve iskân etmesi gibi İran da bölgeye Pers ağırlıklı 4 milyon göçmen sevk etmiştir. Buna rağmen Araplar arasındaki nüfus artış hızı nedeniyle planları tutmamıştır bunun yerine Arap kültürünü söndürmeye yeltenmiştir. Arabistan veya Huzistan halkının Arapça ile bağlarını zayıflatmaya Farsça ile bağlarını artırmaya çalışmıştır. Bu da geniş çaplı reaksiyonlara neden olmuştur. Bir diğer özellik de Arabistan/Huzistan'ın mahrumiyet bölgesi olmasıdır. Lübnan'da 'Kayıp İmam' Musa Sadr bir zamanlar bu ülkede mahrumiyet çeken Şiiler için mahrumiyet hareketi kurmuştu. Yeraltı kaynaklarının ve petrolün bolluğuna mukabil bölgenin mahrumiyet alanı olması yerel halkın öfkesini kışkırtan nedenler arasındadır. Tepkileri Basra halkının son zamanlardaki Bağdat hükümetine tepkilerini andırmaktadır. Basra en mebzul petrol bölgesi olmasına rağmen altyapı hizmetlerinin yetersiz olması ve su ve elektrik hizmetlerinin sağlanması noktasında merkezi hükümetin başarısızlığı bu zengin bölgenin fakir sakinlerini galeyana getirmiştir. Basra halkı Reşid Rıza'nın Menar adlı dergisinde tafsilatla dile getirdiği gibi Sünni iken Şiiliğe geçmiştir. Basra çoğunluğu Sünni asıllı olmasına rağmen 19'uncu yüzyıldan itibaren yürütülen Şii misyonerlik faaliyetleri sonucu Şiileşmiş ve ahalinin çoğu Şii haline gelmiştir. Buna mukabil İran Devrimine kadar Şii ağırlıklı olan Huzistan/Arabistan halkı ise maruz kaldığı ayrımcılık örnekleri nedeniyle tepki olarak Sünniliği seçmektedir. Sadık Ziba Kelam gibi İranlı aydınlar ve siyasetçiler de İran'ın, derinlerde yatan ve sistematik olarak izlediği Arap ve Sünni karşıtı politikaların toplumsal kaynama, patlamalara neden olabileceği uyarısında bulunmuşlardı. Sünniler dini nedenlerden dolayı siyasi haklardan mahrum bulunurken Araplar da Arap olmaları nedeniyle negatif ayrımcılığa tabi tutuluyorlar. Bu da Huzistan'ın başkenti Ahvaz'ı, yeni mayalanan devrimin merkez üssü haline getirmiştir.

Saddam Hüseyin'in başaramadığını İranlı yetkililer kötü idare tarzıyla başarmak yani Arabistan'ı kendilerine yabancılaştırmak üzereler. Bilindiği gibi Saddam Hüseyin Arabistan'ı kurtarmak gerekçesiyle İran'la 8 yıl süren bir savaşa tutuşmuştu. Saddam Arabistan'ı kurtaramasa bile şimdi yöre halkı ya bağımsız olmak ya da Irak'a bağlanmak istiyor! Saddam bu durumda mezarında zafer kazanmış olmalıdır.

Bu olay da gösteriyor ki İran yolların ayrılış noktasına gelip çatmıştır. Yeni bir yol çatında. Yeni devrimin ayak sesleri, kıpırdamaları eski devrimin pabucunu dama atacak gibi görünüyor. Ülke olarak hep birlikte geleceklerine karar verecekler. Kandırmaca ile bir yere kadar vakit kazanabilirler, uzatmaları oynarlar ama durumu kurtaramazlar.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Mustafa Özcan

Mustafa Özcan Diğer Yazıları