Arama

İsmail Güleç
Mart 6, 2021
22 Mürekkep Damlası yahut bir ömrün muhassalası
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Her ne kadar lâyık olamasam da öğrencisi olmakta iftihar ettiğim muhterem hocam İsmail Erünsal ile yapılan söyleşi, iki kapak arasına girdi. Halil Solak'ın titizlikle ve sabırla bir yılı aşkın bir sürede hazırladığı kitabı okuduktan sonra Erünsal gibi bir bilim adamını tanıdığım ve öğrencisi olduğum için iftihar ettim. Öte yandan, ona lâyık olmadığımı ve tembel öğrencisi olduğumu düşünerek utandım.

Dikkatlice ve özellikle konu ile ilgilenenleri en az iki kere okuması gerektiğini düşündüğüm kitap 22 bölümden oluşuyor. Her bir bölümü bir mürekkep damlası olarak düşünmüş hocam. Siz hocamın damla dediğine bakmayın, her biri bir derya.

Bir ömrün muhassalası

Kitap, hocamın akademik hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, yazıp çizdiklerinin ihtisârı. Bu haliyle de diğer nehir söyleşilerden biraz farklı. Bunun nedenini de kendisi sunuş yazısında açıklıyor. Hocam, kendinden bahsetmeyi sevmediğinden, sadece birini yazsam yeri göğü inleteceğim onlarca kitabını ve yüzlerce makalesini âdeta özetlemeyi tercih etmiş.

İyi bir sosyal bilimci nasıl olmalı?

Kitap, hocamın öğrencilik yılları ile başlıyor. İleride akademisyen olmayı düşünen hatta düşünmeyen tüm üniversite öğrencileri bile bu bölümü okumalı. Okumalı ve dünya çapında bilim adamının nasıl yetiştiğine adım adım şahitlik etmeli.

Nasıl iyi bir edebiyat tarihçisi olunur?

Hocamın bir özelliği, kimsenin girmeye cesaret edemediği denizlere dalması ve kendinden sonra geleceklere yeni çalışma alanları açmasıdır. Divân neşri ve tahlili çalışmalarını aşmaya çalıştığımız şu dönemde, hocam bize, tezkireler ile birkaç biyografik eser dışında bir kaynağa ulaşmadığımız için çözemediğimiz birçok tartışmalı konularda başvurabileceğimiz başka kaynaklar da olduğunu gösterdi. Arşiv kaynaklarının klasik edebiyat araştırmacıları için ne kadar önemli olduğunu, o kayıtlar sayesinde tartışmalı birçok bilginin tashih edildiğini, bilmediğimiz yeni bilgilere ulaşmamızı sağlayan çalışmalar yaptı.

Hocamın bir belgede ismini gördüğü tezkirelerde zikredilmeyen bir şairin izini nasıl sürdüğünü anlattığı bölümü okurken kendimden utandım. Şiirlerine bakılarak çizilen, hatta dinden çıkarılan Nedim portresinin yanlış olduğunu, aksine onun kemâl sahibi bir müderris ve kadı olduğunu biz yine hocamın yazdığı makalelerden öğrendik.

Osmanlı toplumunu bize tanıttı

Hocam, aynı zamanda akademik hayatı boyunca yaptığı çalışmalarla, Osmanlı toplum hayatı ve kültürüne dair şehir efsanesi olmuş yanlış bilinen birçok bilgiyi tashih etti, yeni bilgiler verdi. Yapılan işin öneminin daha iyi anlaşılması için birkaç örnek vereyim.

Mesela çok eşlilik konusu. Hocam, kadı sicilleri üzerine yaptığı araştırmalar sonucunda Osmanlı toplumunda çok eşliliğin yaygın olmadığını tespit etti. Osmanlı toplumunda çok eşli çiftlerin oranı %10 bile olmadığını onun çalışmalarından öğrendik.

Bir diğer konu câriyeler. Osmanlı toplumunda câriye Holywood filmlerinde egzotik şark sahnelerini seyredenlerin ve harem hayatına dair fantezi hayaller kuranların düşündüklerinin aksine, ev işlerinde yardımcı olmak üzere, yani hizmetli olarak istihdam edilen hanım esirler. O yüzden, eskiler bir büyüğe kendilerini ve ailelerini tanıtırken kendinden bendeniz, karısından câriyeniz, oğlundan mahdum ve kızından kerîme olarak bahsederdi. Kendinden bendeniz derken köleniz, karısından câriyeniz demekle hizmetkârınız demiş oluyordu. Erkek kölelere bende, kadın kölelere câriye denilmesinden mülhem ben ve eşim sizin köleniziz, yani hizmetinizdeyiz, denilmiş oluyordu. Tabii bu köleniz ifadesi de saygı ve iltifat ifadesi olarak mecâzen kullanılan sözlerdi. Yoksa kimse kimsenin kölesi olmuyordu.

Biz, Osmanlı toplumunda kadınları, kızların yetişmesini, kadınların çalıştığı meslekleri, kadınların ne vasiyet ettiğini, hangi kitapları okuduğunu, kadınların %10'unun kitabının olduğunu, yani okuma bildiğini, sıbyan mektebinde çocukların yılda en az bir kere pikniğe götürüldüğünü ve sıbyan mektebi hocasının bir de yardımcısı olduğunu, bazı vakıflardan sıbyan mektebindeki çocuklara para tahsis ettiğini, yetim ve öksüzlerin nasıl korunduğunu, halk için yazılmış kitapların neler olduğunu, belgelerde babası Abdullah diye geçenlerin hepsinin mühtedi çocuğu olmadığını hocamın tereke defterleri üzerine yaptığı çalışmalardan öğrendik.

Tasavvuf tarihi

Hocamın önemli katkılarda bulunduğı bir diğer alan, Osmanlı tasavvuf tarihi. Özellikle tartışmalı olan konu ve dönemlere ışık tutan çok önemli iki eser yayımladı hocam. İlki Ahmet Yaşar Ocak Hoca ile birlikte hazırladığı Menâkıb-ı Kutsiyye. Diğeri Oğlanlar Şeyhi olarak bilinen İsmail Ma'şûkî'nin Mir'atü'l-Aşk'ı. İlki kuruluş dönemi Osmanlı düşünce hayatına dair çok önemli bilgiler verirken ikincisi Melâmîlik ile ilgili temel metinlerden biri. Varlığı bilinen ancak nerede olduğu bilinmeyen bu eserin yegâne nüshasına ulaşması ise meselenin ilginç olan diğer yönü.

Akademisyenler için rehber

Hocam, önsözde de belirtiği gibi kitabını okuyan akademisyen adayları için faydalı olması düşüncesiyle yeri geldikçe tecrübelerini paylaşır. Manastır keşişi olmak yerine televizyon artistliğini seçenleri eleştiren hocamın bu konudaki görüşleri başlı başına bir yazı konusu olduğu için işaret etmekle iktifâ ediyorum.

En büyük zaaf: İdeolojik körlük

Hocam kitabında, ideolojik körlüğün kişileri nasıl akıl ve mantıktan uzaklaştırdığını örnekler vererek ayrıntılı bir şekilde açıklar. İdeolojik körlük, Osmanlı hukuk düzenini ya karikatürize edilecek kadar komik ve saçma bulur ya da dünyada adâleti sağlayacak ideal bir hukuk sistemi olarak görür. Oysa Osmanlı hukuk sistemi, eksiği ve gediği ile dönemin ihtiyaçlarını karşılamış, devrindeki diğer ülkelere göre iyi bir hukuk sistemidir. Kezâ medreseler. Ne asker kaçaklarının yığıldığı sefahat merkezi ne de dünyanın hayran kaldığı ve taklit ettiği eğitim kurumlarıdır. Dolayısıyla ideolojik körlük sarkacı bir o uca bir bu uca gidip durur ve hakikati bulmaya mâni olur. Araştırmacılar bundan sakınmalıdır.

90 bin hattatın kamış kalemleri tabut içine koyup yürümeleri aslı astarı olmayan bir diğer klişe cümle. Oysa ne o kadar hattat var ne de hattatların matbaaya bir tepkisi. Matbaanın toplumsal bir ihtiyaç olması ancak 19. asırda mümkün olacaktır. Ayrıca ilk matbaanın kurulduğu dönemde İstanbul'un nüfusu en fazla 400 bin. Her ailenin iki çocuğu olduğu kabul edilirse 200 bin yetişkin yapar. Yarısının kadın olduğu düşünüldüğünde 100 bin erkek olduğu varsayılabilir. Gayrımüslimler çıkıldığında bu sayı daha da düşecektir. Tüm erkek nüfusun hattat olamayacağına göre bu rakamın da gerçekle alâkası yoktur. Patrona Halil İsyanında matbaaya dokunulmadığını da düşünürsek durum iyice netleşir.

İdeolojik körlük Osmanlı Türkçesi tartışmalarında da yaşanır. Hocam, Osmanlıca Türkçesinin sadece alfabe konusu olmadığını, bir kültür ve medeniyeti anlamak olduğunu, meselenin alfabe meselesine indirgenmesinin bir faydası olmayacağını söyleyerek bizi gerçeklerle yüzleştirir. İddia edildiği gibi sıradan bir İngilizin de Shakespeare'i okuyup anlamadığını söyler. Konunun, liselere Osmanlı Türkçesi dersi konularak çözülemeyeceğini söyler ve ilâve eder: Geçmişi diriltmeye değil anlamaya çalışmalıyız.

Kitap, kütüphane, arşivler ve sahaflar

Hocamın özellikle kitap, kütüphane ve sahaflar üzerine yaptığı çalışmaların uzun yıllar aşılacağını pek sanmıyorum. İlk halk kütüphanesinin nerede ve ne zaman kurulduğunu, Osmanlılarda kütüphaneye ve kitaplara dair bilgileri, Osmanlı padişahlarının kitaplara olan düşkünlüğü ve kütüphanelere verdiği değeri hocamın kitaplarından öğreniyoruz.

Türkiye'de sahaflar konusunda yapılmış en kapsamlı ve özgün araştırma da hocama ait. Kitap ile ilgili ihtiyaç duyulan tüm malzeme ve araç-gereçleri de hocamın kitaplarından öğreniyoruz.

Kurum ve kişi eleştirisi

Hocamın yeri geldikçe kimi kurumları ve kişileri eleştirmekten çekinmediğini görüyoruz. Daha lisans yıllarında hocalarına itiraz etmekten ve inandığı şeyleri söylemekten çekinmeyen hocamın, yeri geldikçe yanlış bulduğu uygulamaları da dile getirmesine şaşırmıyoruz. Çok önemli ve değerli bulduğum bu eleştirileri dile getirmeliydi de.

Arşivin Cağaloğlu'ndan Kağıthane'ye taşınması mesela. Hatırladığım kadarı ile o karar alınma arifesinde tanıdım bildiğim tüm hocalar arşivin taşınmaması gerektiğini söylemişti ancak seslerini yeterince duyuramamış olacaklar ki taşınmasına mâni olamadılar.

Hocamın eleştirdiği kurumlardan biri de Türk Tarih Kurumu. Hocama göre TTK, yayınevlerinin yapamayacağı yayınları yapmalı ve tarih çalışmalarını yönlendirmeli. Böylece zaman ve emek israf edilmemeli, çalışmalar birbirini tamamladığı gibi sonuçları da ortaya çıkmalı.

Hocamın eleştirdiği bir konu da kütüphane kurmanın yeterince ciddiye alınmadığı. Bina ve kitap sayısına bakarak kurulan kütüphanelerin kütüphane olmadığını, kitaplık olduğunu, üniversite yöneticilerinin kütüphanenin öneminin yeterince farkında olmadığını, geleceğin kütüphanelerini kavrayamadıklarını ve hazırlık yapmadıklarından dolayı eleştirir.

Hocam, meşrebi gereği, hayatı boyunca kişileri isim vererek eleştirmekten sakınmıştır. Hatta gördüğü yanlışları yazarına özel mesajla iletme yolunu tercihe eder çoğu kez. Makalelerinde gerekirse de yazarını üzmeyecek şekilde ifade etmeye, incitmemeye gayret eder. Hocam iki defa bu ilkesini ihlâl eder. İlki Mertol Tulum'un yaptığı eleştiriye verdiği cevapla. Diğeri de Celal Şengör'ün II. Beyazıt, Fatih ve Osmanlılara dair ileri sürdüğü yanlış bilgiye dayalı düşüncelere verdiği cevaplarla. Mertol Tulum'a cevap vermesinin nedeni, bir bilim adamının izzet-i nefsine dokunacak şekilde hakaret ederek eleştirmesinden dolayıdır. Celal Şengör'e ise hakikatin yanı sıra hamiyet-i diniye ve milliye sahibi olduğu için ve cevap vermesi gerekenler cevap vermediğinden dolayı cevap verir.

Celal Şengör'ün, Osmanlıların matematik bilmediğine, üçgenin iç açılarının toplamının kaç olduğunu bilmediğine dair iddiasının yanlış olduğunu, Batılı seyyah ve elçilerin eserlerinden örnekler vererek gösterir. Osmanlıların, Batı'da iki günde on tabaka kâğıt üzerinde yapılan hesaplamaları iki tabaka üzerinde iki saatte yaptığını, milyarlarca akçelik bütçeyi kuruşu kuruşuna hesap ettiklerinden nasıl övgüyle bahsettiklerini anlatarak cevap verir. Ekmelettin İhsanoğlu'nun yayımladığı Osmanlı Bilim Literatürü isimli eserleri de hatırlatır.

Celal Şengör'ün ikinci iddiası daha vahim olan Fatih'in din değiştirmiş olduğu ve oğlu Beyazıt'ın babasından dinini değiştirmiş gibi bahsetmesidir. Ayrıca Fetret Dönemi'nde, kısa bir süre tahta oturan bazı kaynaklarda I. Süleyman olarak geçen bir padişah olduğunu bilmediğinden Kanuni'den II. Süleyman diye bahseden araştırmacıları eleştirmesi, Râşid tarihinde yazılanları anlamadan saray kütüphanesinin harabeye döndüğü iddiasının doğru olmadığını, kitaba düşkünlüğü ile bilinen III. Murad'ın paraya ihtiyacı olduğundan kitapların ciltlerini söktürüp darphaneye gönderdiğini, Fatih'in ilgi duyduğu kitaplar ile kütüphanesindeki kitapların ayrı olduğunu bilmediğini, kısaca Şengör'ün Osmanlıyı küçük görme hastalığından dolayı yaptığı galiz ve bariz hataları örneklerle gösterir ve doğrularını kaynaklarıyla gözler önüne serer.

Adı damla, kendisi deryâ olan kitaptan birkaç damla aktardım. Kana kana okumak isteyenleri kitap bekliyor. Ayrıca tebrik etmemiz gereken biri daha var. Böyle bir bilgi ve hikmet deryâsının hazırlanmasında katkısı olan Halil Solak'a da teşekkür borçluyuz.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN