Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Şubat 13, 2020
Peygamberimiz, başına gelen musibetlerde nasıl davranmıştı?
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Önceki yazımızda bir Müslümanın bela ve musibetler karşısındaki tavrını ve duruşunu, tutum ve davranışını, Sevgili Peygamberimizin hayatı ve yaşadıkları doğrultusunda ele alacağımızdan söz etmiş ve aktardıklarımız arasında sizlerle şu hadis-i şerifi de paylaşmıştık:

"Müslümanlar benim başıma gelen musibetlere bakarak kendi musibetleri karşısında metanetli olsunlar."

Acaba Sevgili Peygamberimize bu sözü söyletecek ne gibi musibetlerle muhatap olmuştu?.. Başına gelenler neydi?..

PEYGAMBERİMİZİN, MUHATAP OLDUĞU MUSİBETLER KARŞISINDA TAVRI…

Altmış üç yıllık hayatına baktığımızda Resul-i Ekrem Efendimizin çok farklı şekillerde tecelli eden belâ ve musibetlerle sınandığını görürüz. Babadan yetim olarak gözlerini açtığı dünyada, anneden de öksüz kaldığında sadece altı yaşlarındaydı… Dedesinin ve amcasının kanatları altında büyüyüp gençlik çağına ulaştığında da, Hz. Hatice ile kurduğu yuvasında da güzel ahlakı ve tertemiz hayatıyla dikkat çekmişti. Elinin emeğini yemek ve helal rızık kazanmak maksadıyla yürüttüğü ticari faaliyetlerinde kısa sürede dürüstlüğü ile tanındı ve isminin yanına eklenen "el-Emin" vasfıyla anılmaya başlandı. Ancak kırk yaşlarında omuzlarına yüklenen risâlet göreviyle sınavlar başka boyutlarla devam etti.

Artık sadece kendisi değil ona iman edenler de, servet ve nüfuz sahibi Mekkeli müşriklerin türlü şekilleriyle baskı, eziyet, işkence ve zulümlerine muhatap oldular. O Yüce Peygamber kendisi sabrın en büyüğünü gösterirken her defasında müminleri de sabretmeye yönlendirdi ve bunun karşılığını mutlaka Allah'ın vereceğini ifade etti…

Evliliğinin ilk yıllarında gönül meyveleri, ismiyle künyelendiği Kasım isimli evladını küçük yaşta kaybeden Peygamberimiz (sav) ikinci kez aynı acıyı Medine'de İbrahim isimli oğluyla yaşadı. Henüz on sekiz aylık süt emen bir bebek iken gözlerini fani hayata yuman küçük İbrahim'in vefatı anında yaşadıkları bir baba ve mümin olarak bize sabrı da tavrı da öğretiyordu âdetâ… Küçücük beden toprağa verilirken gözyaşları yanaklarından süzülen Son Nebi, ağlayışının sebebini şu sözlerle ifade etmek durumunda kalıyordu çevresindekilere… "Ben de bir babayım. Bu ağlayışım şefkat ve merhamettendir. Gözümüz ağlar, kalbimiz mahzun olur. Ama asla dilimizden Rabbimize isyan olacak sözler çıkmaz… Âh İbrahim!.. Senden ayrıldığımız için ne kadar mahzunuz!.."

Küçük oğullarını henüz bebeklik çağlarında ahiret yurduna uğurlamakla evlat acısıyla imtihan edilmişti Yüce Resul… Ancak bu konudaki sınavı bitmemiş ve kızları Hz. Zeynep, Hz. Ümmü Gülsüm ve Hz. Rukiyye birer birer göçmüşlerdi fani dünyadan… Onların cenaze merasimlerinde kabirleri başında gözyaşları sessizce yanaklarından süzülüp mübarek sakalını ıslatırken mübarek dili her defasında "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn" ikrarını tekrarlamaktaydı… Çünkü Âlemlerin Rabbi, "And olsun ki, sizi bu dünya hayatında mutlaka belâ ve musibetlerle sınayacağız…" buyurduğu ilahî fermanında, (Bkz. Bakara, 155-156) "sabredenleri müjdele" diyerek böylesi musibetlerde kaybeden değil, kazananların ancak "sabredenler" olduğunu ifade buyurmaktaydı. O sabredenlerin özelliklerini ise "Her şeyimizle Allah içiniz. Elbette dönüşümüz de O'na olacak..." ayetiyle öğretmekteydi müminlere… Zira bu ayet, "Veren de O'dur, alan da…" demenin bir diğer şekliydi aynı zamanda…

Medine hayatı "Asr-ı Saâdet"ti… Zira Allah Teâlâ'nın en çok sevdiği Habibullah, müminlerin arasında ve onlarla beraberdi… Ne büyük nimet ve devlet! Ne yüce şeref ve saâdet!.. Ancak sınavlar bitmemişti… "Kendi öz evlatlarını tanıdıkları kadar yakından tanıdıkları" özelliklerin sahibi Hz. Peygambere hasetleri büyüktü Yahudilerin… Çünkü bekledikleri peygamber İsrailoğullarından gelmemiş, Allah bu şerefi Hz. Muhammed'e lutfetmişti. Bunun için çekememezlik duyguları Yüce Resulü zehirlemek suretiyle ortadan kaldırma teşebbüsüne kadar gitmişti. Yahudiler cephesinden gelen böylesi suikastlere maruz kalan da yine Sevgili Peygamberimizdi…

Medine döneminde, münafıkların da türlü türlü oyun ve tertiplerle Müslümanların arasına fitne ve fesat tohumları ekme çabaları gün gelip de Peygamberimizin muhterem eşi Hz. Âişe'ye iftira atma boyutuna ulaştı ama hiç son bulmadı. Bu hadisede de Sevgili Peygamberimiz ve ailesi hüzün ve keder dolu günler yaşadılar, tâ ki Allah Teâlâ'nın masumları ve müfterileri ilahî beyan ile birbirinden net bir şekilde ayırt ederek açıklayıncaya kadar…

Görüldüğü üzere altmış üç yıllık hayatı çileler, sıkıntılar ve musibetlerden örülü ağır sınavlar altında geçen Son Nebi, bütün bunlara rağmen başına gelen her şeyin Rabbinden geldiği şuuruyla rıza ve sabırla davranmış ve ashabının şahsında sonradan gelen ümmetlerine de bu konuda en manidar örneği teşkil etmiştir. Belâ ve musibetlere sabır konusunda ümmetine muhtelif zamanlarda tavsiye ve telkinlerde bulunan Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin her şeyden önce kendisinin bizzat söylediklerini yaşayan ve tatbik eden bir hayatın sahibi olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Yazımızın sonunda zikredeceğimiz şu müjdeli hadis-i şerif, bu dünya hayatında çekilen sıkıntıların asla karşılıksız kalmayacağını çok veciz bir şekilde ifade etmektedir. Peygamberimize eş olma şerefine nâil olan Hz. Aişe (ra) anlatıyor: Resûlullah (sav) bir gün şöyle buyurdu: "Müminin başına gelen her bir musibet onun için günahlarının bağışlanmasına bir vesiledir. Hatta ayağına batan bir dikenden dolayı bile olsa bu böyledir."

Belâ ve musibetler bakış açımızın ne olması gerektiği hususunda bir ipucu niteliğindeki bu müjde ile sözlerimize son vererek bu hususta Peygamberimizin diğer tavsiyelerini ele alacağımız bir sonraki yazımızda buluşmak üzere sağlık ve esenlikler dileğiyle…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN