12 maddede Avrupa üniversitelerinin Müslüman kökenleri
Birçoğumuzun lisans veya yüksek lisans diploması aldığı veya alma hayali kurduğu köklü Avrupa üniversiteleri ilk kez 12'nci yüzyılda ortaya çıktı. Peki, Güney İtalya'dan İngiltere'ye doğru hızla yayılan bu üniversitelerin, nasıl ortaya çıktığını hiç düşündünüz mü? Oxford, Padova ve Bologna gibi ünlü Avrupa üniversitelerinin kökenlerinin Müslümanlara dayandığını biliyor muydunuz? 12 maddede Avrupa üniversitelerinin Müslüman kökenlerini sizler için derledik.
Önceki beş yüzyıla ait Arapça eserlerin 12'nci yüzyılda yoğun şekilde tercüme edilmeye başlamasıyla birlikte Müslümanlara ait bilgiler Orta Çağ Avrupa'sına ulaştı.
Bu bilgi hazinesinin kuzeydeki bölgelere akmasının öncesinde, Avrupa'da eğitim daha çok dini alana sıkışmıştı ve en çok İncil öğrenimi şeklinde gerçekleşiyordu. Eğitim kurumu kiliseydi ve iyi bir eğitim almak için bir din adamı olmak gerekiyordu.
Ancak bilimsel ya da akılcı düşünce teşvik edilmiyordu. Aslına bakarsanız, dinin açıkladığı bir konuya alternatif açıklama getirenlerin kâfir damgası yiyip talihsiz bir sona ulaşması işten bile değildi.
Aynı dönemde Müslüman coğrafyalarda bilimsel düşünce geniş ölçüde teşvik ediliyordu.
Dolayısıyla, Arapça eserlerin tercüme edilmesiyle yapılan deneylerden elde edilen akılcı düşünceler Latinceye tercüme edilerek yeni bir kitlenin erişimine açıldı.
"Rasyonel skolastik akım", Avrupa'da bu sayede kuruldu.
Dönemin Müslüman âlimlerinin en önemli özelliklerinden biri tecrübeye dayalı bir yaklaşımı benimsemeleri ve varsayımlarla hareket etmemeleriydi. Bu anlamda en büyük etkiyi İbn Rüşd gerçekleştirdi.
İbn Rüşd'ün Aristoteles'e yazdığı şerhler tüm kıtayı sarstı. Paris ile başlayan bu etki, Padova ve Bologna üniversitelerine kadar ulaştı. Bu gelişme ile din ve bilim arasında bir çatışma olmasına gerek olmadığı ortaya konuldu ve konu bütün olarak tartışmaya açıldı.
Dünyayı ve astronomiyi akılcı bir şekilde araştıran Müslümanlara ait bilgilerin ulaşmasıyla birlikte Avrupa'da yeni kurumlar ortaya çıkmaya başladı ve bu yeni fikirleri manastır duvarlarının arasında tutmak imkânsız hale geldi.
Bunun etkisiyle öğrenme buralardan katedral okullarına doğru kaydı. Manastırlarda belirli tarikatlara mensup sınırlı sayıda öğrenci bulunurken, katedral okulları uluslararası düzeyde şöhret kazanarak Avrupa genelinden öğrenciler çekmeye ve daha bağımsız ve özgür düşünürler yetiştirmeye başladı.
Bu anlamda önde gelen yeni kurumlardan bir tanesi de Fransız katedral okulu Chartres idi. Burada yapılan çalışmalar Rönesans'ın zeminini hazırlamış ve temelini atmıştı.
1140'lı yıllarda Chartresli Thierry'nin hocalığında öğrencilere bilimsel yaklaşımının İncil'deki Yaratılış Hikâyesi'yle tutarlı olduğu öğretilmişti. Başka bir deyişle dini söylem artık bilime karşı değildi.
Thierry, öfke dolu eleştirilere rağmen çığır açan bu yeni mefhumu son derece cesur bir şekilde öğretmeye devam etti.