Ahlâkî sarsıntılar ve yıkıcı depremler…
(Deprem Üzerine Düşünceler-1)
24 Ocak 2020 Cuma akşamı saat 20.55'te merkez üssü olarak Elazığ'ın Sivrice ilçesinde meydana gelen, başta Elazığ ve Malatya olmak üzere birçok şehri, ilçe ve köyleri etkileyen; hatta Gürcistan, Ermenistan, Suriye ve Irak gibi ülkelerde bile hissedilen 6,8 büyüklüğündeki deprem, 26 Ocak Pazar günü itibariyle 39 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine; 1550 kişinin de yaralanmasına sebep oldu.
Öncelikle, sahih kaynaklarda yer alan ve "Yıkıntı (enkaz) altında kalarak hayatını kaybedenlerin de "şehitlik" mertebesine kavuşacağını" bildiren hadis-i şerifler, (Nesâî, Cihad, 48; İbn Mâce, Cihad, 17) Sevgili Peygamberimizin dilinden, yıkıntılar altında kalıp can verenlerin de şehid olduklarını ifade etmektedir. Biz de depremde yitirdiğimiz bütün vatan evlatlarını, huzuruna birer "şehid" olarak kabul buyurmasını, onlara eşsiz rahmeti ve sonsuz merhametiyle muamele etmesini Allah Teâlâ'dan niyaz eder, yakınlarına sabır ve metanet, yaralılara ise acil şifalar dileriz.
Şurası bir hakikattir ki, 1999 yılında meydana gelen depremde iktidarda bulunanların çaresizliği ve yetersizliğine karşın son yıllarda yaşanan depremlerde devletin en kısa sürede afet bölgesine intikali, gereken tedbirleri almasındaki çabukluğu, enkaz kaldırma çalışmalarındaki hızlı intikal ve başarısı takdire şayan durumdadır… En son Elazığ Depremi'nde de başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, ilgili bakanlar ve Diyanet İşleri Başkanı'nın afet bölgesindeki varlığı, âfetzede vatandaşlar için maddi-manevi destek ve önemi inkar edilemeyecek bir moral kaynağı oldu… Ancak bu gerçeklere dair tek bir cümle etmeden, depremin yaşandığı saatlerden itibaren ilgisiz ve alâkasız konuları gündeme getirerek insanları tahrik eden provokatörler de eksik olmadı!.. Halbuki daha birkaç saat önce, içinde yaşadıkları evlerinin 40 saniye süren sarsıntılarla harabeye döndüğü, demir-beton yığınlarının altında can pazarının yaşandığı, yavrusuna sarılıp Ahiret yurduna uçan annelerin; eşine ve çocuğuna bedenini siper edip can veren babaların ve yakınlarını kaybedenlerin nicelerinin acılarla dolu hikayelerine şahit olunan bu ortamda, insanların acılarını paylaşmak, teselli ve teskin etmek yerine deprem üzerinden hükümete laf söylemeyi yeğleyenlerin nasıl bir "vicdan yoksunluğu" ve "sorumsuzluk" içinde olduklarını anlamak zor değil!.. Bazen, "sosyal medya" denilen mecraların, insanlar arasına fitne tohumları ekmekten başka bir işe yaramadığını söyleyenlere işte bu tür örnekler sebebiyle sonuna kadar hak veriyor insan…
Bugünkü yazımızda, bize surelerinde ve ayetlerinde geçen "Zilzâl-Zelzele" kelimeleriyle "Kıyamet"i hatırlatan Kur'an-ı Kerim'in, sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde, ahlâki sarsıntıların yıkıcı depremlerle olan bağlantısını tespit etme çabasında, yine Kur'an'ın bize sunduğu rehberlikten faydalanmaya çalışacağız. Bu konuda işin odak noktasında "insan" olduğunu açık bir biçimde gördüğümüz ayetlerin, Tevbe suresi 107-110. ayetler olduğunu ifade edelim öncelikle… Ancak ayetlerin indiriliş sebebine (sebeb-i nüzulü) değinmemizin konuyu kavramak adına bir gereklilik arz ettiğini de belirtelim. Şimdi geliniz, bu ayetlerin indirilmesi öncesinde yaşanan hadiselere bakalım…
KÖTÜ NİYETLİLERİN "MESCİD" GÖRÜNÜMÜNDE KURDUKLARI FESAT YUVASI…
Medine şehri henüz Peygamberimizin hicretiyle müşerref olmadığı dönemde Yesrib olarak bilinmekteydi. Şehrin kadim sakinlerinden biri olan Hazrec kabilesinin ileri gelenlerinden Ebû Âmir, Hıristiyanlığı benimsemiş ve bilgilerini ilerletip papaz olmuştu.
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin Medine'ye göç etmesi, Ebû Âmir ve onun gibi düşünenlerin işine gelmedi. Bu yüzden o, şehre geldiği günden itibaren Peygamberimize sürekli muhalefette bulundu ve Mekkeli müşriklerle ittifak kurdu girdi. Hatta bu muhalefetini ciddi bir şekilde sürdürebilmek için adamlarıyla birlikte Mekke'ye gitti; Bedir Savaşı'nda da Müslümanlara karşı savaştı.
Bedir'de aldıkları mağlubiyete müşriklerden daha fazla üzülen Ebû Âmir, hem Uhud hem de Hendek savaşlarında hazır bulunarak Medineli destekçilerini, Peygamberimiz ve Müslümanlar aleyhine tahrik etmeye çalıştı. Bu çabaları sonuçsuz kalınca da Mekke'ye yerleşti. Ancak Mekke fethedilince bu kez Tâif'e geçti. Ne var ki, Huneyn Savaşı'nda bel bağladığı Hevâzin kabilesi de yenilgiye uğrayınca çaresiz Tâif'i terk ederek Şam'a kaçmak zorunda kaldı. Şam'a kaçarken Medine'deki münafıklara gönderdiği mesaj şöyleydi: "Olabildiğince hazırlık yapın, ben Bizans İmparatoruna gidip askeri kuvvet getireceğim. Size söz veriyorum, Muhammed'i ve arkadaşlarını Yesrib'den kovacağım!.."
Bu süreçte Ebû Âmir'in, Medine'deki münafıklarla yaptığı işbirliği çerçevesinde hazırladıkları kirli oyunlardan biri de mescid süsü verilen bir toplanma yeri inşa edilmesiydi. Evet, görüntü itibariyle inşasına çalıştıkları yer bir mescitti. Ancak gerçek niyetleri kötü olan bu gürûhun, sundukları gerekçe ise son derece masumdu… Zira onlar, Kubâ'daki mescide ve Medine'nin merkezindeki Mescid-i Nebî'ye uzak mesafelerde bulunan birtakım yaşlı kimselerin cemaate iştirakinin mümkün olamadığını, soğuk ve yağmurlu gecelerde ise diğer insanların da adı geçen mescidlere ulaşmalarındaki zorlukları öne sürmüşler ve Sâlim b. Avf kabilesinin mahallesinde bir mescid inşa etmişlerdi. Sıra Resûl-i Ekrem'in onayını almaya ve mescidlerine meşruiyet kazandırmaya gelmişti… Peygamberimize gelen bir heyet, kendisinden bu mescidi ibadete açmasını ve dua etmesini istedi. Peygamberimiz ise Tebuk Seferi'ne hazırlandığını ve bu isteklerini döndükten sonra gerçekleştirebileceğini ifade etti.
Tebuk Seferi dönüşünde münafıklar "masum" görünüşlü talepleriyle tekrar müracaatta bulundular. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, görüntü itibariyle bir mescid; ama kötü niyetle inşa edilen ve gerçekte bir "fesat-nifak" merkezi olan bu mescidde namaz kılmak ve açılışını yapmak üzere gitmeye hazırlanırken Tevbe Suresinin 107-110. âyetleri nâzil oldu. Âyetlerdeki açık ve net uyarılar üzerine Peygamberimiz oraya gitmekten vazgeçtiği gibi bu fesat yuvasını yıktırdı. Âyetteki, "zararlı faaliyetler gerçekleştirmek maksadıyla inşâ edilen mescid" anlamına gelen ifadeden dolayı konuyla ilgili eserlerde, bu yapı "Mescid-i Dırâr" olarak anılageldi...
Buraya kadar aktardıklarımız, konumuzun esasını teşkil eden ayetleri rahat bir şekilde kavrayabilmek maksadıyla ayetlerin indiriliş sebeplerine değinmek içindi… Bundan sonra hem ayetleri hem de "insan" odaklı olan bu ayetlerin bize tebliğ ettiği "iyi" ya da "kötü" niyetlerin, insanların tüm eylem ve davranışlarına nasıl da yansıdığını ele almaya çalışacağız.
Yazımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz…
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.