Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Haziran 18, 2021
Osmanlı Vakıf Medeniyeti”dir, Kudüs’ü, “Darü’s-Selâm” Kılan…

Daha dün, yeni bir kaos oluşturacak provokasyonlara sahne oldu Kudüs şehri… Gerçek mermiler kullanan zalim ve terör devleti askerlerinin, gerçek mermilerle ateş açtığı grup içinde yaralanan çocuk yaştaki bir Filistinli genç hayatını kaybetti… İktidara gelenlerin kullandıkları olumsuz yöndeki tutum ve inisiyatiflerin,"gelenin gideni aratacağı"ndan korkulan günlerin yaşanmasından endişe ediliyor artık… Çünkü, bir zamanlar "Dârü's-Selâm" olarak anılan bu topraklar, maalesef son zamanlarda yaşanan süreçte, her bir yeni gün, yine türlü zulümlere sahne oluyor ve mukaddes mekânları bağrında taşıyan bu mübarek topraklar, adetâ "Dârü'z-Zalâm" haline döndürülüyor! Evet tâ kendisi! Dârü'z-Zalâm! Yani, her türlü maddi ve manevi mahrumiyeti yaşatmanın, baskı ve işkence çeşitlerinin, havadan ve karadan saldırıların; bombaların, füzelerin ve topların yerle bir ettiği binalardan göğe yükselen tozun dumanın feryatlar ve ağıtlarla buluşup Filistin semalarını zulüm karanlığıyla kapladığı "Mezalim Yurdu!"…

Neredeyse her yazıda tekrarlamak durumunda olduğumuz bir hususu bir kez daha yeniden ve yine yazalım. Mescid-i Aksâ, Kudsü Şerif ve Filistin toprakları, bir Müslüman için sadece belli zamanlarda periyodik olarak gündeme alınan konular olamaz! İsrail'in saldırı zamanlarında hassas davranıp sonrasında unutulmaya yüz tutan bu birbirine kenetli üç değerli konu, Müslümanın "bir süreliğine" değil, "sürekli" olarak gündeminde kalmalıdır. Bunun için önce bu üç konunun tarihine dair bilgilere sahip olmak, onları sevmek ve benimsemek, esaretten kurtuluşuna ve özgürlüğüne dair bir ideali yüreğinde taşımak gerekir. Bilgi, duygu ve ideal sahibi olmadan hedefe varılamayacağı gerçeği bu üç değerli varlığımız için de geçerlidir. İşte bu sebeple, geçtiğimiz haftalarda kaleme aldığımız yazılarımızın her birinde Mescid-i Aksâ'yı, Kudsü Şerif'i ve Filistin topraklarını tanıtmaya, onları sevmenin ve benimsemenin inancımızla var olan bağına dikkat çekmeye çalıştık. Şimdi zalimlerin ve cânilerin elleriyle gerçekleştirilen her türlü mezalimin yaşandığı bu toprakların nasıl bir barış ve esenlik yurdu olduğuna değindik en son… Onu 400 yıl, "Dârü's-Selâm" kılan ve bu vasıfla yâd ettiren anlayıştan bir nebze bahsetmeye çalıştık bir önceki yazımızda… Maksadımız şu ki, Osmanlı Devleti tarafından 1516 yılından itibaren idaresi deruhde edilen bu topraklar 1917 yılına kadar tam 400 yıl, insanların barış ve huzur içinde yaşadıkları bir beldeydi… Peki bunu şanlı ecdadımız nasıl başardı?.. Üç dinin mensuplarınca kutsal kabul edilen ve tarihte yaşamış kutlu elçilerin bir çoğunun hatıralarına sahip bu mübarek toprakların selamet ve barış yurdu haline gelmesini hangi yolla sağladı?... Bu önemli konuyu bugünkü yazımızda ele alarak yerli ve yabancı pek çok tarihçinin dikkatini çeken ve üzerine ciddi sayıda araştırma ve inceleme yazılarının kaleme alındığı bu alandaki bilgileri, geçen yazımızda bahse konu ettiğimiz İslam Tarihçisi Prof. Dr. Mefail HIZLI hocanın "Kudüs'teki Osmanlı Vakıfları" adlı çalışmasına dayanarak sizlere aktarmaya çalışacağız.

"OSMANLI VAKIF MEDENİYETİ"DİR, KUDÜS'Ü, "DÂRÜ'S-SELÂM" KILAN…

Osmanlı Devleti üzerine çalışan hemen herkesin ortak bir kanaat olarak sahip oldukları hakikat şudur: Koca devleti yüzyıllarca ayakta tutan anlayış, insanların ve insanlığın hayrına olan şeylerin sadece Allah rızası için bağışlanması anlamına gelen "vakıf" kültürüdür… Evet, Osmanlılar hem bir vakıf medeniyeti inşa etmişler hem de bunu yüzyıllarca başarıyla yürütecek dirayet ve basireti göstermişlerdir. İşte bu bağlamda diyebiliriz ki, etrafı da mübarek kılınan, kendisi de kutsal olan Mescid-i Aksâ ve Kudüs şehri, 400 yıl boyunca Osmanlıların da gönlünde ve gözünde çok müstesna bir yere sahip olmuştur. Bugün Filistin topraklarındaki yüzlerce vakıf eseri, şanlı ecdadımızın mirası olarak hala insanları mutluluğu için hizmet vermeye devam ediyor… Aşağıdaki bilgiler Prof. Dr. Mefail HIZLI'nın verdiği bilgilerden sizler için özetlediklerimizdir:

OSMANLI PADİŞAHLARININ KUDÜS'E KAZANDIRDIKLARI

Osmanlı hükümdarları, Kubbetü's-Sahre ve Mescid-i Aksâ gibi manevî değeri oldukça yüksek makamların bulunduğu Kudüs'e büyük kıymet vermişlerdir. Osmanlı padişahları tarafından Kudüs'e kazandırılan ilk vakfın, bu şehrin Osmanlı idaresine girmesinden önce II. Murad tarafından 1446'da yapıldığı dikkat çekmektedir. Bu aziz ceddimiz, şahsi servetinden Kudüs fakirlerine dağıtılmak üzere 200 altını vakfiye şartı kılmıştır.

Osmanlıların ilk şeyhulislâmı kabul edilen ve 1431 yılında vefat eden Yıldırım Bayezid dönemi âlimlerinden Molla Fenârî'ye ait Kudüs'te bir medrese ve bir mescidinin bulunduğu da arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır.

Kudüs'e 1437 yılında yaptırdığı medrese ile destekte bulunan diğer bir ismin, Emir Mahmud'un kızı olan İsfahan Şah Hatun olması, bu topraklarda kalıcı eser bırakanların sadece hükümdarlar değil, âlimler yanında servet sahibi nice hayırseverlerin de var olduğunu ortaya koymaktadır.

Kudüs'ün fethi sonrasında ve Osmanlı tarihi boyunca şehre katkı veren vakıflar konusunda en önemli isim Kanunî Sultan Süleyman olmuştur. Onun döneminde Kubbetu's-Sahre tamir edilmiş ve harap olan dış mozaik kaplamaları çinilerle değiştirilmiştir. Yine zaman içinde Sultan III. Murad, Sultan I. Abdülhamid, Sultan II. Mahmud, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid tarafından da Kubbetu's-Sahre'nin bazı tamiratları yapılmış, özellikle II. Abdülhamid, büyük masraflar ederek zemine değerli İran halıları döşetmiş, ortaya görkemli bir kristal avize astırmış ve eskimiş çinileri yeniletmiştir.

Hükümdar IV. Murad, şehrin güvenliğini sağlayabilmek için Kudüs ile el-Halil yolu üzerinde bir kale inşa ettirmiş, kışla olarak düzenlenen bu kaleye bir komutan ve 40 asker yerleştirmiştir.

Yine II. Abdülhamid döneminde Kudüs'te çeşitli imar çalışmaları arasında şehir kaldırımlarla döşenmiş, 1867'de Yafa-Kudüs ve 1870'de de Kudüs-Nablus karayolları açılmış, 1892'de ise liman kenti Yafa ile Kudüs'ü birbirine bağlayan demiryolu hizmete girmiştir. Nüfusu giderek artan ve her geçen gün büyüyen şehrin daha düzenli yönetilmesini sağlamak amacıyla yine bu dönemde; 1863 yılında Belediye teşkilâtı kurulmuştur. 1892 yılında ise Belediye Hastanesinin de hizmet vermeye başladığı şehirde ayrıca saat kuleleri ve çeşmeler/sebiller yaptırılmış, kanalizasyon sistemi, aydınlatma ve sokakların ağaçlandırılmasına özen gösterilmiştir.

Kudüs'ün eğitim ve kültür hayatı da Osmanlılar döneminde önemini korumuştur. İslâm Tarihi boyunca farklı müslüman ülkelerden gelen yüzlerce âlim, Mescid-i Aksâ'yı ziyaret etmiş ve bir kısmı Kudüs'te yaşamayı tercih ederek şehrin ilmî hayatına katkıda bulunmuştur. Osmanlı döneminde devralınan İslâmî miras korunmuş ve Kudüs, ilmî cazibe merkezi olmayı sürdürmüştür. Şehirde kurulan medreseler vakıflarla desteklenmiş, medreselerin etrafı tasavvufî hayat açısından da canlanmıştır. Mescid-i Aksâ ve Şam Kapısı civarında bulunan birçok tekke ve zâviye ile Mevleviyye, Şâzeliyye, Rifâiyye ve Ahmediyye gibi tarikatlar, şehrin dinî ve kültürel hayatına belirgin katkı sağlamıştır.

Değerli tarihçimizin verdiği her biri arşiv belgelerine dayanan bu kıymetli bilgilerden anlıyoruz ki, Osmanlıların kurduğu ve yaşattığı Vakıf Medeniyeti, Kudüs'ü ve o toprakları bir "barış ve esenlik yurdu" haline getirmiştir ve bu durum, dört asır işte bu minval üzere devam etmiştir, vesselâm…

Şanlı ecdâdımızı bir kez daha rahmetle yâd ediyor, yeniden sulh ve selametin hüküm sürdüğü günleri o mübarek topraklara nasib etmesini diliyoruz. Cuma'nın feyiz ve bereketi üzerinize olsun efendim…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN