Arama

Mustafa Özcan
Şubat 1, 2021
Rıbat/külliye

Hadramutlu davetçilerden Ebubekir Habib bir konuşmasında Ehli Suffeye temas ederek onların en azından 80 kişiye ulaştıklarını ifade ediyor. Başka rivayetlerde ise 125 ile 400 kişi arasında bir sayıya ulaştıkları var sayılıyor. Ebubekir Habib Ehli Suffenin Mescid-i Nebevi'nin meşrutasında veya hayatında yani holünde yaşadıklarını ifade etmektedir. İşlevsel bir mekan olarak burasını tanımlarken 'rıbat' deyimini kullanmaktadır. Rıbat bilahare ileriki dönemlerde sufilerin kaldıkları, barındıkları ve onlara tahsis edilen ayrıcalıklı mekanlara denmektedir. Kimileri Ehli Suffenin Mescid-i Nebevi'nin dışında bağımsız bir alanda olduğunu söylese de cumhur-u ulemanın beyanları bunu nakzetmektedir. Suffe gölgelik anlamına geldiğine göre Medine Mescidine bitişik bir alanda kurulu olmalıdır. Nitekim Beyhaki ve diğer muhaddislerin tahriç ettikleri rivayetlere göre Medine'de sahipsiz ve kimsesiz muhacirler artınca Mescid-i Nebeviye bir gölgelik ilave edilmiştir. Yanları açık bu gölgelik Mescidin kuzeyine ilhak edilmiştir, ardından 16 aylık Mescid-i Aksa'nın kıble edinilmesinden sonra yani kıblenin Mekke'ye tahvilinden itibaren bu gölgelik yani suffe bu defa da güneye kaydırılmıştır. Genel olarak Mescid'in arka kısmı olarak da kullanılmıştır. Kimi ehli ilim bu alanın sınırlı olduğuna 125 metrelik bir alanı geçmediği görüşündedir. Lakin barınanların sayısı dikkate alınarak bu değerlendirme reddedilmiştir. Zaman zaman sayıları yüzleri bulan misafirlerin bir dairelik/125 metre karelik bir alana sığmaları kabil ve mümkün değildir. Dolayısıyla Suffe'nin yani gölgeliğin daha cesametli olduğu varsayılmıştır. Ehli Suffe'nin Peygamber ve eşlerinin odalarının (hucurat) arkasında yer aldığı da belirtilmektedir. Hazreti Peygamber de kimi zaman yanlarına gelerek onlarla vakit geçirmekte ve yarenlik etmektedir. Halleşmektedir.

İbni Cevzi gibi Hanbeli uleması Ehli Suffe'nin bir ihtiyaçtan doğduğunu ve bu ihtiyacın ortadan kalkmasıyla birlikte bu geçici yapının-barınağın da ortadan kalktığını ileri sürmektedir. Peki! Bu geçici ihtiyaç nedir? Ebu Hureyre gibi meşhur bekarların (daha sonra raşit halifeler döneminde zengin olmuş ve evlenmiştir) civar bölgelerden ve özellikle muhacirlerin arasında Medine'ye gelmeleri sonucu barınak meselesi veya ihtiyacı gündeme gelmiştir. Zira Muhacirlerin bir kısmının sermayesi de yoktur. Dolayısıyla bir ticaret toplumu olan Mekke toplumunun hilafına bir ziraat toplumu olan Medine'de yerleri olmadığı gibi toprak, mezra satın almaları da bahis konusu değildir.

Yerleşmek gayesiyle gelen bazıları da bu şehrin sosyal hayatına adapte olamamışlardı. Yeni yurda uyum sağlayamadıkları ya da havasından rahatsız oldukları için geri yurtlarına dönüyorlardı. Üretim tarzına, tabir caizse havasına, suyuna alışamamışlardı. Misal olarak Ukil ve Müzeyne'den gelen gruplar bir müddet Medine'de kaldıktan sonra, Hz. Peygamber'e gelerek; "Ya Rasulallah! Biz şehirli değiliz, mezra ehliyiz, Medine bize ağır geldi" diyerek izin istediler. Hz. Peygamber yanlarına azık alarak hayvanlarıyla beraber Medine'yi terk etmelerine müsaade etti ( http://isamveri.org/ pdfdrg/D03402/2015_17/2015_17_SAFAM.pdf ). Lakin fetihler çağı bu şartları değiştirmiştir. Bu nedenle de Hazreti Peygamberin irtihalinden sonra Ehli Suffenin böyle bir mekana ihtiyacı kalmadığı için peyderpey dağıldığı ifade edilmiştir. Varlıklı olanlar kendilerine ev bark edinmişler ve dolayısıyla geçici barınak ihtiyacından kurtulmuşlardır. Kimi de evlenerek barklanmıştır. 91 Hicri yılında Ömer Bin Abdulaziz'in Medine valiliği döneminde Mescid-i Nebevi'yi i ilk genişletme çabaları doğrultusunda Peygamberin hücreleri ve odaları ile Mescid'in gerisinde bulunan Ehli Suffe de Mescid'e katılmıştır. Böylece Mescid kalıcı statüsüne kavuşmuştur.

Hadramut'lu Ebubekir Habib Mescid-i Nebevi'nin çok fonksiyonlu olduğuna parmak basmaktadır. Hazreti Süleyman döneminde Mescid-i Aksa'nın çok fonksiyonlu olması gibi. Sözgelimi tapınağın veya mabedin bir yanında kurbanların kesildiği mezbah yer almaktadır. Yine sosyal ve dini bölümleri vardır. Ebubekir Habib, Medine'de Hazreti Peygamber döneminde hapishane olmadığı için Mescid'in sütunlarının bazen pratik gayelerle tutuklular için alıkoyma mahalli yapıldığını ifade etmektedir. Bazı çarpışmalardan geri kalanların direklere bağlanması gibi. Dolayısıyla Hazreti Peygamberin Mescidi sadece bir ibadethane değil aynı zamanda içtimai faaliyetlerin yürütüldüğü ve sosyal aktivitelerin de yapıldığı bir külliyedir. Bu külliye içinde rıbat ve zaviyeleri akla getiren Ehli Sufe de bulunmaktadır.

Ehli Suffe sefa ehlinin kaynaşma yeri midir? Elbette suffe ile sefa arasında kelime kökeni olarak bir bağlantı bulunmuyor. Anlam beraberilği de bulunmuyor. Ashabu'l Eyke gibi Ashab-ı Suffe de bir topluluğu ifade eden bir deyimdir. Tasavvufun elbette sefa halini yansıtan bir kavram olduğu, yani duruluk ve berraklığı çağrıştırdığı bilinmektedir. Kalbi selime ulaşma yoludur.

İsmaili felsefecilerin kaleme almış olduğu İhvanu's Sefa ve Hillan el Vefa ansiklopedisinin başlığı da sefa kardeşliğini akla getirmektedir. Bir yönüyle sufileri ifade eden bir terkip ve kalptır. Tasavvufun iç selamete ve kalbi selime ulaşmayı amaçlayan bir ilim/amel tariki olduğu malumdur. Macid Arsan Geylani Müslümanları atağa kaldıracak hususların başında sefa hali ve ruhi sefa, berraklık halinin geldiğini ifade etmektedir. Bunu yakalama yollarından birisi tasavvuf olmalıdır. Zaten Selahaddin Nesli Böyle Zuhur Etti ve Kudüs Böyle Geri Alındı kitabında Macid Arsan Geylani de bu tezi seslendirmektedir.

Peki! Ehli Suffe anlayışı daha sonraki dönemlerde başka adlar altında tekerrür etmiş midir? Ebubekir Habib ehli suffeyi rıbat olarak anmaktadır. Ehli ribat teyakkuz halinde olan her an cihat pozisyonu için seferberliğe geçecek kimseler topluluğu demektir.

Elbette daha sonraki dönemlerde Ehli Suffe yandan açık gölgelikler şeklinde değil de dört tarafı da kapalı mekanlardan teşekkül etmeye başlamıştır. Bağdat ve sair yerlerde buraları zaviye, rıbat, hangah isimleriyle anılmıştır. Başlarında her boyuttan sorumlu bir peygamber olmadığından faaliyetlerini manevi alana ve nefis tezkiyesine yani mücahadeye kaydırmış ve hasretmişlerdir. Cihat ise ordunun münhasır görevleri arasına girmiştir. Bununla birlikte ordu tekke beraberliği alperen tiplemesiyle somutlaşmıştır. Bu milli Türk töresinde Mehmetçik kalıbıyla bilinmektedir.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN