Arama

Mustafa Özcan
Ekim 25, 2018
Riyad ile Ankara’nın Salı karşılaşması

Cemal Kaşıkçı olayında Türkiye ile Suudi Arabistan sonuç olarak, genel manada ve kıssanın versiyonları açısından karşı karşıya gelseler de Türkiye doğrudan mübarezeden sakınmış ve mevcut ilişkileri yıkmamaya özen göstermiştir. Bununla birlikte 21 Ekim 2018 tarihinde Üsküdar-Çekmeköy-Sancaktepe metro hattının ikinci etabının açılış töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan:''Cemal Kaşıkçı konusuyla ilgili açıklamalarımı Salı günü grup toplantısında yapacağım. Salı günü çok farklı bir şekilde bunları anlatacağım" demişti... Burada 'çok farklı bir biçimde bunları anlatacağım' cümlesi beklentileri yükseltmiş, en üst seviyeye çıkarmıştı. Bununla birlikte Salı günü gelip çattığında özellikle de Kaşıkçı dostları ve genel olarak Arap rejim muhalifleri açıklamalardan dolayı pek tatmin olmamışlardı. Zira daha ileri düzeyde açıklamalar bekliyorlardı. Hatta Türkiye'nin kartını gören Veliaht Prens Muhammed Bin Selman'ın bunun karşısında bir açıklama yapabileceğini tahmin ediyorlardı. Bununla birlikte esasında Kaşıkçı'nın naaşının bulunamaması dışında pek de bilinmeyen kalmamıştı. İkinci olarak Riyad-Washington hattının Türkiye üzerinde muhtemel baskılar icra etmesi de söz konusuydu. Hatta muhalif çevreler El Cezire yayınlarının tonunu düşürmesi konusunda Adil Cübeyr'in Doha'ya ani bir ziyaret gerçekleştirdiğini ileri sürüyorlardı. Bu denli şayialar başını alıp gitmiş ve bazen de gerçeklerin yerini almıştı. Tavır ve tutum anlamında Cumhurbaşkanı Erdoğan bazı yeni noktalara temas etti. İcmalen beş hususta bazı yeni açılımlar getirmiş ve vurguda bulunmuştu. Bunlardan ilki Cemal Kaşıkçı'dan önce İstanbul'a gelen heyetlerin Belgrad ormanı gibi mevkilerde daha sonra naaştan veya kadavradan kurtulmak için keşif yaptıkları hususuydu. Bu ön keşif meselesinden daha önce bahseden hiç olmamıştı. Bu yeni bir unsurdu. Onun dışında açık bir biçimde bu işin organize ve devlet işi olduğunu söylemiştir. Kısaca Kaşıkçı'nın spontane bir biçimde yani hazırlıksız ve ani bir şekilde değil de kasıtlı, planlı programlı bir biçimde icra edilmiş olmasıdır. Mısırlı muhaliflerden Cemal Sultan da bunu böyle okumuştur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan tepeden tırnağa bu olaya karışan herkesin hesap vereceğini söylemiştir. Baba Selman hakkında güvenini ifade eden Erdoğan konuşması esnasında Muhammed Bin Selman'a uzaktan yakından temas etmemiştir. Trump gibi ona güven duyduğunu söylememiştir. Dolaylı ifadeleri Muhammed Bin Selman'ın da sorumluluk dairesi dışında olmadığına dikkat çekmiştir. Konuşmasında yeni unsurlardan birisi de Cemal Kaşıkçı'nın faillerini yargılayacak olan mahkemenin Türkiye'de yapılması ve olaya karışan 15 veya 18 kişinin yargılanmak üzere Türkiye'ye teslim edilmeleri hususuydu. Bu mühim bir gelişme. Nedenine gelecek olursak, failler Suudi Arabistan'da yargılanacak olurlarsa uluslararası camianın bu yargılamaya güveni olmayacaktır ve adaletin tecelli ettiğine inanmayacaktır. Zanlı ülkenin yargı makamı olması inandırıcılığına gölge düşürecektir.

Mahkemenin Suudi Arabistan'da kurulması Batı ve dünyanın kalanını tatmin etmeyecektir. Kaşıkçı hakkında uluslararası bir mahkemenin kurulması da Suudi Arabistan'a zarar verecektir. Bununla birlikte Suudi Arabistan'ın zanlıları Türkiye'ye teslim etmesi zayıf bir ihtimal olarak ortada duruyor. Bu nedenle de yargılamanın uluslararası bir mahkeme tarafından yapılması, yürütülmesi ihtimali giderek daha fazla zemin ve destek kazanacaktır. Nitekim, Mevlüt Çavuşoğlu bu yöndeki beklentilerini ifade etmiş ve zanlıların uluslararası bir mahkemede yargılanmalarına sıcak bakmıştır. Bununla birlikte meselenin yeni bir Hazreti Osman'ın kanlı gömleği veya Kerbela hadisesi haline getirildiğini düşünen Suudi Arabistan yandaşları olayın bir araç yapılarak Suudi Arabistan karşıtı bir kampanya haline dönüştürülmesine karşı çıkıyorlar. Suudi Arabistan taraftarı olmasa da Ümmet Partisinin teorisyeni Hakim el Muteyri gibi bazı isimler Cemal Kaşıkçı'nın mutasavver kesik baş hikayesinin Hazreti Hüseyin'in başı muamelesi görmesine ve siyasallaştırılmasına karşı çıkıyorlar. Hatta Muteyri Kaşıkçı olayında yabancı müdahalesi isteyenleri Osmanlı hilafetinin yıkılmasına neden olan zümreye benzetmiştir. Bu noktada Türkiye de ihtiyatlı ve temkinli hareket ediyor. Bu da Türkiye'ye oldum olası zaten pek sıcak bakmayan kimi muhalifleri kuşkuya sevk ediyor. Onlar ortalıkta bir pazarlık kokusu aldıklarını ve Türkiye'nin en azından baskılara ram olduğunu ve olacağını düşünüyorlar. Cumhurbaşkanının sözünü ettiği tarzda beklentileri karşılayan açıklama yapmamasını veya bu noktadaki belirsizliği uluslararası baskılara veya pazarlık arayışlarına bağlıyorlar. Burada Türkiye gerçekten de ikircikli bir konumda. Ne dostlarını memnun edebiliyor ne de düşmanlarını ikna edebiliyor. Katar, Müslüman Kardeşler ve Suudi Arabistan rejiminden muğber ve mağdur olanlar Kaşıkçı meselesi üzerinden bu ülkeyle hesaplaşmak istiyorlar. Öbür taraftan ise İsrail, İran ile BAE antenlerini açmış vaziyette dört gözle Türkiye ile Suudi Arabistan'ın kapışmasını bekliyor. Bu noktada Türkiye kazanımdan ziyade hasar kontrolü de yapmak zorunda. Bu Suudi Arabistan'ı kayırmak değil meseleden en az zararla kurtulmaktır.

Öbür tarafta bir denklem daha var. New York Times gazetesi 'What is Turkey's Game?' başlıklı yazısında Türkiye'nin Suudi Arabistan ile pazarlık marjını açık tutmak istediğini yazıyor. Bunu söyleyenler çok.

Bunun dışında Türkiye ile Suudi Arabistan farklı kampları temsil ediyorlar ve bölgeye ve geleceğine dair farklı vizyonları var. İki zıt istikamette seyrediyorlar. Kaşıkçı meselesi ise Türkiye'yi üste çıkaran bir faktör haline geldi. Kaşıkçı meselesi iki cephe veya kamp arasında bir kaldıraç meselesi haline geliyor. New York Times gazetesi ilgili başyazısında Kaşıkçı olayının Türkiye'nin Suudi Arabistan'ın elini bükme ve köstekleme imkanı verdiğini ileri sürüyor. Cemal Kaşıkçı meselesi stratejik mücadele kapsamında Türkiye'ye üstünlük sağlayan bir unsur haline gelmiştir. Trump karşı cepheyi ( Riyad, Dubai, Kahire, Manama hattı) veya ekseni yeni Bağdat Paktı yapmak ve Türkiye'yi de İran ile birlikte karşısında konumlandırmak isterken Cemal Kaşıkçı olayı hatları ve kartları karıştırmıştır. Suudi Arabistan Türki Dehil üzerinden İran'a kur yaparken bizzat Muhammed Bin Selman Türkiye'ye kompliman yapmıştır. New York Times gazetesinden sonra The Guardian gazetesinin Ortadoğu Editörü Martin Chulov, ' Khashoggi case has put Saudi prince right where Erdoğan wants him' başlıklı yazısında Kaşıkçı meselesinin Prens Muhammed Bin Selman'ı tam da Erdoğan'ın koymak istediği yere oturttuğunu yazmıştır. New York Times gazetesi de bu olayla birlikte Türkiye'nin bölgesel rakiplerini zayıflatma şansı yakaladığını ve Türkiye'yi Sünni dünyanın lideri yapmaya yaklaştırdığını kaydetmektedir. Esasında, Suudi Arabistan Türkiye'nin gıyabında Sünni dünyanın liderliğine oturmuş, konmuştur. İran ile uçları temsil etmesine rağmen merkezin gıyabında öne çıkmıştır. Bunun ilelebet sürmesi beklenemez. Martin Chulov, Türk lideri mücadeleyi kaybetmek üzereyken imdadına Kaşıkçı suikastı veya katli yetişmiş ve onu şanslı ve yükselen bir konuma getirmiştir.

Bu hesaplar Trump için de geçerlidir. Papaz Brunson olayını istismar etmek istedi ama Cemal Kaşıkçı olayı üzerine şapa oturdu. Bu cinayet yüzüne oturdu, patladı. Bir taraftan Muhammed Bin Selman'ı kayırırken, kollamaya çalışırken diğer taraftan da Kasım yenileme seçimleri öncesinde siyasi kariyerini, geleceğini, hayatını riske atma ikilemiyle karşı karşıya kalmış bunun üzerine günlük çarklarını yapmaya başlamıştır. Fırıldağa dönmüştür. Brunson olayından siyasi hanesine kar yazdırsa da kara geçse de bu olaydan bir kazanmasına mukabil Cemal Kaşıkçı olayında Demokratlar lehine on kaybedecek duruma, raddeye gelmiştir.

Soner Çağaptay Türkiye ile karşı eksen arasındaki mücadeleyi stratejik mücadele olarak tanımlamaktadır. Cemal Kaşıkçı meselesiyle birlikte Türkiye yeniden bir adım öne çıkmıştır. Türkiye ile birlikte El Cezire de bir adım daha öne fırlamıştır. Bununla birlikte Gazi Dehman gibi kimileri de Cemal Kaşıkçı trajedisiyle birlikte Arap Baharının ikinci aşaması veya etabının başladığına inanıyor.[1] Arap Baharını durduran siyasi irade Cemal Kaşıkçı olayında faka bastı. Nitekim, BBC'nin Bilakuyud adlı programında, ' ne devletin içindeyim ne de dışındayım devletle hiç bildik anlamda bir ilişkim olmadı ve Arap Baharına hep inandım ve hiç umudumu kaybetmedim' diyen Cemal Kaşıkçı[2] bilmeden Arap Baharının İkinci tetikleyeni ve Buazizi'si haline gelmiştir. Kaderin bir cilvesi olarak potansiyel olarak Arap Baharının İkinci aşamasını da tetikledi. Ölen umutları tekrar yeniledi. Cemal Kaşıkçı Tarık Ramazan gibi derin bir teorisyen değildi ama sadece gönül diliyle değil vücut diliyle de konuşabilen ender insanlardan birisiydi. Bu açıdan öldükten sonra da dostları artmaya devam ediyor. Davasını öldükten sonra da kazandıran bir dava avukatı...

Cumhurbaşkanı Erdoğan Kaşıkçı olayını mufassal olarak 23 Ekim tarihinde anlatacağını duyurdu. Lakin bilinenin pek dışına çıkmadı peki öyleyse neden 23 Ekim Salı günü konuşma yapma ihtiyacı duydu? Ve bunu önceden ilan etti? Bilinçli bir seçim miydi? Zira aynı gün Riyad'da Çöl Davos'u denilen ve Ritz Carlton Otelinde yatırımlarla alakalı beklenen uluslararası konferans başlıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın duyurusu üzerine dikkatler Riyad yerine Ankara'ya çevrildi. Lakin konuşması duyurusu kadar ses getirmedi. Acaba bilerek Riyad toplantısına sabotaj mı yaptı veya bir gölgeleme eyleminde mi bulundu? İster planlı isterse kendiliğinden olsun Salı günü Ankara konuşması Riyad toplantısını gölgelemiş oldu. Böylece mübarezenin ilk raundu Ankara lehine şekillenmiş oldu.

Bu durum tepkilere de neden oldu. Bu tepkilerden ilki Trump'ın tepkisiydi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasını katı ve sert bulduğunu söyledi. Halbuki giderek iki başkanın tepkileri birbirine benzemeye başlamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'hesap sorma piramidin tepesine kadar uzansın' derken son konuşmalarından birisinde Trump, ' Kaşıkçı suikastıyla alakalı bir kişinin ilintisi ve ilişkisi varsa bu Muhammed Bin Selman olmalıdır' demiştir. Hem bunu söylüyor hem de Erdoğan'ın sert konuştuğunu iddia ederek hala Muhammed Bin Selman'a veya Suudi Arabistan'a Türkiye üzerinden arka çıkıyor, kur yapıyor. Çarşamba günü (24 Ekim günü) Erdoğan konuşmasının birilerinin hoşuna gitmediğini söyledi. Bunlardan birisi Trump olmakla birlikte ikincisi de Lübnan Başbakanı Saad Hariri'den başkası değil. Ritz Carlton eski sakinlerinden ve Cemal Kaşıkçı'yı en iyi anlaması gereken kişilerden birisi olmasına rağmen yine hatırasına vefa göstermesi gerekirken cellatlarına özeniyor ve Erdoğan'ın Kaddafi gibi davrandığını söylüyor. Esat, Hizbullah ile de normalleşme çağrısında bulunuyordu. Halbuki, Mİddle East Eye haber portalı Yönetmeni ve Kaşıkçı dostlarından David Hearst ise tam tersini söylüyor ve Muhammed Bin Selman'ın idare veya hükümet etme tarzında Kaddafi'ye benzediğini ifade ediyor.[3] Kaddafi-Muhammed Bin Selman karşılaştırması yapanlar arasında New Yorker Robin Wright da bulunmaktadır. Demek ki bu benzetme anonim hale gelmiştir. Tam tersinden Hariri ise Kaddafi tarzı hareketlere önlem alan birisinin eylemlerini Kaddafi eylemleriyle eşleştirmektedir. WhatsApp üzerinden Bedir Asakir ile kurduğu temas sayesinde Cemal Kaşıkçı'nın ortadan kaldırılmasına nezaret ettiği ileri sürülen Kraliyet Divanı eski Danışmanı Suud Kahtani'nin Ritz Carlton Otelinde Saad Hariri'yi istintaka tabi tuttuğu ve başına şaplak indirdiği ifade edilmektedir. Suud Kahtani timiyle birlikte Saad Hariri'yi sorguya çektiği gibi aynı zamanda darp da etmiştir. Muhammed Bin Selman'ın emriyle Suud Kahtani gibi darp timi üyelerinin Saad Hariri'ye bed ve kötü muamele etmelerine tanıklık edenlerden birisi de Lübnanlı Ermeni gazeteci Pola Yakubiyan'dır. Saad Hariri ise Erdoğan'ı çekiştirerek Esat'la yeni bir siftah yapmayı teklif ederek; aslında hem babasının katillerini hem de Cemal Kaşıkçı'nın katillerine arka çıkmış ve onları aklamış oluyor. Buna ne denir?

Arapların ifadesiyle: Kim değersizleşirse değersizlik ona kolay gelir. Ölü, yara sızısını hissetmez!

Maalesef Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'da kalan oğlu Salah da taziye için Saraya çağrılmış ve bu suretle Muhammed Bin Selman ve Kral Selman Bin Abdulaziz huzuruna zoraki olarak celbedilmiş ve taziyeleri sarayda kabul etmek zorunda kalmıştır. Babasının katillerinden taziye kabul eden bedbaht insanlardan birisi olmalı. Bu klasik bir Arap trajedisidir. Arapların deyimiyle:

Düşmanına dostluk göstermek zorunda kalması hür adam için dünyanın bedbahtlığındandır.

Mustafa Özcan


[1] https://arabi21.com/story/1131165

[2] https://www.youtube.com/watch?v=d5hVJpeVlII

[3] https://www.youtube.com/watch?v=QvSPugGxq5w

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN