Arama

Mustafa Özcan
Şubat 13, 2021
Bir lokma bir hırka anlayışı

Birkaç yüzyıldır İslam dünyası Müslümanlar neyin geri bıraktığını tartışıyor! Zaman zaman bu tartışmalara Batı da katılıyor. Ernest Renan'dan Bernard Lewis'e kadar! Manii terakki olan husus nedir? Bunun sorumluluğunu yönetici sınıfta mesela Türklerde arayanlar olduğu gibi İslam'da dahi arayanlar olmuştur. Ernest Renan bunlardan birisidir. Kimileri de bazı İslami anlayışlar da sözgelimi Eş'arlikte arıyor ve kader inancının Müslümanları geri bıraktığını düşünüyor. Bazıları da Müslümanları geri bırakan faktörün tasavvuf olduğunu ve onun da billurlaştığı bir lokma bir hırka anlayışında yattığını savunmaktadır. Bunu daha da özele indirenler Gazali'ye yükleyenler de olmuştur. Sadece Gazali'yi tasavvuf anlayışından dolayı değil filozoflara karşı çıkması ve dolayısıyla İslam dünyasında fikri veya felsefi gelişmeyi sekteye uğratması iddiasıyla da sorumlu tutanlar olmuştur. Sudanlı psikiyatr Malik Bedri'nin savunduğu ise tam tersine olmuştur. O İslami hareketlerin veya İslami hayatın selamette olmasını tasavvufi hayata ve anlayışa bağlamıştır. Nefsin tezkiyesi ile birlikte ruhun yüceltilmesiyle ahlak düzelir ve kalkınma da buna istinat eder. Ahlakı ve sağlam geleneği olmayan toplumların kalkınması zordur. Max Weber gibi Kalkınmanın dinamosunu Protestanlık ahlakına bağlayanlar da esasında bunu söylemiş oluyorlar. Kalkınmanın temelinde dürüstlük, fedakarlık ve yüce ahlak yatmaktadır. Hatta bir müddet önce kalkınma modeli olarak Türkiye'ye Kalvinizmi önerenler veya Müslüman Kalvinistlerden bahsedenler olmuştur. Ahlak aynı zamanda disiplin demektir ve ahlakı ve disiplini kuşanan toplumlar elbette yükselir, kalkınır. Mesele tasavvufun nasıl anlaşılması gerektiğinde düğümlenmektedir. Tasavvuf ve kanaat, atalet, miskinlik ve dünyadan yüz çevirmek olarak algılanırsa bu kalkınmayı değil geri kalmayı beraberinde getirebilir. Bu yine de diğer sınıfların tutumuna bağlıdır. Bu durumdaki toplumlar başka toplumların tasallutuna düşerler kölesi olurlar.

Dünyaya gönül vermek başka ona elvermek daha başkadır. Esasında kalkınmanı tetikleyen husus hamle gücüdür. Bu da toplumların iç dinamiklerine bağlıdır. 'İki günü eşit olan ziyandadır' gibisinden hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalışmayı tavsiye ve telkin eden buyruklar vardır. Demektir ki dini buyruklarda bir eksiklik yok ama zaman zaman dini anlayışlar da kayma ve sapmalar olabiliyor. Bunu da asla müracaat ederek düzeltmek ve yenilenmek gerekiyor.

Kalkınma, toplumları tüketim toplumu (türef) haline getirmek değildir. Bu aksine İbni Haldun'un ifadesiyle toplumları çürüten bir gelişmedir. Her şeyin azı karar çoğu da zarardır. Ağır vergiler devletleri, lüks tüketim (türef) ise toplumları çökertir, yıkar ve çürütür. Öncelikli olarak tüketim anlayışı ahlakı yozlaştırır. Dolayısıyla tüketim odaklı ekonomik anlayış başlarda üretimi kamçılasa, yararlı gibi görünse de sonuçlar itibarıyla yıkıcıdır. Toplumların ahlakını kemirir ve dayanışma anlayışına zarar verir ve bencilliği kamçılar. Dolayısıyla ideal toplum tüketim toplumu değildir. Bu nedenle de bir lokma bir hırka anlayışı haddini aşmadıkça bir dengede durdukça yanlış değildir. Kalkınma anlayışının da muhasebe edilmesi gerekir. Tüketim toplumu, dünyanın tüketilmesi ve yağmalanması mıdır? Kısa vadede faydalı görülen bu husus uzun vadede önce ahlakı bozarak yıkıcı neticeler verecektir.

Kemalistler kalkınma hamlesinde geri kalmamızı bir lokma bir hırka anlayışına bağlarlar. Peki bu anlayışa sırt döndük de bir arpa boyu ilerledik mi? Yoksa üretim yerine tüketimi kamçılayarak servet yolsuzluklar üzerinden el mi değiştirdi? Üretmek yerine birbirimizi mi soyduk? Bunlar, tartışılması gereken hususlar.

Bu konuya sosyal medyada Mısırlı Muhammed Gazali'ye atfedilen bir ifade veya ibare yüzünden girdik. Sözün Muhammed Gazali'yle aidiyeti tartışmalıdır. Şöyle diyor: Sufiler zühdü sevdirmekle ve maldan nefret ettirmekle Müslümanlar hakkında en büyük cinayeti işlemişlerdir. Sufiler Müslümanları, halkların en gerisine düşürmüşler ve kafilenin en gerisine itmişlerdir. Müslümanları köle durumuna düşürmüşlerdir. Müslümanları zillet, zulüm ve meskenet çukuruna sokmuşlardır…" Bu genellikle Müslümanları geri bırakmada sufileri suçlayan bir yaklaşıma örnektir. Muhammed Gazali bunu dedi mi demedi mi ayrı tartışma konusudur. Elbette bu hükümde toptancılık var. Doğru bir yaklaşım da değil. Siyaseten Müslümanlar birbirinin boğazına yapışınca ve fitneler sökün edince sufiler iç kalelerine (tekke, zaviye) ve gönüllerine çekilmişlerdir. Asr-ı saadetten sonra fitneler kanatlanınca tasavvufa eğilim artmış ve 'selamet der kenarest/selamet kenara çekilmektedir' anlayışı egemen olmuş ya da yaygınlaşmıştır. Moğollar döneminde de böyle olmuştur.

Gazali'nin buradaki ifadesi tamim özelliği taşımaktadır ve her tamim, genelleme de içinde yanlış unsurlar barındırmaktadır. Halbuki, bir ifadesinde tasavvufun toprağa benzediğini ve içinde her türden madenin bulunduğunu söylemiştir. Kısaca tasavvuf bahçesinde kıymetli cevahir bulunduğu gibi sıradan şeyler de vardır. Bu onun toptan tasavvufa karşı olmadığını gösterir kaldı ki Ebu'l Hasan eş Şazeli ile ilgili bir konuşmasında tasavvufu en güzel surette anlatmaktadır. Sufileri Müslümanları geri bırakan tek faktör ve adres olarak gösterilmesi elbette ki haksızlıktır. Bununla birlikte manevi hastalıklardan kurtulmak isterken kimileri yanlış yere düşme sonucu hastalıkları artmış ve zengin sofralarının ve saltanat sofralarının nedimleri, müdavimleri haline gelmişlerdir. Kimi sufiler zalimlere de payanda olmuşlardır. Bununla birlikte bu tip kimseleri tamim etmemek gerekir.

Ömer Ulvan'ın ifade ettiği gibi tasavvuf sülük ve minhactir. Davranış ve yöntemdir. Mutasavvıfların deneyimleri veya sözleri ve amelleri ise ayrı bir bahistir. İslam ve Müslümanlık ilişkisinde olduğu gibi. Kişilerin yanlışları kurumu bağlamaz.

Başa dönecek olursak; Malik Bedri 'tasavvufi boyutu ikmal etmeyen İslami anlayış selametten uzaktır veya hastalıklı olabilir' derken Muhammed Gazali de en azından tartışmalı bir ifadesinde tersini söylemektedir. Teoriye bakarsanız, bazı güzel numunelere bakarsanız Malik Bedri haklıdır, yaşanmış diğer bazı kötü örnek ve deneyimlere bakacak olursanız da Muhammed Gazali haklıdır. Kısaca tasavvuf toprak gibidir içinde her türlü unsur barınır.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN