Mehmet Dinç: Dostluğun sınırı, hududu yoktur: Dostluk uçsuz bucaksız bir hazinedir
Yeşilay Başkanı Doç. Dr. Mehmet Dinç ile ahlak, ahlakın yaralanması, dostluk, zihnimiz ve kalbimizi tedavi yolları üzerine geniş çaplı bir röportaj gerçekleştirdik. İnsanların ceplerindeki adreslerden umutsuz olduğu bir dönemde Mehmet Dinç, ahlak kavramının önemine dikkat çekti: "Ahlaklı olmak aynı zamanda kaybetmek demek. Ahlaklı olmak geriye düşmek, dezavantajlı duruma düşmek demek."
Önceki Resimler için Tıklayınız
Soru: Arkadaşlık kişiliğimizi nasıl etkiler?
Doç. Dr. Mehmet Dinç:
İnsanda ayna nöronları var. Karşı insanın mimiğinden, davranışından, duygu durumundan etkilenir, onu taklit ederiz. İster istemez ondan üzerimizde bir tesir bizde kalmış olur. O yüzden hiç tanımadığımız bir insan dahi bize güldüğünde ona kolay kolay kayıtsız kalmamız mümkün değil. Nerede kaldı ki sevdiğimiz ortak paylaşımını hatıralarımız olan bir insana karşı kayıtsız kalalım ve ondan etkilenmeyelim. İnsan, beraber yaşadığı aynı ortamı soluduğu özellikle de sevdiği insanlardan mutlak surette etkilenir. Bu nedenle yoldaşlarımız beraber vakit geçirdiğimiz, beraber bir şeyler paylaştığımız insanlar muhakkak bizim üzerimize tesiri bırakır. Nasıl tesir bırakacağı konusunda da karşı tarafın hazinesinde ne varsa ona göre tesir bırakır diyebiliriz.
Doç. Dr. Mehmet Dinç:
Karşı tarafta negatif bir yük varsa, devamlı olumsuz bir düşünce tarzı varsa, hayata karşı kötümser bir bakış açısı varsa ister istemez bize de bulaşacaktır. Dolayısıyla kimle, nasıl vakit geçirdiğimiz, kime kalbimizi zihninizi açtığımız çok kritik döneme sahip. Ama burada bu işin adına, arkadaş mı diyelim dost mu diyelim noktasında bir ayrım yapmakta fayda var. Dilimizde başka dillerde çok olmayan bir kavram var: Dost kavramı. Bu dost kavramını çok sahiplenmemiz lazım, arkadaştan ayrı tutmamız lazım ve dost kavramını çok kişi için kullanmamamız lazım. Fakat geniş bir anlam dünyasında da kullanabiliriz. Sadece insanla dostluk yapmayabiliriz zamanla dost olabilir, mekânla dost olabiliriz, dönemle dost olabiliriz, tabiatla dost olabiliriz, hayvanla dost olabiliriz, tarihle dost olabilir, tarihteki şahsiyetlerle dost olabiliriz, geçmişle dost olabiliriz, gelecekle dost olabiliriz. Dostluğun sınırı, hududu yoktur: Dostluk uçsuz bucaksız bir hazinedir, sınırsız bir varlıktır. Dostluğun sahip çıkanı olmamız lazım. Ama o dostluk bahçesine bahanesiz de kimseye almamamız lazım. Böyle bir söz vardır: Dost bağına bahanesiz girilmez. Güzel bahaneleri, güzel sebepleri, güzel özellikleri olan insanların dost bağına girmesine izin vermek lazım. Herkes girmesin ama hak edenin girmesi ile alakalı da kısırlığa düşmeyelim.
Soru: İnsanlık bir yarış halinde mi?
Doç. Dr. Mehmet Dinç:
Kıyası yarış gibi anlayan, algılayan veya yarışı kıyas olarak değerlendirenler var. Ama benim algı dünyamda insanlık yarışında insan kendiyle yarışmalı. Bu husustaki ölçüsü de "iki günü eşit olan ziyandadır" hadis-i şerifi olacak. İnsan kendi ile yarışırken her geçen gününü daha da güzelleştirmeye, daha iyileştirmeye, daha ilerletmesi lazım. Daha iyi bir insan olmanın, daha olgun bir insan olmanın derdini taşıması lazım. Dilimizde çok önemsediğim bir kelimemiz var: Güngörmüş… Güngörmüş kelimesi insan için kullanılır. Hayvan için yahut eşya için kullanılmaz. Ne kadar güngörmüş sehpa, ne kadar güngörmüş kedi denmez. Çünkü sehpanın, eşyanın, bitkinin, hayvanın gün görmesi, ömrünü yaşaması ona o kadar bir şey öğretmez. Ama insana fark ettirir, fark ettirmesi lazım. İnsanın bir günü görmesi ile o günü görmemesi ile arasında fark oluşturması lazım. Ben bir gün yaşadıysam bu günün beni daha rafine, daha güzel, daha olgun, daha iyi bir insan yapması lazım. Güngörmüşlük görgünün artması, bilginin artması, iyiliğin, güzelliğin artması, olgunluğun artması demek. Yaşamak bizi güzelleştirecek, yaşamak bizi inceltecek. O yüzden güngörmüş olmayı insanın kendiyle insanlık yarışına girmesini önemsiyorum. Her geçen gün daha iyi bir insan olmakla alakalı niyetimiz, gayretimiz, hedefimiz, hassasiyetimiz olsun ama başka insanlarla yarışmak özellikle de işe yaramaz konularda yarışmak konusunda korkularım var: O hangi mevkiye geldi, hangi sınavı geçti, hangi makama geldi, hangi parayı kazandı, hangi arabayı aldı, hangi evde oturuyor gibi işe yaramaz konulara dair. Bunlar hiç şüphesiz insanın gönlünün ve gözünün zaman zaman kaydığı, zihninin kaybolduğu konular. Ama nihayetinde bu tür şeyleri elde etmekle elde etmemek arasında elde ettikten sonra çok bir fark olmadığı açıkça görülebilir.
Doç. Dr. Mehmet Dinç:
Bununla alakalı dikkatimi çeken harikulade bir söz var: Fani olanın sureti hakikatinden güzel görünür de insanı aldatır, Baki olanın hakikati suretinden güzeldir de insan aldanır. Baktığımızda şan, şöhret, makam, fiziki güzellik veya başarı dediğimiz şeyin içini dünyevi olarak nasıl dolduruyorsak fani şeylerdir. Sureti çok güzel görünür, peşinden koşarsınız, onu elde ettiğinizde çok mutlu olacağını düşünürsünüz fakat elde ettiğinizde hakikatiyle buluştuğunuzda çok da önemli bir şey olmadığını anlarsınız, bu sizi aldatır. Baki olanın da sureti çok cazip görünmeyebilir veya hakikati o kadar lezzetlidir ki sureti onun yanında hiçbir şeydir. İnsan aldanır, o yüzden Yunus der ki: Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun. Hakikatini bulduğu zaman ballar balını, en lezzetliyi, en güzeli bulmuştur. İnsanlık yarışı böyle bir şeydir: Oldum diyen ölmüştür derler büyükler. İnsana oldum demek yakışmaz. İnsan hayatını devam ettirdiği sürece bir olma sürecindedir, olma yolundadır, kendini iyileştirme, güzelleştirme, inşa etme sürecindedir. O yüzden oldum denmez ama olmadan da ölmemek lazım. Yani bir ömür yaşıyoruz bu ömre hiçbir şey katmadan, hiçbir güzellik inşa etmeden insanın kendini ömür aldıkça yaşadıkça güzelleştirmediği bu ömrü bitirmemek lazım. Allah saklasın, bu büyük tehlike…
Soru: Kaygı dünyasında Havf ve Reca arasında kalmak ne ifade eder?
Doç. Dr. Mehmet Dinç:
Kanaatim şu: İnsanın kalbinde inanılmaz bir potansiyel ve genişlik söz konusu olabilir. Ama biz maalesef yanlış lezzetlerin peşinde koştuğumuz için kalbimiz daralıyor ve içinde duygu zenginliği oluşmuyor. Duygu repertuarımız çok dar kalıyor. Bundan dolayı havfı anlayan bir nesil kalmadı. Reca kavramını bilen bir nesil kalmadı. Umuda inanan insan da kalmadı. Bütün duygu ve düşüncemiz haz ve korkunun etrafında dönüp duruyor. Bir şey yapıyorsak hazdan dolayı yapıyoruz, yapmıyorsak korkudan, anksiyeteden, kaygıdan dolayı yapmıyoruz. O yüzden kanaatim âcizane şudur: İnsanın kalbi bu kadar genişse mümkün olduğu kadar çok duygu zenginliğine sahip olması, mümkün olduğu kadar duyguyu yaşaması, tecrübe etmesi lazım. Ama bunun için hayatın içinde olması ve duygulara açık olması lazım. İnsanın hiç şüphesiz olumlu duyguları yaşaması kadar olumsuz duyguları da yaşaması söz konusudur. Bu olumsuz duyguları yaşaması insanı doğru bir şekilde anlamlandırdığında kötürümleştirmez. Yani insan kıvamında korku da yaşayacak, insan kıvamında belki acı da yaşayacak, insan kıvamında zorluk da yaşayacak. Bu, insana iyi gelebilir yeter ki doğru bir şekilde anlamlandırmış olsun. Ama ben hiç zorluk yaşamayayım, hiç üzüntü tatmayayım, hiçbir sıkıntıyla karşılaşmayayım dediğinde insanın insan olarak değerini muhafaza edebilmesi, insan olarak bakabilmesi, görebilmesi, düşünebilmesi muhakkak eksik kalacaktır. Bu yüzden insanın duygu tecrübesine zihnini, kalbini açması ve yaşadıklarını haz ve kaygının ötesinde anlamlandırıp daha kalıcı duygulara yönelmeye çalışması lazım.