Arama

Ses gürlüğü ve tınısıyla kişiliğini koruyan Nây-ı Şerif

Ney, beti benzi sararmış, içerisi boşalmış, göğsü dağlanarak göğsünde delikler açılmış, sâdece Cenâb-ı Hakk’ın üflediği nefesle hayat bulan, aynı insan gibi gelmiş olduğu yere hasret çeken, feryâd-ü figânları ile insanlara sırlar fısıldamakta olan bir dost. Bu sebeple ney, Mevleviler tarafından kutsallaştırılmış ve “ nây-ı şerif” olarak isimlendirilmişti.

Ses gürlüğü ve tınısıyla kişiliğini koruyan Nây-ı Şerif
Yayınlanma Tarihi: 4.10.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 04.10.2018 14:39

Bişnev in ney çün hikâyet mîküned / Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned
(Dinle neyden kim hikâyet etmede / Ayrılıklardan şikâyet etmede )

NEY'İN ANATOMİSİ

Kavramsal olarak ney; kamıştan yapılan, yedi delikli ve çeşitli cinsleri olan Türk sanat müziği üflemeli çalgısıdır. Dokuz boğumludur. Boğumların çatlamaması için çevresine gümüş tel sarılır. Yaklaşık 70 santim uzunluğunda olan çalgının, biri altta olmak üzere yedi deliği bulunur. Üflenen yukarı kısmına fildişi veya kemikten yapılan bir parça takılır. Ağız bölümüne takılana "prazvana", üflenen bölüme ek olarak konan parçaya ise "paşpare" denir. Küçük neylere yarım anlamına gelen "Nısfiye" denir. Ahenklerine göre cinsleri; davud, şah, mansur, kızneyi, müstahsen, süpürde, bol ahenk isimleriyle tasnif edilir.

Tarihi ilk çağlara dek uzanan neyin duygulu, etkileyici ve yanık bir sesi vardır. Dinleyende farklı çağrışımlar uyandıran ney, duygusal etkisi yüksek ses rengi özellikleri taşıması bakımından geleneksel müziğimizin tarihinde çok önemsenmiş, girift ve benzeri üflemeli çalgıların önüne geçmişti. Çalgı topluluğunda ses gürlüğü ve tınısıyla öteki çalgıların yanında kişiliğini koruyan nitelikler içerir.

İLK ZAMANLARDAN BERİ TARİH ÇİZGİSİNDE

Farsça'da "kamış" anlamına gelen "nây" sözcüğü, Türkçe'de uzun süre bu şekilde kullanıldıktan sonra "ney"e dönüşür. Kamıştan yapılmış müzik aletlerinin en eski örneklerine Mezopotamya'daki kazılarda rastlandı.

Geleneksel sanat müziğimizin üflemeli çalgısı "ney"in tarihi de oldukça eski. Ney'in ilk örneği Sümerlerde görüldü. Bu kavmin "Na" dedikleri çalgı, do, re, mi, fa diyez, sol, la ve si seslerini çıkarabiliyordu. Bu tür çalgılara Sümerce'de "na" denilmesi, araştırmacılara "nây" kelimesinin bu isimden geldiğini düşündürmekte.

Eski Mısır'da, İbrânîler'de ve Uygurlar döneminde ney benzeri kamıştan yapılmış üflemeli çalgıların kullanıldığını gösteren deliller vardır. Çeşitli kaynaklarda ney ve kamıştan yapılan bu tür üflemeli çalgıların eskiliği vurgulanmaktadır.

Ney, Anadolu'da ve İran'da on ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda yaygınlaştı. Mevlana'nın Mesnevi'sinde bu çalgının adı sık geçer. On beşinci yüzyılda da Doğu Türkistan'da kullanılmış. Divânü Lugati't-Türk'te ney'den askerî müzik çalgısı olarak bahsedilir.

NEY HAKKINDA RİVAYETLER

Evliya Çelebi "ney"i Musa Peygamberin icat ettiğini ifade eder.

Nihad Sami Banarlı'ya göre; "Dâvûd Peygamberin çaldığı saz olan mizmar neyin eski adı ve şeklidir ve Dâvûd Tanrıya karşı olan derin aşkını ve inanışını mizmarla söyler".

İcadıyla ilgili olarak Hz. Peygamber zamanına kadar uzanan bazı rivayetler olan ney, İslâm kültüründe öteden beri saygı duyulan bir çalgıdır.

Rivayete göre Hz. Muhammed ilâhi bir sırrı Hz. Ali'ye söyler. Ali bu sırrın manevi ağırlığına dayanamayıp onu kör bir kuyuya anlatır. Kuyu bu sır ile coşup taşar ve kenarlarında kamışlar yetişir. Oradan geçen bir çoban bu kamışlardan birini çalgı haline getirir ve üflemeye başlar. Çıkan ses kalplere coşku verip, heyecanlandırarak ilâhi sırrı anlatır. Bazı araştırmacılara göre bu olaydan sonra ney, Hz. Mevlânâ'nın Mesnevî'si başta olmak üzere, Mevlevî şairlere, müzisyenlere ve ressamlara ilham kaynağı olmuş aynı zamanda dinî ve din dışı müziğin vazgeçilmez bir sazı haline gelmişti.

Mevlânâ Celâleddin Rûmî'nin, âşıkların önderi saydığı ve tasavvuf yolunda kendisini küçük, onu büyük olarak kabul ettiği İranlı meşhur şair ve mutasavvıf Ferîdüddin Attâr, neyin feryâdını, neyin kendi sözleri olarak değerlendirir. Mevlânâ'nın da Mesnevî'sine "ney" ile başlaması nedeniyle bu çalgının önemi artmış, ancak neye duyulan saygı ve sevgi Osmanlı döneminde zirveye çıkmıştır.

FERÎDÜDDÎN ATTÂR İLE HİKÂYESİNİ ÖĞRENMEYE BAŞLADIK

Ney üfleyenlere "neyzen" veya "nâyî" denir. Ferîdüddîn Attâr'ın Mantıku't-Tayr'da anlattığı neyzen öyküsünün "Ney üfleyen birisi, ölüm haline geldi. Biri ona 'Ey sırrın ta kendisi kesilen, bu kıvranma zamanı halin nasıl, ne âlemdesin?' diye sordu. Neyzen dedi ki: 'Hiç sorma, anlatılacak gibi değil ki! Bütün ömrümce yel üfürdüm; sonunda da toprağa gittim vesselâm!" şeklindeki neyzenle ilgili cümlelerinden sonra, Mevlânâ, Mesnevî'nin başında neyin öyküsüne yer vermiş, Dede Ömer Rûşenî ise konuyu Ney-nâme adlı mesnevîsinde ayrıntılarıyla anlatmıştı.

MESNEVİ'DE "NEY"İN ÖYKÜSÜ

Mevlânâ'nın, ney öyküsüne de yer verdiği Mesnevî'si büyük yankı uyandırır, yazıldığı tarihten günümüze dek pek çok şair ve yazar tarafından eserin tercüme ve şerhleri (kısmen veya tamâmen) yapılır. Farsça ve Arapça olanların yanı sıra Şem'î, Sûdî, Mu'înî (tercüme ve şerh), Yûsûf-ı Sîne-çâk, Rüsûhî İsmâ'il Efendi (Ankaravî), Sarı Abdullah, Abdülmecîd-i Sîvâsî, Bursalı İsmâ'il Hakkı, Nahîfî Süleymân Efendi (nazmen), Şeyh Gâlib, İlmî Dede, Pîrî Paşa, Hüdâyî, Hasan Dede ve Âbidîn Paşa, Yenişehirli Avnî, Veled Çelebi İzbudak, Şefik Can ve Adnan Karaismailoğlu'nun Türkçe tercüme ve şerhleri bu meyanda zikredilebilir.

Bişnev in ney çün şikâyet mî-koned
Ez cüdâyî-hâ hikâyet mî-koned

[Ayrılıkların öyküsünü anlatan neyin yakınmalarını dinle (şikâyetine kulak ver)]

Kez neyistân tâ merâ bûrîde end
Ez nefîrem merd ü zen nâlîde end

[Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan kadın(lar) ve erkek(ler) inlemektedir.]

Sîne hâhem şerha şerha ez firâk
Tâ begûyem şerh-i derd-i iştiyâk

[Özleme (iştiyâk) derdinin yorumunu söyleyebilmek için ayrılıktan parça parça olmuş yürek isterim.]

Her kesî kû dûr mând ez asl-ı hîş
Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş

[Aslından uzak kalmış kişi, tekrar (aslına) kavuşma zamanını arar.]

Men beher cem'iyyetî nâlân şodem
Cüft-i bed-hâlân ü hoş-hâlân şodem

[Ben her toplulukta inleyip durdum. İyi hâllilere de, kötü hâllilere de eş oldum.]

Her kesî ez zann-ı hod şod yâr-ı men
Vez derûn-ı men ne-cüst esrâr-ı men

[Her kes kendi fikrince benim yârim oldu, (ama kimse) içimdeki sırları araştırmadı.]

Sırr-ı men ez nâle-i men dûr nîst
Lîk çeşm ü gûş-râ ân nûr nîst

[Benim sırrım inlememden uzak değildir, ama göz ve kulağın o (sırrı anlayacak) nûru yoktur.]

Ten zi-cân u cân zi-ten mestûr nîst
Lîk kes-râ dîd-i cân destûr nîst

[Beden ruhtan, ruh da bedenden gizli değildir, ama kişinin ruhu görmesine izin yoktur.]

Âteşest în bâng-i nây ü nîst bâd
Her ki în âteş ne-dâred nîst bâd

[Bu neyin sesi hava değil, ateştir. Her kimde bu ateş yoksa o (kişi) yok olsun.]

Âteş-i 'aşkest k'ender ney fütâd
Cûşiş-i 'aşkest k'ender mey fütâd

[Neyin içine düşen aşk ateşidir, şarabın içine düşen de aşk coşkunluğudur.]

Ney harîf-i her ki ez yârî bürîd
Perdehâyeş perdehây-i mâ derîd

[Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun perdeleri, bizim perdelerimizi yırttı.]

Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd
Hem çü ney dem-sâz ü müştâki dîd

[Ney gibi hem zehir, hem panzehir; ney gibi hem arkadaş, hem de özleyen kim gördü?]

Ney hadîs-i râh-ı pür-hûn mî-koned
Kıssahâ-yı 'aşk-ı Mecnûn mî-koned

[Ney, kanla dolu bir yolun sözünü eder, Mecnûn (gibilerin) aşk öykülerini anlatır.]

Mahrem-i în hûş cüz bî-hûş nîst
Mer zebân-râ müşterî cüz gûş nîst

[Dile kulaktan başka müşteri olmadığı gibi, bu aklın sırdaşı da akılsızdan (akla değer vermeyenden) başkası değildir.]

Der gam-ı mâ rûzhâ bî-gâh şod
Rûzhâ bâ sûzhâ hem-râh şod

(Bizim üzüntümüzden günler vakitsiz oldu (uzadı); günler yanışlarla yoldaş oldu.]

Rûzhâ ger reft gû rev bâk nîst
Tû bemân ey ân ki çün tû pâk nîst

[Günler geçip gittiyse git de, korkma! Ey temizlikte senin gibi olmayan, sen kal!]

Her ki cüz mâhî zi âbeş sîr şod
Her ki bî-rûzîst rûzeş dîr şod

[Balıktan başka her şey o suya kandı; rızksız olanın da günü gecikti, uzadı]

Der ne-yâbed bâl-i puhte hîç hâm
Pes sühan kûtâh bâyed vesselâm

[Ham (olgun olmayan), pişkinin halinden anlamaz; öyle ise sözü kısa kesmelidir vesselâm.]

NEY'İN ÖYKÜSÜ, MESNEVÎ İLE SINIRLI KALMADI

Mevlânâ'dan sonra, yüzyıllar boyu divan şairleri neyin öyküsüne atıfta bulundu, onun öyküsünü şiir ve beyitlerine taşıdılar. Neyin bu şiirlerde vurgulanan özellikleri; vatanından ve yakınlarından ayrı oluşu, garipliği, feryâdı, sesinin yanıklığı ve etkileyiciliğidi.

Didüm ki fürkatüñde nice yanam iñleyem
Didi ki sūz u nālesüz olmaz ney ü rebāb

["Ayrılığında ne vakte dek yanıp inleyeyim?" dedim / Ney ve rebâb yanmadan ve inlemeden olmaz dedi]
Ahmedî

On dördüncü yüzyıl şairi Kadı Burhâneddîn'in Dîvânı'nda ney ile ilgili beyit sayısı bir hayli fazla. Kadı Burhâneddîn, Dîvân'ında farklı şiirlere serpiştirdiği konuyla ilgili beyitlerde neye düşen aşk ateşi, neyin bu ateşle yanması, bedeninin neye benzetilmesi, yüreğin delik delik oluşu ve yanık inleyişini dile getiriyor.

Yürek delük delük oluban nâleler kılur
Da'vîsi bu ki ya'nî benem şimdi nây-ı 'aşk

[Delik delik olmuş yürek, şimdi aşkın neyi benim diye inler.]
Kadı Burhaneddin

Ney'in şiirde işlenişi 15'inci yüzyılda da devam eder. Yüzyılın ikinci yarısında şairler sultanı olarak anılan Ahmet Paşa aşağıdaki beyitinde aşk elinden ciğerinin ney gibi delindiğini, bu yüzden her an ah çekip inlediğini söyler:

Ney gibi delindi cigerüm 'aşkuñ elinden
Her dem iderem âh u figân yandum elüñden

[Aşk yüzünden ney gibi delindi ciğerim, her an âh çekip ağlar-inlerim, yandım elinden]

Ahmet Paşa Dîvânı'ndaki diğer beyitlerde de ağırlıklı olarak neyin inlemesine değinilir, ney inlemesi ile farklı nesneler, musîkî aletleri ve âşığın inlemesi arasında ilişki kurulur, kıyaslama yapılır.

Yâd-ı ruh u lebinle figân etdiğimce ben
Şem' ağladı vü mey acıdı nâle kıldı ney

[Ben dudağın ve yanağını anarak inledikçe mum ağladı, şarap acıdı, ney de inledi]

15. yüzyıl şairi Mesîhî ney ile ilgili bir beytinde âşığın sevgilinin özlemiyle bağrını döğmesini çeng ve neyin sesine benzetir.

Döger gögsini kılup nâle 'âşık
Senüñ bezm-i ġamuñda çün def ü nây

[Âşık, senin gam meclisinde def ve ney gibi göğsünü döğüp inler]

15'İNCİ YÜZYILDA NEY KONULU MESNEVİ

Ömer Rûşenî tarafından yazılan ve adı Ney-nâme olan mesnevîde "ney"in öyküsü müstakil bir eser düzeyinde etraflıca işlenir. Mesnevi'nin ilk on sekiz beyitinin tercümesi üzerine kurulan Ney-nâme, Mevlânâ'nın övgüsüne dair 89 beyitlik bir methiye ile başlar. Bu bölüm külliyatın bazı nüshalarında müstakil bir eser olarak değerlendirilmiş ve şiirlerin baş tarafına alınmıştır.

"Dinle neyden ne hikâyetler kılur / Ayrulıkdan ne şikâyetler kılur" beyitiyle başlayan Ney-nâme'de neyin kamışlıktan kesilmesi ve ilahi sırları terennüm edişi mecazî ve tasavvufî bir üslupla anlatılır. Bu süreç içerisinde Halvetiyye tarîkatı, ehl-i tarîk ve tarikatın âdâb u erkânı üzerinde durulması dikkat çekici bir husus.

Eserin genelinde fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün vezni kullanılmış. Ancak konunun değişmesine paralel olarak veznin de değiştiği (mefâ'îlün mefâ'îlün fe'ûlün ) görülür. 1028 beyitten oluşan eserin birçok nüshası var.

Ney, on altıncı yüzyıl şairi Fuzûlî'nin Heft Cem (Yedi Meclis) adlı mesnevîsinde bir bölümün konusu olur ve geniş olarak işlenir. Şair, Mesnevî'nin Birinci Cem'in Keyfiyeti adlı bölümünün "Ney İle Sohbet"kısmında ney ile söyleşir.

Bir gün oturub başda fereh, ġelbde min râz
Meyl-i üreyim neyle meni eyledi demsâz

[Yokluk ülkesinde, üzüntüden uzak, rahat gezerken felek kıskançlığından belâya boğdu. Yellerle sallanıp ateşlerle dost oldum.]

"NEY", İNSAN-I KÂMİL'İ; "NEY"İN ÜFLENMESİ İSE DİRİLMEYİ ANLATIR

Müzik ve şiir başta olmak üzere "ney", Osmanlı sanatında bir sembol haline gelmişti. Tasavvuf düşüncesine göre; " 'ney', insan-ı kâmil'i; 'ney'in üflenmesi ise ölümden sonra sûr sesiyle dirilmeyi anlatır". Ney, "Allah'ın "Hû" ismini söylediği için Mevlevîlik'de kutsal olarak görüldüğünü iddia eden araştırmacılar da var.

Abdülbâki Gölpınarlı'ya göre bu saz Mevlevîlik'de o kadar önemli bir yere sahipti ki, bazı şeyhler ölüm döşeğindeyken ney çaldırmışlardı. Hattâ yazara göre cenaze yıkanırken ve defnedilirken de ney çalınmaktaydı.

Ney'in Mevlevîler arasındaki saygınlığının on dokuzuncu yüzyıl sonlarında da devam ettiği görülür. Neyzen Sâlih Dede'nin "ney"i geliştirmek için bu çalgı üzerinde yaptığı bazı mekanik denemelere Mevlevî çevrelerinde şiddetle karşı çıkılmış, "ibâdethânelerde çalınan mübârek bir sazı mızıka çalgılarına benzettiler" denilerek Osmanlı Mevlevîliğinin merkezi olarak kabul edilen Konya Mevlevî Dergâhı Çelebisinden gelen bir emirle bütün Mevlevî dergâhlarında bu yeni ney türünün çalınması yasaklanmıştı.

On yedinci yüzyıla ait bir Osmanlı belgesinde bir Mevlevî dervişinin ney çalıp çalamaması, Mevlevî olup olmadığının tayini için ölçüt olarak gösterilmektedir. Hemen her dergâhın neyzenbaşısı devrin ünlü sanatçılarından seçilmekteydi.

MÜZİKTE NEY

Osmanlı müziğinde belli dönemlerde bazı çalgılar büyük rağbet görürken, bazıları gözden düşmüş, hatta terkedilmişti. Ney ise müzikte yüzyıllarca kesintisiz olarak kullanıldı.

Osmanlı müziği çalgıları içerisinde "ney" gibi, mezarlıklardaki garip dervişlerden varlıklı saraylardaki padişahlara, Mevlevî semâlarından, çengî rakslarına kadar geniş bir yelpaze içerisinde kullanılan ikinci bir çalgı gösterebilmek zordur.

Ney'in Türk müziğinde her zaman çok değer verilen ve sevilen bir nefesli saz olduğu konusunda araştırmacılar hem fikirdir.

Ney'in sevilen bir çalgı olmasının yanında icra gruplarında diğer çalgıların akort birliğinin sağlanması için çeşitli boy ve türlerinin son dönemlere kadar sık sık diyapozon görevi yaptığı da bilinir.

Ayrıca şairler eski toplum hayatında çok önemli bir yeri olan müzikten yararlanmışlar ve şiirlerinde bol miktarda müzik terimine yer vermişlerdi. Eski şairler müzik aletlerini ve makamları şiirde benzetme unsuru olarak kullanıp yeni yeni mazmunlar meydana getirirken, aynı zamanda bestekârlar da şiirden güfte olarak faydalanmışlardır.

(Derlenmiştir.)

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN