Arama

Ekrem Demirli
Ekim 28, 2019
Vadiler geçerken yokuşta kalmak
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Lacivert dergisinin önceki sayısı (Ekim) ile yeni sayısında (Kasım) yayınlanmak üzere Ergenekon destanı hakkında iki yazı yazmıştım: Yazıların ana fikri dağın aşılması bahsi üzerinden insanın 'hakiki insan' (ve cemiyetin de erdemli-medeni toplum) olması ile ahlak arasındaki irtibata dikkat çekmekti. Yazıların bir devamı olmak üzere de Kur'an-ı Kerim'deki bir tabire değinmek gerekti. Tabir bize aşamayacağımız söylenen 'akabe'dir.

'İnsan kimdir?' sorusunu 'insan ne yapabilir?' bahsinden anlamaya çalışırsak Kur'an-ı Kerim'de bulabileceğimiz en nefis cevaplardan biri şudur: İnsan yokuşu aşamayan varlıktır! Kendi adıma Kur'an-ı Kerim'de insan hakkında bundan daha açık ve gerçekçi anlatım az hatırlarım; hatırladıklarım da aynı bağlamdaki ifadelerdir. 'Eşref-i mahlukat' kendi kuruntularıyla ne kadar böbürlenirse böbürlensin, Allah 'insan yokuşu aşamadı' diyerek iddialarımızı hâk ile yeksan eder.

Her işi başaran insanın aşamadığı o 'yokuş' nedir ki? İlahi hitabın devamında 'sen onu nereden bileceksin' denilerek dikkatimiz sarsılırken ardından 'akabe' tefsir edilir: Köle azat etmek, zor günde fakir veya yakınları yedirmek! Demek ki 'akabe' öyle hiç çıkılamayacak 'sarp' yokuş değildir; bütün bunlar ve belki daha fazlası her birimizin az-çok yerine getirdiğimiz ahlaki davranışlardır. Hal böyleyken niçin Allah 'akabe'yi aşamadığımızı söyledi? Ayet-i kerimeye tasavvuf literatürünün perspektifiyle bakarsak, gerçekte neyi aşamadığımızı anlayabiliriz: Mesele bunları yapmak değil, 'yaptım' fiilinin ortaya çıkardığı hazları ve büyüklük duygusudur. Başka bir anlatımla insan bu ayetlerde beyan edilen ahlaki fiilleri ve belki daha çoğunu genellikle yapabilir, lakin iyi bir iş yapmış olmanın ona kazandırdığı karmaşık duyguları aşmak hiç de kolay değildir. Bu durumda akabe fiillerimizle önümüze inşa ettiğimiz 'mevhum' dağ haline gelerek insanın dramatik çelişkilerini izhar eder: Biz önümüze inşa ettiğimiz dağların altında boğulan varlıklarız.

ÜSTÜNLÜK-SEVERLİK İLE MİNNET DUYGUSU ARASINDA AHLAK

Akabe'den söz eden ayet-i kerimenin ardından gelen örneklere bakınca meselenin iki yönden ele alınması gerektiğini fark edebiliriz: Birincisi insanın herhangi bir zamanda veya durumda ahlaki eylemler konusundaki direncidir. İnsan tabiatı gereği dinin bahsettiği 'karşılıksızlık' ilkesiyle hareket edemez. Onun davranışlarını belirleyen kar-zarar telakkisi ile dini ahlakın iktiza ettiği beklentisizlik arasında ciddi bir çelişki vardır. Bir karşılığı olmayacaksa niçin köle azat edelim veya yoksulu yedirelim ki? Burada menfaatin maddi veya manevi olması durumu esasta değiştirmez. Bu nedenle insanın 'ahlaki erdemleri' niyet bakımından din tarafından şaibeli sayılır. Ahlaki fiiller ve ibadetler bir şekilde yapılınca, bu kez ikinci sorun ortaya çıkar: 'Yaptım' duygusunun ortaya çıkardığı üstünlük fikrini aşabilmek birinciden daha da güçtür. Meselenin bu kısmı sorunu olabildiğince derinleştirerek herkesi kapsar hale gelir.

Bu meyanda sorunu verilen örnekler cihetiyle okumak dini anlamayı engelleyebilir. Çünkü bir insanın aşamadığı yokuş 'köle azat etmek, yoksulları yedirmek' ise kölelerin ve yoksulların aşamayacağı yokuş ne olacaktır? Bu soruyu sormadığımızda dini anlamak mümkün değildir. İslam'a bakarken onu bir ideolojiden ayıran en önemli yön insan olmak itibarıyla tüm insanları ihata edebilen bir bakış açısı sunmuş olmasıdır. Bunu göz ardı ettiğimizde din, zenginleri ve güç sahiplerini kınayıp fakirleri ve zayıfları kayıran üslubuyla, "güç ve kudret" tutkusunu derununda saklayan bir ideoloji olarak yerleşir zihnimize. Dini bundan daha kötü anlama tarzı yoktur sanırım. Din bize insanı bütün olarak kavrayan bakış açısı getirmiştir: O halde 'akabe' yoksulların ve kölelerin de dahil olacağı daha kapsamlı bir soruna dönüşmek zorundadır. Başka bir anlatımla sadece zenginler ve güç sahipleri değil, azat edilen-edilmeyen köleler ve yedirilen (veya yedirilmeyen) yoksullar da akabe aşamamış olmalıdır. Hepimiz inşa ettiğimiz akabe önünde bekleyenleriz. Dini güçlüleri döverken zayıflar adına sızlayan ağlak bir arabesk olarak görmek hakşinaslık değildir.

Öyleyse ayet-i kerimelerden başka bir 'akabe' çıkartmalıyız. Birinci akabe insanın yapıp ettiklerinin ortaya çıkardığı mevhum dağdır. Dini referansları olmayan ahlak insanın ahlaki erdemlerin neticesinde menfaat temin etmesini kınasa bile manevi haz yaşamasını tabii sayar. Ahlaka vicdanın ödevi olarak bakanlar, erdemlerle vicdanın rahatlatmasından ve dinginleşmesinden söz edebilirler. Din ise ibadetin ardından bırakın bir menfaat teminini, 'manevi' haz yaşamasını (klasik literatürdeki kullanımı bir yana, modern hayatta manevi haz kadar çelişkili kavram az bulunur herhalde) dahi bir zaaf sayarak ahlakla çelişik bulur. İnsan maddi ve bilhassa manevi hazzı aşarak başka bir seviyeye intikal etmelidir: hakikat her bakımdan akabenin ardındadır. Bu nedenle dinde insanın esas büyük meselesi (akabe), ibadet ve ahlakın intaç ettiği hazları ve duyguları aşabilmektir. Sufiler ibadet ve ahlaki erdemleri yapmaya değil, onları yaparken ihlasın korunmasına dikkatlerimizi çekmişlerdir. Dini ahlak, günahlar için tövbe etmenin ikinci yorumu olmak üzere, ibadetler ve ahlak için 'terk' ve unutmayı ahlaki yükümlülük sayar: terk edemediklerimiz ahlakımız olmamıştır. Akabe bu yoruma kavuşunca sorun, sadece zenginleri ve imkan sahiplerini değil, yoksulları ve köleleri içerir hale gelir. Meselenin ikinci kısmı budur. Artık dini-ahlaki hayatta sorun ibadet ve ahlakı yerine getirenlerdeki 'yaptım, başardım' duygusu değil, bir hayra mazhar olanların 'akabe'si haline gelir: Bir hayırdan nasiplenen insanın o hayrı kimin yaptığı hakkında bir fikri olmalıdır. Bir köle onu azat eden olarak Allah'ı görürse veya yoksul rızık veren olarak Allah'ı görebilirse akabe aşılmıştır. Kendini azat edene minnet duyan ve sadaka verene 'kırk yıl' vefa göstermek zorunda kalan insan akabe aşamaz. Minnet duygusu, eziklik ve bağımlılığın inşa ettiği akabe 'ben yaptım-verdim' duygusunun inşa ettiği akabeden daha az tehlikeli ve masum değildir. Din insanın 'yaptım' duygusundan olduğu kadar 'o benim için yaptı' düşüncesinden de azat olmasını bekler: Nesimi bunun için dedi, kula minnet eylemem!

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN