İyiliğin inanmakla ilişkisi
Önceki bölümlerde Kur'an'da iyilik kavramının sandığımızdan daha geniş bir alanı kapsadığından bahsetmiştik.
Bildiğiniz üzere bu gerçeğin detaylarıyla dile getirildiği Bakara Suresi 177. ayette, Rabbimiz önce iyiliğin ne olmadığını açıklayarak bizi iyiliğe dair yanlış algılarımızdan kurtarıyor. Ayet, kerem sahibi olmanın görünüşte birtakım hareketleri yerine getirmekten ibaret sayılmayacağını, kıble gibi mühim bir örnekle vurgulayarak zihinlerimizde bir şaşkınlık yaratıyor. O halde iyi bir insan olmak nedir, sorusunu sorduruyor. Hemen arkasından açıklama geliyor: "İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah'a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir."
Dikkat ettiyseniz ayette "iyilik şunlara inanmak, şunları da yapmaktır," denmiyor da "iyilik şunlara inanan ve şunları da yapan kişinin tavır ve davranışlarıdır" denerek bu mertebeye ermenin ancak davranışlar yoluyla gerçekleşeceği vurgulanmış oluyor. Buradan anladığımıza göre iyilik soyut tanım ve temennilerden ibaret olmayıp amel ve ahlaka dönüşmüş iradî tercihlerdir. Kişinin kendisine mal etmediği, üzerinde görülmeyen, adı anıldığında akla gelmeyen fikir ve kanaatleri onu iyilerden yapmaya yetmez.
Ayetimize göre iyilik dört temel alanda gerçekleştirilmelidir. Bunlar inanç, sosyal sorumluluklar, ibadet hayatı ve kişisel ahlaktır.
Buna göre:
Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inanmadan iyilerden olunmayacağı gibi;
Sevdiği malını ayette sayılan muhtaçlar grubuyla paylaşmadan;
Namaz ve zekât gibi ibadetleri yerine getirmeden;
Ahde vefa ve zorluklara göğüs germe gibi değer katan kişisel niteliklere ulaşmadan iyilerden sayılmayacağız.
Ayette beş iman esası, altı yardım grubu, iki ibadet çeşidi, bir karakter özelliği ve dayanıklılık gerektiren üç alanda metanet gösterme örnek verilerek diğer ahlakî detayların bu asıllar içinde mündemiç bulunduğu gözden kaçırılmadan bize bir başlangıç noktası verilmiş oluyor.
Allah'a imanın iyilikle alakasından başlayalım. Burada aklımıza iki temel soru geliyor:
Allah'a inanmak kişinin iyiliğine nasıl bir değer ve anlam katar? Allah'a inanmayan ve inanan aynı iyiliği yaptığında aralarında fark olur mu?
Öncelikle ayette iman esaslarının bir arada ve bütün olarak zikredilmesinin anlamlı olduğunu, inanç esaslarını parçaladığımızda her birinin tek başına anlamından çok şey kaybedeceğini söyleyelim. Mesela yaratıcı olarak Allah'a inanan ama diriliş ve hesabı (yani Allah'a karşı sorumluluğu) kabul etmeyen veya bunlara inansa da bu sorumluluğun vahiyle bildirilmiş, peygamberlerle örneklendirilmiş ilkeler çerçevesinde değil de insanın seçimine bırakılmış doğrular muvacehesinde olduğunu düşünenlerin Allah inancı aynı neticeyi vermeyecektir. İyi bir Müslüman bu inanç esaslarının tamamına içtenlikle inanır. Hatta ayetten anladığımız kadarıyla iyilerden olmanın ilk aşaması budur. Allah'a ve ahirete iman sayesinde yaptığı hiçbir iyilik ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağını bilmek, bilhassa sıradan insan için en büyük ahlakî motivasyon kaynağıdır. (Zilzal 99/6-8)
Allah'a inanmak, başlangıçta niyetlerimize, neticede davranışlarımızın bağlanacağı amaca tepeden tırnağa kendi rengini verir. (Bakara 2/138) (Niyet ve amaç her zaman birbirine içkindir.) Bu inancı içselleştirmiş birinin niyetlerinde gösteriş bulunmaz, kendi faydasını gözetirken başkalarına zarar vererek kendisini Allah katında töhmet altında bulunduracak işlere girişmez. (Rad 13/22) (Kişinin davranışlarını seçerken kendi faydasını gözetmesi yadırganacak bir durum değildir. İnsan her davranışında maddi ya da manevi bir fayda teminini amaçlar. Şu var ki imanlı insan bir işe girişirken sadece kişisel faydaya değil, olayın Allah katındaki değerine de bakar.)
Niyet ve amaçlardaki bu istikamet yaptığımız iyilikleri boşlukta yüzmekten kurtarır (Kehf 18/110). Bize gelen her ikramın ve bizden çıkan her davranışın Allah ile bağını kurmak hayatımızı kutsal olan ile birleştirerek bizi rastgele yaşamaktan ve olaylar karşısında savrulmaktan korur. Allah'a inanmamak, anlamı kaybetmek demektir.
Allah ile kul arasındaki bağın en güçlü ifadesi besmelede kendini gösterir. (Besmele tefsirine bakın.) Bir yudum ekmeği tadarken çektiğimiz besmele bize, toprağa atılan ve kış boyu orada kalan tohumu yeşerten, kim bilir hangi ovada, hangi güneşlerle olgunlaştıran, hangi insanların ter dökerek önümüze kadar getirdiği bu lokmanın kazancımızdan ziyade Allah'ın dünyayı bizim için seferber etmesi ile orada olduğunu hatırlatır. Bu bilinç sayesinde önümüzdeki nimetin muazzam bir seferberlikle hazırlandığını bilir, onu kazandık diye kendi payımızı abartarak azmadığımız gibi bu özel sofranın baş konuğu olarak değerimizin de farkında oluruz. Allah ile bağ kuramayanlarsa nimetler karşısında duydukları şükran hislerini doğayı kutsallaştırmakla sonuçlandırırlar.
Bize ulaşan ikramlar üzerinden kutsal ile kurduğumuz bağı bizden sadır olan davranışlar vesilesiyle de yenileriz. Yaptığımız bütün güzel işlere besmele ile başlayarak o işi Allah için ve O'nun verdiği imkânlarla yaptığımız bilincini hep taze tutarız. Kibirlenmez, şımarmayız. Amaç dağınıklığına maruz kalmayız, her adımımızın nihaî hedefi bellidir. Besmele demek bağ kurmak, işleri boşlukta, amaçsız dolanıp durmaktan kurtarmak, onlara yüce bir anlam katmak demektir.
Allah inancı söz konusu olduğunda asıl soru nasıl bir Allah'a inandığımızdır. Bildiğiniz üzere şeytan da Allah'a inanıyor, fakat kendisini O'nun emirlerinden azade görüyordu. Mekkeliler de Allah'a inanıyor fakat dinlerinin bütün içeriğini belirleme hakkını kendilerinde görüyorlardı. Her insan kendi iç dünyasında bir Allah fikri geliştirir. Çoğu zaman küçük yaşlarda edindiği bu kanaat yaratıcı hakkındaki gerçekle örtüşmez. Böyle olunca bütün iyilikler imamesi kopmuş tesbih taneleri gibi dağılır. Bu noktada yıllardır şaşmaz tavsiyemiz, Esma-i Hüsna bilgimizi sağlamlaştırarak, Rabbimiz konusunda bizi yanıltacak zanları zihnimizden birer birer temizlemektir. Esma-i Hüsna bize iki boyutta katkı sunar. Öncelikle bizi Allah dışında bir şeyleri tanrı gibi görmekten korur. Daha sonra da her bir ismin katmanlı zenginliği ile şahsiyetimizi güzelleştirmeye rehberlik eder (Araf 7/180).
Allah'ı bütün esma ve sıfatlarıyla olabildiğince tanıyan kişi artık O'nun hakkında yanılmaz. Rabbini hesaba katmadan hareket etmez. (İhsan mertebesi.) O'ndan gerektiği gibi sakınır. Bu da kişiyi ben merkezli davranmaktan korur. Hakkaniyet -hatta onun da üzerinde iyilik- perspektifinden bakmasını sağlar. Bakışına ve kararlarına isabet kazandırır. (Bakara 2/256; Nisa 4/75; Enfal 8/29) Rabbini tanıyan insan, şahsiyetini zedeleyen ve iyilerden olmak için gereken cesaret ve özgüvenden onu mahrum eden bütün korkularından kurtulur. (Bu konuda Musa a.s'ın hayatı şahane bir örnektir.)
Sonuç olarak ahlaklı -iyi biri- olmak, yaşantımızın her noktasında yaratıcı ile ilişkimizi muhafaza edebilmemize bağlıdır. Kur'an'a göre Yaratıcısını reddeden, O'nun hakkını vermeyen, (Allah'ın hakkı varlığının kabul ve tasdikidir) nimet ve ihsanlarına karşı şükran duymayan insan iyi biri olmanın ilk aşamasında barajı geçememiş, takılıp kalmıştır; diğer alanlardaki iyilikleri de sadece bu dünya ile sınırlıdır. İnkârcının güzel davranışları sonsuz hayatla bağı kopuk, vicdani bir rahatlamanın ötesine gidemeyen, ilahî rehberlikten mahrum kişisel çabalar olarak kalır.
ÖZET
- İyilerden olmak soyut bir kavram değil; düşünce, duygu ve davranış boyutları olan tutarlı bir bütünlüktür.
- İyiliğin neleri kuşatması gerektiği Kur'an'da detaylı bir şekilde sayılmıştır. Dışarıda bıraktığımız her madde, önemi nispetinde bizi iyilikten uzaklaştırır.
- Niyetlerimizdeki ihlasın şartı Allah'a ve ahirete imandır. Bu da bütün iyiliklerin başıdır.
- Her davranışımızın Allah ile bağını kurması açısından besmele anahtar işlevi görür.
- Allah'a inanmak yetmez. O'na kendisini tanıttığı şekliyle iman etmek gerekir.
ÖDEV
- İslam Ansiklopedisi'nden Niyet ve İhlas maddelerini okumak
- Ulaşabildiğimiz kaynaklardan besmele tefsiri çalışmak
- Günlük hayatta dilimizi besmeleye alıştırmak, her şeyi alır veya koyarken kendi duyacağımız sesle besmeleyi söylemek ve bunu yaparken o işin yaratıcımızla bağını kurduğumuz bilincinde olmak (Bunun doğal sonucu besmele ile başlanması yakışık olmayan her işten elimizi ayağımızı çekmektir.)
- Rabbimizin güzel isimlerini okumak, anlamak, ezberlemek, zikir ve dualarımıza katmak.
- Yüce Rabbimiz bizimle kelâmı vasıtasıyla konuşur. Bizim de kendisine ibadet ve dualarla yaklaşabileceğimizi söyler. Bu iki taraflı yakınlığı kuvvetlendirmek için Kur'an okumayı ve namazı artırmaya bakmak gerekir. Herkes kendi şartlarına uygun olarak günlük bir okuma süresi ve secdeleri (namazı) artırma planı yapmalıdır.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.