Arama

Mustafa Özcan
Ocak 10, 2018
Gorbaçov’unu arayan Perestroika

Gorbaçov'un 1986 yılından itibaren başlatmış olduğu 'Yeniden Yapılanma' ve 'Açıklık' reformları dünyada büyük akisler uyandırmıştır. Dünyada derin izler bırakmıştır. Ardından da Berlin Duvarı yıkılmış, Komunizm tarihin çöplüğünü boylamıştır. Duvarın arkasında mahpus vaziyetteki mazlum milletler yine gün yüzüne ve tarih sahnesine çıkmışlardır. Soğuk Savaşın simgesi olan Berin Duvarı ya da Churchill'in ifadesiyle Demir Perde Seddi Zülkarneyn'in tersi bir yapı ve durumdur. Onun yıkılması dünyanın iki yakasının yeniden kavuşması olmuştur.

İran'ı sallayan son olaylardan sonra bu halk hareketinin adını farklı şekillerde dile getirenler olmuştur. Kimileri Pers baharı adını uygun görmüştür.

El Cezire Kanalının ünlü programcısı ve Ters Akım/Açı (el-İtticah el Muakis)Programının sunucusu Faysal Kasım Suudi Arabistan'da yaşanılanların adını koymak veya tanımlamak için konuyla ilgili bir tartışma programı ve oturum hazırlamış ve sunmuştur. İlgili bölümün veya oturumun adı Suudi Arabistan: Reform mu yıkım mı? Başlığını taşımaktadır. Program öncesinde Faysal Kasım bazı sorular ortaya attı, oturum boyunca konuklarından bunların cevabını almaya çalıştı. Konuklardan Abdullah Hacim eş Şümmeri Suudi Arabistan'ın yıkıma doğru gittiğini ileri sürürken karşı tezi savunan Macid Hatip ise Muhammed Bin Selman'ın güdümünde Suudi Arabistan'ın yeni bir kalkınma hamlesiyle karşı karşıya olduğunu ve her şeyin iyiye doğru gideceğini anlattı. Bununla birlikte rakamlar ve gelişmeler daha fazla Şümmeri'nin kötümser tezini destekler nitelikte. Program öncesinde Faysal Kasım'ın cevabını aradığı soru şuydu: Suudi Arabistan kendi tarzında bir Perestroika süreciyle mi karşı karşıya ve tanışıyor? Bu doğru ve yerinde bir soru. Bununla birlikte ortada bir Perestroika varsa muhakkak ki Gorbaçov'u da olmalı! Bu açıdan Suudi Arabistan'daki reformları Perestroika olarak isimlendirecek olursak Muhammed Bin Selman'ı da Gorbaçov olarak tanımlayabilir miyiz?

*

Bu tartışmaya peşin cevap vermek gerekirse; Suudi Arabistan'daki reformlar büyük ölçüde olayların sevki veya şartların zorlamasıyla olsa da yönü, eğilimi kendinden kaynaklı değildir. Bilakis zorlama yoluyla dayatılan reformlardır. Suudi Arabistan'daki reformlara Michael Wolff'un kitabı' Fire and Fury: Inside the Trump White House/ Ateş ve Öfke'nin gölgesi düşmüştür. Zira kitapta yer alan ifşaatlar arasında Muhammed Bin Selman'ın başlattığı reformların arkasında Trump'ın kızı İvanka ile yeni Kissinger adayı damat Jared Kushner'in bulunduğu ifade edilmektedir. Reformların çatısını İvanka ile Kushner'in birlikte çattıkları ve mimarlığını birlikte yürüttükleri, icra ettikleri belirtilmektedir. Kısaca Muhammed Bin Selman'ın kalkıştığı reformlar şartlardan kaynaklı olsa da kendinden kaynaklı görünmemektedir. Trump idaresinin ittirmesi söz konusudur. Birçok uzmanın da ifade ettiği gibi reformların dini ayağı 1940'lı yılların sonlarında Seyyid Kutup'un yazdığı ve öngördüğü gibi Amerikan tarzı İslam (Amerikan İslam'ı) modeline uygunluk arz etmektedir. Bunun açılımları arasında Leonard Binder'in kaleme aldığı Liberal İslam anlayışı olduğu kadar aynı zamanda Amerikan tarzı İslam modelini tanımlayan içeriden ikinci çalışma olan RAND kurumunun ısmarladığı ve Cheryl Benard'ın kaleme aldığı Civil Democratic Islam: Partners, Resources, and Strategies adlı çalışma da vardır. Amerikan İslam'ı yorumcularından Leonard Binder'in tanımına göre İslami liberalizm ya da Amerikan tarzı İslam anlayışı, Kur'an metnini geleneksel yorumdan kurtarmak olduğu nispette Müslümanları da bizzat metnin kendisinden kurtarmaktır. Kısaca Amerikan İslamı lakayd/umursamaz bir Müslümanlık öngörmekte ya da Müslümanı dini kayıtlardan azat etmektir. Amerikan İslamı markası adı konulmadan da hayatta idi. Kasım Emin, 'Tahrir el Mer'e yani kadının emansipasyonu ve dini kayıtlardan özgürleştirilmesi adındaki kitabı Amerikan tarzı İslam anlayışının irhasatıdır. Elizabeth Öz dalga ise Kasım Emin'in çizgisinden yürüyerek bu defa da kadının gelenekten özgürleştirilmesini, arındırılmasını savunmuştur. Bireyselleştirerek ve kendi geleneğine yabancılaştırarak, köklerinden kopararak Müslüman kitleyi Batı katarına eklemek ve batılılaşma kervanına katmaktır.

Faysal Kasım'ın tartışma programını izledikten sonra bir de Cezayir gazetelerinden Eş Şuruk'a baktım orada aynı konu etrafında (Perestroika dalgası) Şadlı Bin Cedid'in devrilmesinin çeyrek yüzyılı münasebetiyle bir değerlendirme yazısına rastladım. Yazı calib-i dikkat idi. 'Şadli'nin Devrilmesiyle Cezayir Ne Kaybetti?' başlıklı Abdulhamid Osmani'nin yazısı ufuk açıcı bir yazı https://www.echoroukonline.com/ara/articles/545237.html

Kayıp bağlantı noktalarını ortaya koyuyor. Yazıda Şadli Bin Cedid Cezayir'in Gorbaçov'u olarak nitelendiriliyor. 5 Ekim 1988 olayları Cezayir'de Pandora'nın kutusunu açıyor. O sıralarda Cezayir'in yörüngesinde seyrettiği SSCB de reformasyon sürecinden geçmektedir. Çarlık döneminde Tanzimat neyse SSCB döneminde Perestroika ve Glasnost da o'dur. Kötü yönetiminin bir birikimi olarak daralma ve sıkışmışlık halini aşma çabası. Şadli Bin Cedid ileri görüşlülüğüyle veya ferasetiyle birlikte olayların akışını kestirebiliyor ve ötesinde arkasını okuyabiliyor ve ülkenin demokrasi ve çoğulcu sisteme açılması gerektiğini keşfediyor ve bunu uygulamaya koyuyor. Bununla birlikte içeride Bumedyen'den sonra büyük umutlarla kendisini iktidara taşıyan Power/derin devlet, eski düzenin adamları ya da eski tüfekler geçit vermiyor. Kurulu Arap rejimleri de istemezük bayrağı açıyor ve yerel güçlerle birlikte tempo tutuyorlar. 1989 yılında ülkeyi açma ve sosyalizmin kalıntılarından kurtulma çabası içte ve dışta derin ve muhkem bir direnişle karşılaşıyor. Eski tüfekler devrim meşruiyetine sığınarak halkın iradesinin tecelli edeceği iktidara karşı çıkıyorlar. İslamcılar ise sorunun ikinci halkasıdır; hazırlıksız bir biçimde ve aşamaları atlayarak acil bir biçimde iktidara konmak istiyorlar. Dış dünya ise pusuda bekliyor. Mübarek ondan İslamcıların önünü açmamasını aksi takdirde onların bir daha iktidardan inmeyeceklerini söyler. Kral Fahd da benzeri telkinlerde bulunuyor ve Churchill'in Müslümanlar için söylediğini o İslamcılara aksettiriyor, yansıtıyor: Bu dinciler ancak kötekten anlar.

Buna rağmen Şadli Bin Cedid Başbakanı Abdulhamid İbrahimi ile birlikte tuttukları yoldan şaşmazlar ve akıntıya kürek çekerler. Şadli Bin Cedid ' fernese ile esleme' yani Frankofonizm ile İslami kesimler arasında kala kalmıştır. Frenkleşmiş kesimler cumhuriyetin müktesebatını koruma adına durumdan vazife çıkartıyor. İslami kesimler ise tedriciliği esas almak yerine kendilerini dalgaya kaptırıyorlar. Sonuç gök kubbe Şadli Bni Cedid ile birlikte İslami kesimlerin başına yıkılıyor. 11 Ocak 1992 tarihinde Bin Cedid derin güçler tarafından istifaya zorlanıyor. Hala Şadli Bin Cedid'in derin devlet tarafından görevden nasıl el çektirildiğine dair bilinmeyen noktalar var ve devlet sırrı olarak korunuyor. Ardından da 10 yıllık kanlı ve karanlık yıllar sökün ediyor. Esasında Cezayir Baharı Arap Baharının öncüsü, ayak sesi olarak da okunabilir. Nitekim Suriye'de Esat Cezayir Baharını söndürme modelini kendisine örnek almıştır. Şadli Bin Cedid'i deviren ve yerel Perestroika'ya son veren Cezayir rejimi de bu savaşta Esat'ı yalnız bırakmamıştır. Birleşik kaplar teorisine uygun olarak İstihbari ve siyasi destek sağlamıştır.

Batılılar da o süreçte Cezayir'de İslami bir yapılanmayı zinhar tehlike olarak saymışlardır bunun domino etkisiyle civar bölgeyi etkileyeceğini düşünmüşlerdir. Bu nedenle kaypak davranmışlar ve halkın iradesini desteklermiş gibi yapmışlardı. Cezayir Baharı karşısında uluslararası refleksler Arap Baharı karşısında da kendini yenilemiştir. Bununla birlikte Cezayir Şadli Bin Cedid'i devirerek ne elde etmiştir? Yüzbinlerce insanını kaybettiği gibi reşit ve meritokrasi tabir edilen iyi idare kurma fırsatı kaçırılmıştır. Yıllar ve insanlar vakit ve canlar feda ve heba edilmiştir. Cezayir bugün yine petrol gelirlerinin düşmesi ve ahlaki erozyonun artmasıyla çeşitli sosyal ve siyasi hastalıkların pençesine düşmüştür. Şadli Bin Cedid'i devirenler sonrasında kalıcı ve iyi bir sistem kuramadıkları gibi dışardan gazel okuyan Mübarek ve Kral Fahd gibilerin ülkesi de geç de olsa aynı olaylarla veya arazlarla tanışmıştır. Onlar da ya devrilmiş ya da benzeri süreçlerle karşılaşmışlardır. Cezayir'de sekteye uğratılan Perestroika bugün Fahd'ın ülkesi Suudi Arabistan'ın kapısını çalmaktadır. Fakat yeni Perestroika'nın dümeninde İslamcılar olmadığından Batı rahattır ve süreci ittirmektedir. Bu ülkelerde petrolden geriye sadece yolsuzluklar kalmıştır. Nemalananlar ise Cezayir'de generaller Suudi Arabistan'da ise emirler.

Cezayir kaybettiği geçmişini arıyor. Bunu İslami kesimler tehevvürleriyle kaybettiler derin güçler ise sinsilikleriyle yok ve berbat etmişlerdir.

Esasında Gorbaçov'dan önce Türkiye'de bir nevi Glasnost ve Perestroika yaşanmıştır. Bunda 12 Eylül ve Turgut Özal'ın büyük bir emeği, katkısı vardır. Perestroika yeniden yapılanma, inşa ve yeni dönem Tanzimatı ise (reconstruction of the political and economic system) Özal bunu sık sık dile getirmiş ve 'reorganizasyon' tabirini kullanmıştır. Yeniden yapılanma demektir. Globalleşme diyerek de aslında Gorbaçov'a takaddüm etmiş yani onu sollamıştır. Reorganizasyon diyerek Perestroika'ya işaret etmiş Globalleşme diyerek de Glasnost yani Açılım politikasını kastetmiştir. Dünya ile entegre olmayı kastetmiştir. Osmanlı Tanzimatı da dünya ile entegre olma hevesini temsil ediyordu. Amiyane tabirle artık gâvura gâvur denmeyecekti.

Esasında SSCB'de bunun ayak sesleri Nikita Kruşcev ile birlikte başlamış ve Gorbaçov'la birlikte tavan yapmıştır. Stalin'in ülke üzerine karabasan gibi çöken karaltısını kaldırmak için bir şeyler yapılması gerekiyordu onu da Nikita Kruşçev başlatmıştır. Gerçi İnönü gibi dini alanda ilk reform denemesini İkinci Dünya Savaşının ardından bizzat Stalin başlatacaktır. İnönü imam hatipleri açarken Stalin Müslümanların gözünü boyamak için Mir Arap Medresesini yeniden faaliyete geçirecektir. Gorbaçov bu yolu genişletmiştir. Türkiye ise NATO'ya girmesinin ardından eski kapalı sisteme veda etmiş veya kapalı sistem geriye ve derinlere çekilmiştir. 12 Eylül'den sonraki ekonomik zorlamalar bu sistemin kalıntılarına da veda etmeyi beraberinde getirmiştir.

Kısaca, Cezayir'in Gorbaçov'u Şadli Bin Cedid'dir. Türkiye'nin Gorbaçov'u ise Özal'dır. İran'da da Hatemi'nin iktidara gelmesiyle birlikte (1997) İran'da da dünyaya yeniden merhaba demenin ve açılmanın vakti geldiği inancı pekişmiştir. Bunun üzerine Hatemi Gorbaçov'a benzetilmiş, yakıştırılması yapılmışsa da veliyyi fakihin gölgesinde beklenen reformlar bir türlü gelmemiş veya kalıcı olamamıştır. İran sistemi Sovyet sisteminden ziyade karma/hecin Çin sistemini hatırlatmaktadır.

Açıklık ve Yeniden Yapılanma (Glasnost+Perestroika) dönemlerinin akıbeti veya kaderi pek hayırlı olmamıştır. Gorbaçov'u sahte kahraman ve sarhoş reformist Yetsin onu da Sovyetler'e özenen veya Komunist Partisi olmayan yeni bir SSCB inşa eden ve Çarlık ile Komunizm karması melez bir yapı kuran Putin izlemiştir. Perestroika süreci Türkiye'de inişli çıkışlı olmuştur. Cezayir'de ise darbeyle kesintiye uğratılmıştır. Bugün Şadli Bin Cedid'in devrilmesinden çeyrek asır sonra da Cezayir hala geriye doğru gitmektedir. Bir gün bu parantez de kapanacaktır. Geride, enerjisi tükenen bir halk ile sıfırını tüketmiş bir rejim kalmış bulunmaktadır. Ne kadar dövünülse de karşılıklı yanlışlar kümesiyle bertaraf edilmiş güzel bir geçmiş bir türlü geri gelmiyor. Hayaliyle sadece ah vah ediyoruz.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN