Arama

Fatma Bayram
Kasım 4, 2020
İşleri tavında yapmak

Her işin bir vakti saati vardır. Acele etmekle erkenden ulaşamayacağın gibi savsakladığında da tavını kaçırmış olursun. Hasan Ali Toptaş'ın dediği gibi gecikmişliğin bir ilacı yoktur. Namazlar da vakitle mukayyet olması hasebiyle bize bunu öğretir. Vakti girmeden de çıktıktan sonra da kılınan namaz eda sayılmadığı gibi hayatta her şey öyledir. Kıvamını bulmak ne aceleye gelir ne de ertelemeye. Geçen akşam gün batımını izlemeye giderken yaşadığımız vakti doğru ayarlama endişesi bunu düşündürdü bana. Erken gitsen güneşin altında boşuna beklemiş, geç gitsen asıl gösteriyi kaçırmış olursun. Gün batımı veya namaz gibi vakitleri hesaplanmış işlerde tam saatinde orda olmak kolay da herkesin kendisine özel ve biricik olan, bu nedenle başkası tarafından bilinmesi imkânsız olan hayat meselelerinde doğru zamanı tayin etmek nasıl mümkün olacak? Kişinin kendini tanıması onun için doğru olan zamanı kestirebilmesi yolunda en sağlıklı rehberliği sunabilecekken orada da toplumun yönlendirmeleri pusulamızı şaşırtır, lakin bu bir bahsi diğer.

Bizim şimdilik ele almak istediğimiz asıl konu, giderek daha fazla muzdarip olduğumuz erteleme meselesi. Bu konuda insanların temelde ikiye ayrıldığını düşünüyorum. Efendimizin haber verdiği üzere helak olan yarıncıların (her işi yarına bırakanların) bir kısmı hayatlarını bir oyun ve eğlence olarak görüp hiçbir ciddi amaç peşinde koşmayan, oyalanmacılardır. Bol zamanları olduğunu düşünüp dünyevi-uhrevi hiçbir hedef için ciddi bir uğraşı içine girmezler. Sadece işlerini değil, aslında büsbütün hayatı ertelerler. Kaderleri kaçan fırsatların arkasından bakakalmaktır. Vaktini bile bile kaçırdığımız namazın kazası olur mu olmaz mı diye tartışan fukaha hayatta fırsatların kazasının olmayacağını ne güzel işaret etmişler. İkinci kısım ertelemeciler ise hedefleri ve o doğrultuda iyi kötü bir hayat planları olup ya hedef seçiminde ya da yöntemde hata yaparak işleri birbirine karıştıran ve çoğu zaman en önemli işlerini en önemsiz şeyler uğruna ihmal edenlerdir. Birinci grubun sorunu fikrî ve ahlakî, ikincilerinki yöntemseldir. Takdir edersiniz ki çözümü daha kolay olan ikincilerdir.

Konunun uzmanlık gerektiren yönlerini işin ehline bırakarak gündelik hayat üzerinden bazı tecrübe ve gözlemlerimizi paylaşalım.

Öncelikle belirtmek isterim ki zaman ve enerjimizi doğru yönetmeyi engelliyen sebeplerin başında her konuda kusursuz olma çabası geliyor. Sıradan işlerin dahi ritüellere bağlanması, bir fincan kahve içmenin bir seremoniye dönüşmesi, misafir ağırlamanın abartılması gibi görece önemsiz işlere ayırdığımız vakitler, zorunlu ödevlerimizin gerektirdiği zamandan çalarak işlerimizin dengesini bozuyor.

Bu durumda temel problem, ertelemekten çok, sorumluluklarımızdan bazılarını diğerlerine zaman ve enerji kalmayacak şekilde şişirmek ve kaçınılmaz olarak işlerin bazısını ertelemektir. Buna organize olamamak ve hazlarımızı yönetemediğimiz için kaybolduğumuz zamanlar da ekleniyorsa acilen yapmamız gereken, önceliklerimizi dikkatle gözden geçirmek ve Stephen Covey'in dediği gibi hayatın sonuna vardığımızda merdiveni yanlış duvara dayamış olduğumuzu görmenin bir telafisi olmayacağını şimdiden anlayabilmektir. Tasavvuftaki ölüm rabıtasının bu açıdan son derece işlevsel olduğunu düşünüyorum.

Eğer önceliklerimiz ve bunların inançlarımızla ilişkisi konusunda bilişsel/itikadî bir sorunumuz yoksa ve inançlarımız ahlakımıza ve davranışlarımıza yeterince aksetmiyorsa bu durumda bir irade probleminden bahsetmemiz gerekir. Kişi "ne yapmalıyım ve bunu nasıl yapacağım" sorularının cevabını bildiği halde işe girişmiyorsa konu irademizle ilgilidir. İrade meselesini ele alan psikolog ve beyin bilimciler, iradenin de aynen kaslar gibi egzersizle güçlendirilebileceğini ve burada anahtar kelimenin "tekrar" olduğunu söylüyorlar. Kısaca bir davranışın alışkanlık haline gelip kendiliğinden, kolay bir şekilde yerine getirilmesi için (ki buna ahlak diyoruz) tekrar yoluyla güçlendirilmesi gerekiyor. İrade eğitimi üzerine yazanlar her gün küçük de olsa kararlar almamızı ve bunu o gün içinde mutlaka uygulamamızı da söylüyorlar. Buradan yola çıkarak iradesi zayıf birinin, söz gelimi "bundan sonra namazımı geçirmeyeceğim," gibi fazla uzun süreli bir söz vermek yerine, "bugün hiçbir namazımı geçirmeyeceğim," veya "bugün namazlarımı bütün sünnet ve tesbihatları ile ifa edeceğim," gibi günlük kararlar alması çok işe yarayabilir. Yalnız bu kararın sabah on gibi değil, bir gün önceden alınması gerekir. İslam'da yeni günün akşam namazı vaktinde giriyor olması da bu açıdan son derece manidardır. Yani yatmadan önce gününüz başlamıştır ve yeni günü planlamanın vakti tam da akşam namazı vaktidir.

İnançları kuvvetli fakat iradesi zayıf bazı insanların plan yapma ve uyma konusunda Allah'a tevekkül ve kadere teslimiyet gibi çeşitli dini argümanları kendisini haklı çıkarmak için kullanmaya başladıklarını görmek çok şaşırtıcıdır. Kendini suçlu hissetmemek için aklın, nefse arka çıkmak suretiyle oynadığı bu oyunu bilhassa zeki insanlar çok başarılı bir şekilde yıllarca sürdürebilirler. Oysa Allah'ın bize emanet ettiği sorumlulukları bizim tekrar O'na havale ederek işin kolayına kaçmamız demek olan bu bakışın arkasında başta korkaklık olmak üzere pek çok psikolojik ve sosyal sebep gizlidir. Bunlardan biri de mükemmeliyetçiliktir. Yapacağı işi mükemmel yapma isteği kadar insanı işlevsiz bırakan veya sürekli ertelemelere yol açan çok az duygu vardır. Mükemmel olma isteği ile kemâle erme arzusu birbirine karıştırılmamalıdır. Kemâl duygusu insanda fıtridir. Mükemmel olma isteği ise öğrenilmiş kusurlarımızın başında gelir. Kemâlde kusurunu kabul etme erdemi de varken mükemmellikte kusursuz olma isteği vardır.

İşte kimimiz korkaklıktan, kimimiz mükemmel olma tutkusundan, kimimiz de sadece tembellik ve sorumsuzluktan bir türlü elimizi taşın altına koymayız. Eleştirilme korkusu ve takdir bağımlılığı da trajik bir şekilde ertelemelere yol açar. Erteleme hastalığında işin psikolojik kısmının dinî olandan daha etkili olduğunu düşündüğüm için bu örnekleri veriyorum. Psikolojimiz ertelemeyi teşvik ediyor, zihnimiz de inançları kullanarak ona saygın bahaneler buluyor. Bu nedenle rahmetli Seyyid Kutub, İslam'ı yaşamak isteyen kişinin öncelikle bahane bulma ruhunu terk etmesi gerektiğini söylerken son derece haklıydı.

Erteleme sorunundan bahseden bir yazıda ertelemenin gerekli, hatta faziletli olduğu bir hususa değinmek konuyu tamamlayıcı olacaktır. Evet, ertelemek hepten olumsuz bir kavram değil. Şu ana kadar olumsuz olan ertelemelerden bahsetmiş olsak da bilelim ki mesela dürtüsel hazları ertelemeyi/kontrol edebilmeyi başarabilmek ruh sağlığımız açısından altın değerinde. Az Seçilen Yol isimli eserinde Dr. Scott Peck klinik gözlemlerine dayanarak psikolojik rahatsızlıkların büyük ölçüde hazzı erteleyememekten kaynaklandığını söylerken buna işaret etmektedir.

Konuya ahlak gelişimimiz açısından bakacak olursak ağzına geleni söylememek, yerine ve duruma göre davranabilmek, ilişkilerde hiyerarşiye özen göstermek, kanaatkârlık, cömertlik, öfke kontrolü, affedici olabilme gibi güzel hasletlerin tamamı hazzı erteleyebilmekle, yani o anda dürtüsel olarak aklımıza eseni yapmamakla başarılabilecek özelliklerdir. Tasavvufta nefis terbiyesinin ilk aşaması olan az yemek, az konuşmak, az uyumak da aynı şekilde dürtülerin kontrol edilmesi eğitimi, demektir. Kısacası bir şeyi erteleyeceksek bu dürtüsel hazlarımız olmalı, insanlık ödevlerimiz değil. Hazlarını ertelemek mutluluğu, insani sorumlulukları ertelememek de hayat başarısını getirir.

Fatma Bayram

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN